T24- Yazar ve edebiyat araştırmacısı Prof. Dr. İskender Pala, 12 Eylül darbesinin hemen ardından girdiği Türk Silahlı Kuvvetleri'nden 28 Şubat sürecine gidilirken 1996'da ihraç edilene dek yaşadıklarını anlatırken, “Ben 15 yıl boyunca, eve abdestli dönmek için, ortalıklarda abdest almayayım diye öğlenleri yemek yemedim, fazla bir şey içmedim” dedi. Prof. Pala “Keşke yaşanmasaydı” dediği anılarını “İki Darbe Arasında / İlginç Zamanlarda” isimli kitabında topladı.
Deniz Kuvvetleri'nde deniz subay edebiyat öğretmeni olarak göreve başlayan, ardından çeşitli görevlere atanan Pala, Anadolu Ajansı'na üniformalı yıllarını kaleme aldığı ''İki Darbe Arasında/İlginç Zamanlarda'' adlı kitabını anlattı.
'Elemin zikri de başka elemdir'
''Bir darbenin hemen arkasından girdiği TSK'dan, bir darbenin hemen öncesinde atıldığını'' söyleyen Pala, anılarını yazıp yazmamak konusunda çok tereddüt ettiğini belirtti. ''Elemin zikri de başka elemdir'' sözüne işaret eden Prof. Dr. Pala, ''Yazmalı mıyım, sorusunu defalarca erteledim, sonunda yazmam gerektiğine karar verdim. Tarih bunları bilmeliydi. Biz bir süreçten geçtik, ağır bir süreçti, ilginç zamanlardı ve ilginç zamanlar insanı savuruyor. Benim gibi o süreçte TSK'dan ihraç edilmiş 1665 insan var ve onların içerisinde kalemle ilişkisi olan benim. Dolayısıyla bunu yazmam sadece kendi hikayemi değil, 1665 hikayeyi de yazmam demekti'' diye konuştu.
'Orası peygamber ocağı ise böyle işler olmamalı'
TSK gibi müstesna bir kurum içindeki birtakım kötülüklerin ayıklanmasına kapı aralayabilmek için anılarını kaleme almayı düşündüğünü dile getiren Prof. Pala, ordudan atıldığı 28 Şubat sürecini değerlendirirken şunları söyledi:''Birtakım vicdan sahibi insanlar, 'Orası peygamber ocağı ise öyle bir kurumda böyle işler olmamalıdır' diyebilmeli. Benimle aynı kaderi paylaşan insanların pek çoğu benim kadar şanslı olmadı. Benim ikinci bir mesleğim vardı ve başka şeyler yaparak hayatımı devam ettirdim ama onların tek meslekleri vardı, meslekleri ellerinden alınınca hiçbir şey yapamaz duruma geldiler. Buldukları işlerden de çıkartıldılar. Çoğu çocuğunu okutamadı, geçim sıkıntısı çeker duruma düştü. İçlerinden bu yüke dayanamadığı için intihar edenler oldu.''
'TSK'dan atılınca sanki şerefin elinden gitmiş gibi görülüyor'TSK'dan atılmanın herhangi bir işten atılmaya benzemediğini, TSK'dan atılan insanın, toplum gözünde sanki ''şerefinin'' de elinden gitmiş gibi göründüğünü ifade eden Pala, şöyle devam etti:''Onun için o 1665 insanın derdine bir çözüm bulunsun. İade-i itibar mı edilecek? Emeklilik hakları mı iade edilecek? Yargılanma hakları mı verilecek? Hepsi adil mahkemelerde yargılansınlar. Mesela beni yargılasınlar, suçumu bir hakim bana 'Bunu böyle mi işledin?' diye sorsun, ben de ona cevap vereyim. O zaman beni atarsa, ben de bunun neye göre 'şerefsizlik olduğunu' bileyim ve toplum içerisinde öyle yaşayayım. Birilerinin beni mağdur edecek şekilde birtakım iftiralar veya sıfatlar yakıştırarak toplumda karalaması reva değil.''
