"ÖSO'nun yaptıkları uluslararası planda Türkiye'nin sorumluluğunu doğurabilir"

"ÖSO'nun yaptıkları uluslararası planda Türkiye'nin sorumluluğunu doğurabilir"

Cumhuriyet yazarı Özgür Mumcu, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile birlikte Afrin'e yönelik düzenlediği "Zeytin Dalı" harekâtını değerlendirdi. Mumcu, "Son dönemde kendi aralarındaki unsurların çatışmasıyla ve Afrin’in ele geçirilmesinden sonra disiplinsiz hareketleriyle gündeme gelen ÖSO’nun her faaliyetinin Türkiye’ye atfedilmesi de büyük ihtimal. Yani ÖSO’nun yaptıkları uluslararası planda Türkiye’nin sorumluluğunu doğurabilir" görüşünü dile getirdi.

Özgür Mumcu'nun "Afrin ve uluslararası hukuk" başlığıyla yayımlanan (4 Nisan 2018) yazısı şöyle:

Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığı bir dizi hukuki meselenin de tartışılmasına yol açıyor. Türkiye’nin askeri operasyonunun “işgal” şeklinde nitelenmesiyse hem iktidar hem de muhalefet çevrelerince tepkiyle karşılanıyor. Siyasi dilde “işgal” olumsuz anlamlar barındıran bir kavram. Ancak uluslararası hukukun dilinde “işgal” olumlu ya da olumsuz bir anlam barındırmayan, nötr bir kavrama denk gelmekte.  Bir devletin bir başka devletin topraklarının bir parçasında, o devletin iradesi hilafına askeri olarak etkin bir denetim sağladığı durumları uluslararası hukuk “işgal” olarak değerlendirmekte. Operasyonun amacı ilhak da olsa özgürleştirme de, bu değişmiyor. Zaten 1907 Lahey ve 1949 IV. Cenevre Sözleşmesi ve ek protokollerinde getirilen kurallar manzumesi de “askeri işgal hukuku” adında insancıl hukuk ile insan hakları hukukunun bir alt disiplinini oluşturuyor. Bu kurallar sözleşmesel kaynağından bağımsız olarak aynı zamanda teamül kuralı olma niteliğine de sahip. Özetle dünyadaki bütün devletleri bağlayan kurallar bunlar.  Uluslararası hukuka göre Türkiye’nin Suriye’de etkin denetim sağladığı yerlerde Suriye kanunlarını uygulaması gerekiyor. Ancak kendi güvenliğini sağlamak, kamu düzeninin gerekleri ve insan haklarının korunması sebepleriyle Suriye kanunlarından değişik hukuk düzenlemeleri getirebilir.  Askeri varlığın geçici olması da bir başka kural. Ancak belirtilmiş bir süre bulunmamakta. Getirilecek düzenlemelerin ve alınacak tedbirlerin Türkiye’nin bölgede kalıcı olacağına dair işaretler taşımaması gerekmekte.  Bunların yanı sıra; özel mülkiyetin ve kültürel varlıkların korunması, kamu sağlığının sağlanması, ceza yargılamalarında asgari uluslararası teminatlara uyulması gibi kurallar ve nüfusun zorla bir başka yere nakli, bölge halkını askere alma, kolektif cezalandırma gibi yasaklar da bulunmakta.  Türkiye’nin bölgede etkin denetim sağladığı sürece, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin uygulama alanı da askeri varlığının bulunduğu yabancı toprakları kapsayacak şekilde genişleyecektir. Bu bölgedeki Türk vatandaşı olmayanların da bireysel başvuru mekanizmasını harekete geçirme ihtimalleri bulunmakta.  Son dönemde kendi aralarındaki unsurların çatışmasıyla ve Afrin’in ele geçirilmesinden sonra disiplinsiz hareketleriyle gündeme gelen ÖSO’nun her faaliyetinin Türkiye’ye atfedilmesi de büyük ihtimal. Yani ÖSO’nun yaptıkları uluslararası planda Türkiye’nin sorumluluğunu doğurabilir. Uluslararası içtihata göre bir devletin böyle paramiliter güçler üzerinde genel bir denetiminin bulunması dahi uluslararası sorumluluk doğurmaya yeterli.  Umalım ki bütün sazlı sözlü halkla ilişkiler çalışmalarının gürültüsü içinde bu konuları bilen ve dikkate alan, “devlet ciddiyetine” sahip insanlar vardır.