'Öteki Algısı': 100 gençten 90'ı kızlarının 'diğer grup'tan birisiyle evlenmesini istemiyor!

'Öteki Algısı': 100 gençten 90'ı kızlarının 'diğer grup'tan birisiyle evlenmesini istemiyor!

Bilgi Üniversitesi Göç Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin TÜBİTAK desteğiyle yaptığı, “Diğeri ile Karşılaşmada Ötekileştirme/meyi Anlamak: Türkiye’de Gençlerle Empati ve Eşitliği Tartışmak” konulu araştırmanın sonuçları geçen haftalarda açıklandı. Araştırma sonuçları, 100 gençten 90’ının “kızlarının diğer gruptan birisiyle evlenmesini” kabul etmeyeceğini, 100 gençten 84’ünün çocuklarının “öteki” çocuklarla oynamasına bile izin vermeyeceğini gösterdi. 

“Öteki”ni komşu olarak istemeyenlerin oranı, o gruptan birini işe almayı düşünmeyenlerin oranıyla benzer şekilde yüzde 80 olarak çıktı. Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Emre Erdoğan tablonun iyiye gitmediğine dikkat çekerek Birgün'den Meltem Yılmaz'ın sorularını yanıtladı.

» Öncelikle anket çalışmasını neden gençler üzerinde yapmayı seçtiğinizi merak ediyorum. Sizi buna motive eden nedenler neydi?

Gelecekteki Türkiye’nin neye benzeyeceğine dair bir meraktan kaynaklandı çünkü belli bir yaş dönemi ve grubunun tarihsel sebeplerle oluşturdukları değerleri, hayatları boyunca taşıyacaklarını biliyoruz. Böyle baktığımız zaman da bahsettiğimiz 15 milyonluk bir nüfus Türkiye’de. Bir başka deyişle toplam nüfusun yüzde 20'lik bir bölümü 18- 29 yaş arası. Ve bu nüfus Türkiye’nin en farklı döneminden geçti, en fazla türbülansla dolu, en fazla belirsizlikle dolu dönemler gördüler, sayısız seçim ve darbe girişimi gördüler. Dolayısıyla bu insanların oluşturdukları değerlerin neler olduğu merak ettiğimiz bir konuydu.

» Anketin sonuçlarına göre gençlerin öteki algısı nasıl şekilleniyor? 

Öteki algısını biz biraz kimlikle beraber oluşturuyoruz. "Ben kimim" sorusuna verdikleri yanıtla. O "ben kimim" sorusuna verilen yanıt oluştukça öteki de oluşuyor. Burada birinci sırada tabii ki aile var. Aile, kimlikleri farklı mekanizmalarla devreye sokuyor. Mesela belli bir kimliği pekiştiriyor. Sen busun diyerek o kimliğe sahip çıkmasına neden oluyor, bazı kimliklere de ket vuruyor. Alevi ise bunu söyleme, Kürtse Kürtçe konuşma diyor…  İkinci sırada okul var. Bildiğimiz gibi okul egemen değerleri içselleştirmede çok önemli yer tutuyor. Mevcut ders kitaplarını okuyup, öğretmenleri rol model olarak görüyorlar. Ne ki bizim eğitim sistemimiz, belli bir “ideal vatandaş” tipini çok uzun zamandan beri üreten ve bunu norm olarak çocukların kafasına yerleştiren bir eğitim sistemi. Dolayısıyla okulda da, ailenin devamı niteliğinde, bir kimliğin pekişmesi veya baskılanması oluyor. Daha sonra tabii ki üniversite aşaması var ve bu aşama çok farklı. Gencin kendini geliştirmesine olanak sağlayan bir alandan söz ediyoruz.

»Acaba öyle mi? Apartmandan bozma üniversiteler, profesörü olmayan fakülteler veya rektörü iktidarın emrinde “kurumlar”. Mevcut üniversiteler ne kadar kırılma yaratabilecek nitelikte?