'Namaz kılmamız gözümüzün üstündeki kaş oldu'
Pala, TSK'da insanların mücadelesinin, içinden geçilen sürecin fikrine göre evrildiğini söyledi. Rütbe esaslı bir kurum olduğu için rütbe ve kıdem olarak büyük olanın emrettiğini anımsatan Prof. Dr. Pala, ''Dolayısıyla size emreden insandan daha çok şey bilmeniz, daha çok başarılı olmanız, daha iyi bir şey yapmanız, bunların hepsi 'gözün üstünde kaşın var' denilebilecek kapılar açar. Bizim gözümüzün üzerindeki kaşımız, namaz kılmamızdı, eşimizin başörtülü olmasıydı. 28 Şubat sürecinde namaz kılan ve eşi başörtülü olan insanların bu göz üstündeki kaşı sanki lekeliymiş gibi görüldü'' dedi.
'Abdestim bozulmasın diye aç susuz dolaştım'
Anılarında, namaz kılarken "yakalandığını" anlatan Prof. Dr. Pala, şöyle devam etti:''Zaten kimseye göstermeme gerek yok. Türk Silahlı Kuvvetleri'nde hiç kimseye 'Bakın ben namaz kılıyorum' diye gösteriş için, alelade ortamlarda namaz kılmadım. Namazımı kılmam gerekiyor. Falanca komutanımın isteği doğrultusunda Allah'ın istediğinden vazgeçemem. Dolayısıyla namaz kılarken, kapımı içeriden kilitliyordum. Siz buna gizli gizli diyorsanız, gizli gizli. Öğle vakti mesaimi namaz için harcamadım asla.Bir şeyi itiraf edeyim: Ben 15 yıl boyunca sabah evimden çıkarken aldığım abdestle evime geri döndüm. Sırf ortalıklarda abdest almayayım, herkesin gözüne batmasın bu diye. Sırf bunun için öğlenleri yemek yemedim, fazla bir şey içmedim. Sabah aldığım abdestle akşam eve döneyim diye. Ben 15 yıl boyunca aç ve susuz kalmaya razı oldum. Dengesiz beslenmeden dolayı kemik erimesi başladı. Peki ben bunu, falancanın hatırı için değiştirir miyim? Öğlenleri herkes öğle mesai arasında gezmeye gider, istediğini yapar. Ben kapımı içeriden kilitledim, farz edin ki istirahat ediyorum, uyuyorum.''
'Emine Hanım'ın başına gelen benim eşimin başına geldi'
TSK mensuplarının eşleri ve çocukları için de hayatın bir cendere haline gelebildiğine işaret eden Prof. Dr. Pala, şöyle devam etti:''Sayın Emine Erdoğan'ın GATA'ya alınmaması ülke gündemini teşkil etti ve Genelkurmay Başkanı 'Keşke yaşanmasaydı, insani bir tavır değil' dedi. Sayın Emine Erdoğan'ın başına gelenin aynısı benim eşimin başına geldi. Bizi bir yerden, başörtüsü olduğu için kovdular. Bu, 1665 kişinin eşinin de başına geldi. Onlar da bu yüzden aşağılandılar. Başbakan'ın eşi diye Emine Erdoğan için insani olan bir şey, herhangi bir binbaşının, bir astsubayın, bir üsteğmenin eşinde insani olmaktan çıkıyor mu? 'Keşke yaşanmasaydı insani bir şey değil' diyen insanın gereğini de şöyle yapması lazım: Evet o zaman size bunu yaşatmışız şimdi bu hatamızı giderelim.''
