Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlber Ortaylı, cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili olarak “Türkiye’de başkanlık sistemi yahut kuvvetli başkan olmaz. Denemeler gerilimlere yol açacaktır” dedi.
Prof. Dr. İlber Ortaylı cumhurbaşkanlığı tarihini anlattı ve önümüzdeki seçimi yorumladı. Milliyet gazetesinden Güliz Arslan’ın röportajı şöyle:
Milliyet yazarlarından Hasan Pulur geçen haftalarda yazdığı iki yazıda cumhurbaşkanı adayı olarak Galatasaray Üniversitesi hocalarından, yazarımız, tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı’yı önerdi, “Devletin başına bir bilim adamı yakışmaz mı?” dedi. Hürriyet yazarı Ahmet Hakan da bir yazısında “İlber Ortaylı Hoca, Çankaya’ya aday olursa...” diye bir bölüme yer verdi ve ihtimalleri sıraladı; fetih anılarıyla ahaliyi tavlayabilir, başka milletlerin açıklarını gün yüzüne çıkarabilir... Ekşi Sözlük yazarları, Twitter kullanıcıları da boş durmadı: “Aday olursa ‘Üç dil bilmeyen oy vermesin’ diyebilir”, “Obama’ya, Putin’e ‘Ne kadar cahilsin’ diyebilir”, “Olursa Cumhurbaşkanlığı’ndaki tercümanlar işsiz kalır”...
İlber Hoca’yı, Türkiye’de cumhurbaşkanlığının tarihini ve önümüzdeki seçimleri konuşmak üzere üniversitede ziyaret ettim. Soma’daki maden faciası henüz yaşanmamıştı. Öğrenciler baharın tadını çıkarıyordu. Hoca bahçede görüldüğü anda fotoğraf çektirmek için sıraya girenler oldu. İçimden “Sahiden aday olur ve seçilirse gelmiş geçmiş en popüler cumhurbaşkanı olur” diye geçti. Sohbet ederken anladım ki o bu konudan söz etmeyi hiç istemiyor. Ekşi’de yazılanları gösterince o meşhur kahkahasını esirgemiyor belki ama sahiden ne düşündüğünü sormakta biraz ısrar edince “Şu kediyi sana verelim de bak evde, çok tatlı bir şey” diye konuyu değiştiriyor.
Çağlar boyu hemen hemen hiçbir imparatorlukta Türk devletinde olduğu gibi üst üste mareşal hükümdarlar gelmemiştir. Selçuklu Devleti’nde, Osmanlı’da ilk hükümdarların hepsi dünya askeri tarihinde yeri olan mareşallerdir. Böyle bir toplumda askerin elde tutulması önemli. Bunda bir aksaklık olduğunda taht bile değişmiştir. Yüksek nitelikleri olan II. Bayezid’in oğlu Selim tarafından tahttan indirilmesi bunun örneğidir.
Böyle bir memleket 19’uncu yüzyılda reformlar geçiriyor. II. Abdülhamid bir Anayasa vaadiyle tahta çıktı. Verdi de o anayasayı... Ama anayasal bir diktatorya kurdu. Çünkü o metin iktidarın kullanılması konusunda anayasa vasfına sahip değildi. Metne göre hükümdar istediğini sürebiliyor, Mithat Paşa’yı sürdü. Sansürü getirebiliyor, getirdi. Parlamentoyu dağıtabiliyor, dağıttı. Hükümdarın kabineyi kurma vasfının kalkması gerekirdi, kalkmadı. 1876 Anayasası nazırları tayin ettiriyor.
