Osman Ulagay'dan Bülent Eczacıbaşı'na: Acaba anahtarı yanlış yerde arayan asıl bizler miydik?

Osman Ulagay'dan Bülent Eczacıbaşı'na: Acaba anahtarı yanlış yerde arayan asıl bizler miydik?

Dünya'dan Osman Ulagay, Eczacıbaşı Holding ve İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı'nın yeni yayımlanan ‘İşim Gücüm Budur Benim’ kitabını yorumladı. Ulagay, Bülent Eczacıbaşı'nın yazdıklarını ve ardından söylediklerini 'çaresizliğin itirafı' diye tanımladı. Yazar, Eczacıbaşı'na şu soruları yöneltti: “Düşünüyorum, acaba anahtarı yanlış yerde arayan asıl bizler miydik? Türkiye’nin tüm sorunlarının kökeninde toplumsal fay hatlarının yattığı gerçeğini artık açıkça görüyoruz. Türkiye’nin sorunlarına doğru teşhisler koyabilmiş miydik? Tabuların etkisinde kalmadan gerçekçi çözümler geliştirebilmiş miydik?”

"1990’lı yıllar heba edildi"

Türkiye'ye 1980’lerde Turgut Özal’ın, 2000’lerde ise Recep Tayyip Erdoğan’ın vizyonu ve dünya görüşünün yön verdiğini dile getiren yazar Ulagay, Özal ve Erdoğan’dan farklı düşünen Eczacıbaşı ve onun temsil ettiği, iş dünyasının alternatif bir vizyon ortaya koyup savunamadığını, 1990’lı yılların heba edildiğini savundu. 

Osman Ulagay'ın "İş dünyasının “Türkiye hikayesi” var mı?" başlığıyla (26 Eylül 2018) yayımlanan yazısı şöyle: 

Bülent Eczacıbaşı’nın anlattığına göre, TÜSİAD’ın 1997 yılında yayınladığı Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri raporu da TÜSİAD bünyesinde bile tartışmalara neden olmuş ve aynı yıl Türkiye’de “28 Şubat süreci” başlamıştı. Bülent Bey’in yazdıkları, TÜSİAD’ın genç kuşağının estirmek istediği değişim rüzgarının aradığı desteği bulamadığını ve onların yazmak istediği “Türkiye hikayesi”nin bir özlem olarak kaldığını düşündürüyor.

Özlenen “Türkiye hikayesi”

Bülent Eczacıbaşı’nın kitabında yazdıkları ve Hürriyet Pazar’da Çınar Oskay’a söyledikleri, Türkiye’nin bugünlere nasıl geldiğinin ipuçlarını veriyor. İş dünyasında Batı değerlerine bağlı yeni kuşağın özlediği “Türkiye hikayesi”nin, yaygın toplumsal destek sağlayacak şekilde formüle edilemediğini, buna karşılık İslam referansını kullanan siyasi akımların toplumsal destek sağlamada çok daha başarılı olduğunu ve dünyadaki değişimle uyumlu Türkiye hikayeleri yazabildiğini düşünen Bülent Bey Oskay’a şöyle anlatıyor bu süreci:

“Bir zamanlar Türkiye’nin hikayesi, ‘hür dünyanın ve NATO’nun Doğu’daki kalesi olmak’tı. Özal’lı yıllarda ‘küreselleşmenin parçası, dinamik liberal Türkiye’ hikayesi geçerliydi. Üçüncü hikaye AK Parti’nin iktidara gelmesiyle ortaya çıktı. Demokratik reformlar yapan, bir Muslüman toplumda demokrasinin gelişebileceğini, AB’ye katılım sürecinin başlayabileceğini kanıtlayan, bir yandan da hızlı büyümeye devam eden Türkiye son derece ilginç bir hikaye ortaya koydu. Şimdi hikayesiz kaldık derken bunu anlatmaya çalışıyorum.”

Anahtarı doğru yerde aramak

Batı’nın kriterlerini en iyi özümsemiş iş insanlarımızdan biri olan Bülent Bey’in yazdıkları ve söyledikleri aslında bir çaresizliğin itirafı gibi geldi bana. Onun da ifade ettiği gibi, 1980’lerde Turgut Özal’ın ve 2000’lerde Recep Tayyip Erdoğan’ın vizyonu ve dünya görüşü yön verdi Türkiye’ye. Birçok bakımdan Özal ve Erdoğan’dan farklı düşünen Eczacıbaşı ve onun temsil ettiği, iş dünyasının yeni kuşağı ise alternatif bir vizyon ortaya koyup savunamadı. 1990’lı yıllar heba edildi.

Bugünlere böyle gelindi. Şimdi gelinen noktada da “Türkiye’nin hikayesi yok” demek de doğru değil bence. Başkanlık sistemiyle tanımlanmış, kurumsal yapısı oluşturulmuş, ideolojik temelleri de olan bir hikayesi var Türkiye’nin. Türkiye’nin bu hikaye ile kendi özlediği ülke haline gelemeyeceğini görmesi Bülent beyi tedirgin ediyor şimdi ve bir alternatif arayışını gündeme getiriyor.

Nasrettin Hoca evinin bahçesinde kaybettiği anahtarı sokaktaki lambanın altında arıyormuş, neden böyle yaptığını soranlara da “burası aydınlık da ondan burada arıyorum” diyormuş. Kitabında bu hikayeyi anlatan Eczacıbaşı, şu önemli soruları sormadan edemiyor:

“Düşünüyorum, acaba anahtarı yanlış yerde arayan asıl bizler miydik? Türkiye’nin tüm sorunlarının kökeninde toplumsal fay hatlarının yattığı gerçeğini artık açıkça görüyoruz. Türkiye’nin sorunlarına doğru teşhisler koyabilmiş miydik? Tabuların etkisinde kalmadan gerçekçi çözümler geliştirebilmiş miydik?”