Osman Ulagay*
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gaziantep’te düzenlenen TEKNOFEST 2020 ödül töreninde yaptığı konuşmada, “Teknolojinin hızına yetişmek artık bir tercih değil, bir mecburiyet” demiş ve Türkiye’nin insansız hava araçlarında gösterdiği başarıyı otomobil ve uçan arabalarda da yakalayacağını müjdelemiş. Bu müjdeyi duyunca görüntülerin sözlerden daha fazla ilgi çektiği bir dönemde yaşadığımızı hatırladım birden ve Türkiye’nin ürettiği uçan arabaların Amerikan dolarını havada yakalayıp vurduğu bir sahneyi hayal ettim dolarla yatıp kalktığımız şu günlerde.
Türkiye’nin bugünkü yönetim düzeninde en yukarıdan gelen emirin demiri bile kestiği ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın faiz artışına ilkesel olarak karşı çıktığı bilindiği için TCMB’nin geçen hafta gerçekleştirdiği 200 baz puanlık faiz yükseltme hamlesi çoğu kimseyi şaşırttı. TCMB’nin bağımsızlığı konusunda ciddi kuşkular besleyen uluslararası piyasalarda ise olumlu bir adım olarak karşılandı bu karar ve bekle gör havasına girildi. Doların Türk Lirası karşısındaki durdurulamayan tırmanışı bu sürpriz karar üzerine durakladı, TL. az da olsa değer kazandı. Ancak bu haftanın ilk gününden itibaren doların yeniden tırmanışa geçtiği görüldü.
Ekonomideki güncel gelişmeler, piyasalardaki ve döviz kurlarındaki günlük iniş çıkışlar insanları yakından ilgilendiriyor kaçınılmaz olarak. Ekonomideki bu gelişmelere yol açan politika tercihlerinin ve yapılan yönlendirmelerin bugünden yarına ortaya çıkacak olası sonuçları ise yeterince tartışılmıyor. Örneğin yetkili bakan çıkıp kredilerin hızla artırılacağını ve vergilerin erteleneceğini müjdelediğinde iş sahipleri üretim ve yatırım kararlarını buna göre revize ediyor. Onların bu davranışı ekonomide geçici de olsa bir canlanmanın yaşanmasını sağlayabiliyor. Her kademedeki yetkililer de “ekonomimiz iyiye gidiyor” diye demeçler verip duruyor. Bugün yapılan tercihlerin ve yönlendirmelerin yarın ya da sonraki dönemlerde hangi sonucu vereceğini, ekonominin gidişatını nasıl etkileyeceğini hesaba katanların sayısı ise anlık algıların gerçeklerin yerini almaya başladığı bir ortamda sınırlı kalıyor. Türkiye ekonomisi 2020 yılına da iyimserliğin pompalandığı, umutların yeşertildiği bir ortamda girdi. 8 Ocak 2020’de bu köşede yayınlanan “Türkiye 2020’yi kurtardı mı?” başlıklı yazımda şunları yazmıştım:
“Yanlış politika tercihleri sonucunda bugün gelinen noktada, geri teknolojiyle üretim yaptığı için finanse edemeyeceği kadar cari açık vermeden kalıcı hızlı büyümeyi sağlayamayan, parasının değerini koruyamadığı için halkını yoksullaştıran, kur riski nedeniyle zora giren şirketlerini nasıl ayakta tutacağını bilemeyen bir ülkede, kredi pompalamasıyla 2020 yılını kurtarmayı amaçlayan bir anlayışın başarılı olabileceğini düşünebiliyor insanlar. Ekonominin ve ülkenin temel sorunlarını çözmeden, hukuk düzenini yeniden kurmadan, dış dünya ile ve finans dünyasıyla dibe vuran ilişkilerini düzeltmeden Türkiye’nin 2020 yılını kurtarması kolay olmayacak.”
2000 yılı başında ben o yazıyı yazdığımda Korona salgını hiç gündemde değildi ama Türkiye ekonomisinin 2020’ye ciddi sorunlarla girdiği belliydi. Ben de bunlara değinmiş ve öncelikle ekonominin dış kaynak ihtiyacını çözecek adımların atılmaması halinde 2020 yılının da kaybedileceğini vurgulamak istemiştim.
Korona salgını Türkiye gibi ‘Yükselen Pazar’(YP) ülkelerini de olumsuz etkiledi, YP ülkelerinden ciddi boyutta sermaye çıkışı oldu. Ancak bu olağandışı koşullarda bile Türkiye gibi ‘Yükselen Pazar’(YP) ülkelerinin 2020 yılında uluslararası piyasalardan sağladığı kaynak 125 milyar doları bulurken IMF’nin 81 ülkeye sağladığı kaynak ise 89 milyar doları aştı.
Pekiyi en temel sorunu dış kaynak ihtiyacı olan Türkiye’de ne oldu? Yabancı yatırımcı İMKB’den kaçtı, borsamızdaki yabancı payı yere çakıldı. Tahvil ve bonolarımızdan ciddi çıkışlar oldu. SWAP’lar dışında kayda değer bir döviz girişi sağlayamadık. En önemlisi Türkiye riski büyüyen ve uluslararası piyasaların gözünde itibar kaybeden ülke haline geldi, fatura Türk lirasına çıktı. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak dün yaptığı açıklamada uluslararası piyasalardaki bu algıyı değiştirecek bir şey söylediyse ben kaçırmış oldum. Ancak bana öyle geldi ki onun asıl derdi bu değil, Türkiye içindeki algıyı yönetmeye devam etmek.