Yazar Murat Belge, Michael Mann gibi iyi tarihçiler sayesinde tarihte yaşanan soykırımların daha iyi anlaşıldığını yazdı. Belge, 'Demokrasinin Karanlık Yüzü' adlı kitabın yazarı Michael Mann gibi isimler sayesinde tarihin gerçek yüzünün ortaya çıkabildiğini söylüyor. Taraf'taki köşesinde 'İyi tarihçi olmak' başlıklı yazısında Belge, Mann'ın kitabına değiniyor ve '1915 Ermeni tehciri'nin iki tarafça nasıl algılandığını yazıyor. Belge'nin ((6 Aralık 2008) yazısı şöyle:“1877 ile 1887 arasında, diyor McCarthy, Bulgaristan’daki Müslüman nüfusun yüzde 34’ü kaçtı ve yüzde 17’si öldürüldü. Son, 1912-13’teki Balkan Savaşı’nda, Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan’ın ele geçirdiği topraklarda, Müslüman nüfusun yüzde 62’sinin ortadan kaybolduğunu hesaplıyor (yüzde 27’si öldürüldü, yüzde 35’i göçtü...” Bunları, dün de kitabına değindiğim Michael Mann (J. McCarthy’nin 1983’te New York University Press’ten yayımlanan kitabından yararlanarak) yazıyor. Yukarıdaki alıntının devamında, aynı olaylar sırasında yarım milyon kadar da Hıristiyan Osmanlı uyruğunun göçmek zorunda kaldığını, Müslümanlar’ın da birçok Hıristiyan öldürdüğünü ekledikten sonra, “Hıristiyan Batı”da yalnız bu ikincisinin bilindiğini ekliyor. Niçin anlatıyorum bunları? Türkiye’deki milliyetçilik furyasında, olur olmaz herkesi “Türk düşmanı” ilân etme kampanyasından ötürü. Oysa hayır, dünyanın her yerinde, “iyi tarihçi” olaylara nesnel bakan ve “taraflı” olsa da olguları nesnellik içinde sunan tarihçidir. Michael Mann da bunlardan biri. Ve dünyada, hiç azımsanmayacak sayıda “iyi tarihçi” var. Halil Berktay, 1915 karşısında, olayı inceleyen Ermeni ve Türkler’in nasıl farklı tavır aldıklarını çok isabetli bir şekilde saptamıştır. “Oldu/olmadı” gibi abes tavırlardan söz etmiyorum tabii. Olanı anlamaya ve açıklamaya yönelik, ama bunu yapanın durduğu yerin “öznelliği”ni de zorunlu olarak taşıyan tavırlar, sözkonusu olan. Burada Ermeniler olayı ön plana çıkarma eğilimindeler: 1915 yılının Nisan ayında İstanbul’dan emir geldi ve olay başladı. Sonra, “olay”ın bütün ayrıntıları, öldürülen, açlıktan ölüme terk edilen, ırzına geçilen vb... Bütün o korkunç olgular... Türkler ise bağlam’ı ön plana çıkarma eğilimindeler: Ermeni tarafı neler yaptı da Türkler kendilerini böyle davranmak zorunda hissettiler. Burada “olay”ın yalnız öncesi değil, “sonrası” da sözkonusu ediliyor, Ruslar’ın eline geçen topraklarda ve hattâ savaştan sonra, sözgelişi Fransızlar’ın eline geçen topraklarda Ermeniler nasıl intikam aldılar, bunların hikâyeleri anlatılıyor. Bu iki tavrın sonuçlarına, yani izleyen üzerinde yarattığı “etki”ye bakınca, olayı bağlamından soyutlamanın getirdiği şey, bir “demonizasyon”, yani yapanların zebanileşmesi, canavarlaşması. Bu iğrenç şeyleri yapanlar ancak kana susamış olabilir, sadist olabilir vb... Oysa gerçek tarihçilik hiçbir zaman “bağlam”ı unutamaz. Ve gerçek tarihçi tarihî olguları hiçbir zaman “melekler”le “zebaniler” arasında geçen metafizik bir ahlâk mücadelesi gibi görmez. Gelgelelim, “bağlam”a bakmak, dikkat çekmek, “olay”ın önemsiz olduğu anlamına da gelmez. Bir olayın, ne gibi aşamalardan geçilerek, nelerden etkilenerek biçimlendiğini, nelerden ötürü “öyle bir olay” olduğunu anlamak başkadır, onun hakkında etik bir yargı vermek bambaşka bir şeydir. Kaldı ki, sözkonusu “olay”da istediğimiz kadar işi “bağlam”a çekmeye çalışalım, “bağlam” “olay”ı haklı göstermeye yetmiyor. İyi bir tarihçi olan Michael Mann nihai yargısını (Vecdi Gönül’e de cevap vererek) şöyle dile getiriyor. “Sadece ahlâken değil, olgusal düzeyde de yanlış yola saptılar [yani, ittihatçılar]. Ermeniler böyle bir tehdit oluşturmuyordu ve yok edilmeleri Osmanlı savaşma gücünü zayıflattı. Soykırımın yenilgiye katkısı oldu [onların tarımdan silinmesi kıtlığa yol açtı. Liman von Sanders’ın verdiği sayılara göre 1916-17 arasında Kafkas sınırı bölgesinde 60.000 asker hastalık ve açlıktan öldü]. Önderler daha sonra başka ülkelere kaçtılar ve Ermeni suikastçıların kurşunlarına hedef oldular. Soykırımın uzun vadede başarılı olduğunu, Ermeniler’in yok edilmesinin savaştan sonra Türkiye’nin birleşmesini ve merkezileştirilmesini kolaylaştırdığını ileri sürebilirlerdi: ama ülke iki genç Türk mirasının lâneti altında: biri militarist bir otoriter ideoloji, öteki de şimdi Ermeniler’i değil de Kürtler’i ezen organik bir milliyetçilik. Genç Türkler bu organik milliyetçiliği uygulayarak ülkelerini ölümcül bir zaafa uğrattılar; varisleri onların gölgesinde mücadeleyi sürdürüyor.” Evet, iyi bir tarihçi, Michael Mann.