Tıpkı çok otoriter olan Belçika modeli, Prusya modeli veya Rusya modelindeki gibi. Buna karşılık 1908’den sonra artık Osmanlı hükümdarı diye bir diktatör yok.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi, konvansiyonel sistemin başındaki Mustafa Kemal Paşa yetkilerini fevkalade ustaca kullanmıştır. Muhalif grupla daima “gerilim-ikna etme” esası üzerinden işi yürütmüş. Burada bir diktatorya görülmüyor. Ama anayasanın kendisine verdiğinden daha fazla yetki kullandı. Bunu tamamen kişiliğiyle ortaya koydu. Böyle biriyseniz ağırlığınız hissedilir zaten, anayasanın size başkanlık vermesi gerekmez. Daha sonra Turgut Özal aynı şeyi yapmak istedi ama yapamadı. bugün bir başkasının da yapabileceğini sanmıyorum.
Başbakan Erdoğan’ın bile... Türkiye bu yapısıyla olsa olsa 1924 tipi bir sistemi götürebilir. Kuvvetli başkan yahut başkanlık sistemi olmaz. Denemeye kalkışılırsa çok büyük gerilimler ortaya çıkar. Çünkü bunu dengeleyebilecek bir kuvvet Türkiye’de artık yok.
İsmet Paşa Atatürk’ün ananesini takip etti. Savaşa giren bir dünya vardı. İngiltere’nin dışında demokrat olmayan bir dünya... Böyle bir dünyada kimse Türkiye’de de demokrasi aramıyordu. Söz konusu da değildi zaten. Ama yeni dünya kurulurken San Francisco’ya gittik ve İsmet Paşa bir günde oluverdi; demokrat lider. Kendisine “Siz iyi bir diktatörmüşsünüz” diyen genç Amerikalı gazeteciye “Sen böyle şeyleri bilmezsin, diktatörün iyisi olmaz” diyor. Çok enteresandır bu.
Yeni dünyaya intibak etmek kolay olmadı ama kısa zamanda birçok merhaleleri geçtik. Çok partili hayata geçtiğimiz andan itibaren, her ne kadar İsmet Paşa’nın güdümünde de olsa, bir başbakan tipi ortaya çıkmıştır. İlla liberal ve demokrat olması gerekmiyor. Recep Peker gibi otoriteryanizm temsilcisi bir başbakan bile cumhurbaşkanıyla gerilime düşmüştür. Bu bakımdan bizde artık kuvvetli cumhurbaşkanı tipi, De Gaulle tipi yürümez. Çünkü böyle bir karakter yok şu an. Yola böyle devam edeceğiz. Aksine girişimler çok büyük kriz yaratır.
Türkler tarihlerinde ilk defa doğrudan devlet başkanını seçecek. Geniş bir kitle, hâkim görünen bir partinin empoze ettiği insana boyun mu eğecek? Bu boyun eğmeler bizde genellikle bilinçli bir tasviple değil, “oluversin canım”la oluyor. Teferruata dikkat etmeyen, “Bu adamı benimsedik, onun istediği oluversin” diye geçinen bir kitle var. Kanaati basit dedikodularla oluşan, olayları fazla tetkik etmeyen, süzgeçleri olmayan bir seçmen tipi var.
Bu seçmen tipi muhafazakâr değil, son derece sınırlı ilgisi var. Bunun değişmesi çok zor. Bu seçmenin diğer ülkelere göre tek bir tutarlılığı var; her şeye rağmen itidali seviyor. Metropol tipi bir seçim mi yapacağız yoksa kasaba tipi bir seçim mi, bunu göreceğiz. Hakikaten, cumhurbaşkanlığı seçim tarihi kadar beklediğim bir tarih yok.
Cumhurbaşkanlığı için Yılmaz Büyükerşen’in, Ümit Boyner’in, Taha Akyol’un, Emine Ülker Tarhan’ın isimleri geçiyor. Sizin gönlünüzden geçen bir isim var mı?
Gönlümden geçen bir isim yok ama ortada dolaşan laflara bakıyorum. Büyükerşen’i seviyoruz. Çok başarılı bir rektördü, çok zor bir dönemde çok iyi şeyler yaptı. Bugün biri Celal Şengör’ün de adının geçtiğinden bahsetti. Dünya çapında bir bilgindir. Meslektaşları hayranlıkla bahseder. Jeofizikle ilgim yok ama tarih bilgisini, dil bilgisini, zekâsını biliyorum. Niye olmasın?
