Osman Ulagay
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin(AKP) bugün yapılacak olan 7.Büyük Kongresi’nde 2023 manifestosunu açıklayacakmış. Yandaş medyanın kalemşorları, Sayın Cumhurbaşkanı’nın her zaman olduğu gibi iddialı hedeflerle dolu bir konuşma yapacağını ve “Türkiye için güven ve istikrarın” önemini vurgulayacağını müjdeliyorlar.
Türkiye siyasetçilerin geçmişte söylediklerinin ve yaptıklarının hesabının sorulmadığı bir ülke. Sayın Erdoğan da buna güvenerek konuşuyor. Örneğin 23 Ocak 2011 tarihinde Ankara’da düzenlenen “Türkiye 2023’e yürüyor, Ankara Ak Parti’de buluşuyor” toplantısında başbakan olarak yaptığı konuşmada neler vadettiğini kim hatırlıyor acaba?
Erdoğan on yıl önce yaptığı bu konuşmada 2023 için belirlenen iddialı ekonomik hedeflerin yanısıra özgürlükçü bir anayasa yapma vaadinde de bulunmuş. Sayın Erdoğan’ın on yıl önce açıkladığı ekonomiyle ilgili hedefler gerçekten iddialı. Türkiye’nin 2010’da 771 milyar dolara erişen milli gelirinin(GSYH) 2023’de 2 trilyon dolara ulaşacağını, 2010 yılında 10,560 dolar olan kişi başına GSYH rakamının ise 2023’de 25,000 dolara yükseleceğini müjdelemiş.
Erdoğan bugün bu iddialı hedeflerin açıklandığı tarihten on yıl sonra, Türkiye’de güvenin ve istikrarın dibe vurduğu ve 2023 hedeflerinin berhava olduğu bir ortamda konuşmak zorunda kalacak. 2023’e iki yıl bile kalmadı, Türkiye ekonomisi 2020 sonunda 2010’daki düzeyinin bile altında kalarak ancak 717 milyar dolarlık bir büyüklüğe erişebildi. 2010’da 10,560 dolar olan kişi başına GSYH ise 2020 sonunda 8,599 dolara gerilemiş durumda.
Bugün gelinen noktada Sayın Erdoğan’ın on yıl önce açıkladığı ekonomik hedefleri ciddiye alan kimse kalmadı zaten. Özgürlükçü anayasa ise on yıl sonra şimdi gene Erdoğan’ın hedefleri arasında yer alıyor. Şimdi 2023 Manifestosu diye yeni hayaller satmaya çalışacak her halde ve kongre salonunu lebalep dolduran yandaşlarının alkışını alacak.
Türkiye bugün ekonomi yönetiminde yeni bir fiyaskonun çalkantısını ve belirsizliğiini yaşıyor. Borsada panik yaşanırken bankalar faiz, sanayiciler ve ticaret erbabı fiyat belirlemekte zorlanıyor.
Geçen yılın Kasım ayının ilk haftası biterken Sayın Erdoğan’ın onayladığı bir geceyarısı operasyonuyla TC Merkez Bankası başkanlığına getirilen Naci Ağbal’ın gene bir geceyarısı operasyonuyla görevden alınması, bu dört ayda Türkiye ekonomisinin içine sürüklendiği kısır döngüden kurtulması yolunda atılmış olan olumlu adımları bir anda sıfırladı. TC Merkez Bankası’nın bağımsızlığına kavuşarak enflasyonla mücadelede başarılı olması da bir kez daha hayal oldu.
Bu fiyasko Türkiye’nin keyfi bir yönetimle yönetildiği inancını daha da güçlendirdi. Dünya finans çevrelerinin nabzını tutan medya haberi “Erdoğan bir merkez bankası başkanını daha kovdu” manşetiyle verdi. Finans dünyası bu gelişmenin TC Merkez Bankası’nın son dört ayda piyasalarda kazanmaya başladığı itibarı tamamen yok ettiğini vurguladı. Merkez Bankası Başkanı’nın ayakkabı değiştirir gibi değiştirildiği bir ülkenin finans dünyasında itibar görmesi olanaksız. Finans piyasalarındaki itibar kaybının Türkiye ekonomisinin içine sürüklendiği çıkmazdan kurtulmasını zorlaştıracağı ise herkesin bildiği bir gerçek.
Son gelişmeler Türkiye’de asıl güçlü lobinin faiz lobisi değil enflasyon lobisi olduğunu bir kez daha gösterdi. Naci Ağbal izlediği faiz politikasıyla ve yaptığı açıklamalarla, sıkı para politikasından sapma olmayacağını ve enflasyonla mücadelede zaferin ancak sabırlı bir çabayla kazanılanabileceğini vurguluyordu. Enflasyon lobisi ise faizlerin düşürülmesini ve devlet bankalarının kredi musluklarını açmasını istiyordu. Şimdilik onlar ağır basmış durumda. Bunun yeni fiyaskolara yol açması ise kaçınılmaz görünüyor.