'Hakkınızda dosyalar tutan birisi mutlaka bulunur'
1982 yılında TSK'ya girdiğinde de eşinin başörtülü olduğuna dikkati çeken Pala, ''İlk yıllarda başörtüsü sorunu yoktu. Başörtüsü kelimesinin yerini türban kelimesi 10 yıl sonra aldı. O zaman literatürde 'bir siyasi simge' gibi tanımlamalar yoktu'' dedi.Prof. Dr Pala, eşinin başörtülü olmasının TSK'da gittikçe artan bir duyarlılıkla karşılandığını ifade ederek, ''28 Şubat süreci böylece bizim üzerimizden silindir gibi geçmiş oldu. Çünkü göz önünde biz vardık. Göz önünde olduğumuz için eşimizin başörtülü olmasına da gerek yok. TSK'dan bir insanı atmak istediklerinde ona bir şeyleri yakıştıran biri bulunur. Hakkınızda dosyalar tutan birisi mutlaka bulunur. Çünkü onun menfaati sizin menfaatinizle çelişiyordur, sizi ileride rakip görüyordu veya sizin ilerlemeniz onun ilerlemesine mani olacaktır vesaire'' diye konuştu.
'Bizim İskender' sözü ihraç sürecini hızlandırdı
Prof. Dr. İskender Pala, kendisi ile ilgili, dönemin komutanlarından İlhami Erdil'in, dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan ile bir konuşmasının da ihraç sürecini hızlandırdığını söyledi. Pala, buna ilişkin görüşlerini şöyle anlattı:''Erdil ile Tayyip Bey Taksim Cumhuriyet Anıtı'nda beraberken konu Barbaros'tan açılıyor. İlhami Erdil Paşa ise 'Şimdi er, o da ilahi bir tecelli' diyor ki 'Bizde bir binbaşı var İskender Pala diye Barbaros'un vasiyetinde şunlar şunlar varmış' diyor. Tayyip Bey de o zaman 'Siz bizim İskender'den bahsediyorsunuz' diyor. Konuşma devam ediyor. İlhami Erdil yanındakine dönüyor 'Nereden onların İskender'i oluyormuş araştırılsın ve gereği yapılsın' talimatını veriyor. Bu hadise yaşandığında 27 Eylül, Preveze Deniz Zaferi'nin yıl dönümüydü, yıllardan 1996 idi. Ben 1996 yılının Aralık ayındaki Yüksek Askeri Şura'da atıldım. Arada iki ay var. Ekim-Kasımda benim gönderilme işlemlerim hızlandırılmış oldu. Süreç zaten işliyordu, işleyecekti. Tayyip Bey'in o sözü ivme kazandırdı, hepsi bu.''
'TSK'dan kimse aramadı, kimseyle derdim yok'
Prof. Dr Pala, kitabının ideolojik farklılıklara rağmen toplumun her kesimi tarafından çok beğenildiğini, ancak TSK'dan resmi bir yetkilinin kendisini aramadığını söyledi. Pala, ''Kitap çıkalı bugün 10 gün oldu, ikinci baskıyı yaptı. Mutlaka Genelkurmay'dan birileri kitabı okudu. Eğer içinde bir şey olsaydı, bir husumet olsaydı, resmi bir yetkili de arardı beni. Benim kimseyle derdim yok çünkü'' dedi.
'Darbe planları, yaşadıklarımla örtüşüyor'
TSK içindeki birtakım kişilerin yaptığı iddia edilen darbe planlarıyla ilgili basında yer alan haberleri izlerken, bilgilerin, yaşadıklarıyla örtüştüğünü gördüğünü söyleyen Pala, kitabı 2003 yılında tamamladığında darbe planlarının gündemde olmadığını belirtti. Pala, basına yansıyan darbe planı iddialarıyla ilgili şunları kaydetti:''Bugünkü darbe, cunta, balyoz vesairenin içeriğini basından öğrendikçe çok tanıdık şeyler görüyorum. 'Evet' diyorum 'Bu böyle olmuştu.' Benim yaşadıklarımla pek çok konuda örtüşüyor. Tabii üzüntü verici bir şey, 2010 yılında Türkiye'de darbe konuşuyoruz. Dünyanın demokrasiye bu kadar muhtaç olduğu bir çağda biz hala askeri vesayetten, silahların gölgesinde bir hayattan dem vuruyoruz ve bunu da yapabilen, buna da inanan insanlarımız var. Bu tür düşünen ve bunu yapan insanlar da bunları vatan uğruna yaptıklarını düşünüyorlar."