Sizin de adınız geçiyor. Böyle bir teklif geldi mi?
Hayır gelmedi.
Ne düşünüyorsunuz bu konuyla ilgili?
Çok teşekkür ederim, fevkalade mütehassis oldum. Twitter’da falan bu konuda yapılan mizah yorumlarını keyifle okuyorum. Ama daha fazla söylenecek bir şey yok.
Ahmet Hakan sizin için diyor ki; “...Ülkücüler sever, muhafazakârlar sever, ulusalcılar sever, sosyal medyadaki muzır gençler bile sever...” Aranan çatı aday siz misiniz yoksa?
Böyle birinin illa başkan mı olması gerekiyor? Sayın Demirel “Sizin gibi hocalar, milletin vicdanıdır” demişti bana. Bu izah eder.
Obama’nın cesareti yok: Obama kendisinden çok şeyler ümit edilen, o beklentileri dolduramayan bir başkan. Gelişiyle Türkiye’de bile çok heyecan yarattı. Ama boşa çıktı bu heyecan. sağlık sigortası meselesini bile düzeltemedi. O cesareti ve stratejisi yok. Vakıa kolay iş değil anlıyorum, ama...
Putin düzenleyici çardır: Rusya bir fetret devrinden geçiyor. Putin böyle bir topluma geldi. Bazı şeyleri beğenilmeyebilir ama hakikaten Rusya için düzenleyici çardır. Yanında Medvedev gibi problem çıkarmayacak birini tutuyor. Erdoğan ve Gül’ün onlarınki gibi bir halef-selef ilişkisi içine gireceğini zannetmiyorum. Bizde o tip bir siyasi münavebe disiplini yok.
Nasıl bir cumhurbaşkanı olmalı?
Bağırarak nutuk atana değil, programını güzelce anlatana...
Bilimadamı da olabilir, önemli bir kapitalist de, iyi bir politikacı da, hukukçu da, hekim de... Türkiye’de “Şu meslek bu makama daha layıktır” diyemiyoruz. Mesela Amerika’da bütün halkın ve münevverin üstünde bir hukukçu tipi var; Harvard’lı, Yale’li... Başkanlar bunlardan çıkıyor hep. Burada böyle bir sınıflama yoktur. Ama bir asker alerjisi var, bunu anlamıyorum. Seçmen dikkatli olmalı, meydanda bağırarak nutuk atana değil, programını güzelce anlatana rey vermeli. Adayın ne söylediği ve tabii geçmişi çok önemli. Ama en önemlisi şu; hüküm vermeyi bilen biri olmalı.
Aşırı giden mizahi taraflarını kıstı: Süleyman Demirel’i başarılı bir cumhurbaşkanı olarak görüyorum. Başbakanlık döneminde yarattığı muhalefet bile kendisine sempatiyle baktı. Üslubu her zaman yumuşaktır zaten. Cumhurbaşkanı olunca aşırı giden mizahi taraflarını da kıstı. Onun dönemini demokrasinin gelişmesi için çok uygun bir dönem olarak görüyorum.
Politik olarak doğru davranmadı: Ahmet Necdet Sezer düzgün bir Türk hâkiminin özelliklerini taşıyordu. Köşk’te bütçenin kısılmasını sağladı. Maalesef politik bakımdan doğru davranamadı. Patlaması kaçınılmaz olan ekonomik kriz onun hareketine mal edildi. Bu bir talihsizlik. Cumhurbaşkanının çok dikkat etmesi gerekiyor.
Abdullah Gül, Ak Parti’nin kazandığı bir memlekette Meclis cumhurbaşkanı seçerse seçilir. Orada MHP’yi suçluyorlar. Ama onlar da kendi seçmenlerine göre hareket etti. Seçmenimiz pasif ve “neme lazım”cı tavırları olan bir seçmendir.
Türk seçmeninin değişiklikler göstermesi için gerçekten büyük olaylar gerekiyor.