Verdikleri eğitimle bu fırsatı yaratıyorlar mı, evet bunu bir düşünelim. Yine de belli başlı üniversitelerde verilen çoğulcu eğitimin gencin dünyasında bir kırılma yarattığı açık. Ama zaten bizim üniversiteden kast ettiğimiz daha çok gencin üniversitede yaşadığı hayat. Bugünün üniversite öğrencileri kendilerine benzemeyen, farklı insanlarla bir araya geliyor mu? Önemli olan bu. Daha önce kesişmediği, karşılaşmadığı insanlarla üniversitede karşılaşıyor mu? Üniversitenin başka etkinlikleri de var; tiyatro, sinema, folklor spor gibi. Bu tür etkinlikte olan gençler her şeye rağmen daha az ötekileştiriyorlar.

»Peki çok küçük yaşlardan itibaren internet kullanımı ve sosyal medya öteki algısında nasıl bir etkiye sahip?

Teorik olarak olumlu bir etkisi olabilir ama pratikte olmuyor. Çünkü Türkiye’de sosyal medyanın kutuplaşmaya hizmet ettiğini biliyoruz. Kendi çevremize benzeyen insanlarla arkadaş oluyor, onları takip ediyoruz. Negatif etkisi şu anda daha fazla. ABD'de gençler interneti daha çoğulcu kullanıyor örneğin, bizde öyle değil.

»Gettolaşma hangi aşamada başlıyor?

Türkiye halen yüksek sosyal mobilizasyon olmasına rağmen, bu hareketliliğin giderek azaldığı bir ülke. 1970’lerdeki gibi herhangi bir yerden çıkıp başka bir noktaya ulaşmak mümkün değil. Çünkü kompartmanlaşma var. Örneğin beyaz yakalı bir gence baktığımızda annesinin de beyaz yakalı olma olasılığı yüksek, böyle bir sınıfsallaşmadan dolayı da artık iş hayatında da öteki ile karşılaşmalar fazla olmuyor. İşte o zaman da gettolaşma oluyor. Yani her yere gitmek yerine herkes kendi mahallesinde kalıyor. Fatih, Beşiktaş, Kadıköy, Gazi mahallesi, herkesin kendisini rahat ve güvende hissettiği bir coğrafya oluşmaya başlıyor. Ötekiyle temas ettiğimiz anda ön yargılar kırılmaya başlayacak ama bu temas oluşmuyor.

»Anket kapsamında en fazla önem atfettiğiniz sonuç ne oldu?

Birincisi ötekileştirme eğilimimizin yüksek olması. İkincisi bunu hangi kimliğe sahip olursak olalım yapmamız. Bu anketin sonuçları Türkiye’ye dair iyi bir tablo sunmuyor ama dikkatli bir okumayla çok fazla fırsat olduğunu da gösteriyor.

» Cumhurbaşkanının ve iktidar partisinin baş aktörlerinin katı tektipçi açıklamalar, tutum ve davranışlar sergilediği ve aynı siyasetin toplumsal yaşamı, günlük hayatı bu derece domine ettiği bir atmosferde yeni fırsatlar yaratmak ne kadar ve nasıl mümkün?

Ama zaten çoğulculuk bir siyasetçinin çok da işine gelen bir şey değil, o nedenle siyasetten beklemek yanlış. Bu temasları kendimiz yaratmamız lazım. Hatta çocuğumuzdan da değil, öncelikle kendimizden beklememiz lazım.

» Bundan 10- 15 sene önceki genç nüfusun öteki algısıyla bugün çıkan sonuçları karşılaştırma yapabileceğimiz veriler var mı?

1998’de “Suskun kitle büyüteç altında” diye bir çalışma yapmıştık yine gençler üzerinde, orada da gençlerin yaşam tarzlarıyla ayrıştığını ortaya koymuştuk. Ama şimdi gelinen noktada ciddi bir ötekileştirme var. Kendi mahallesinden çıkmayan insanlar var. Dediğim gibi, Türkiye Cumhuriyeti mobilizasyon sağlama açısından çok başarılı bir altyapıya sahip bir ülke. Ama şimdi olduğu gibi, kendinize benzeyen insanların olduğu bir okulda okumak, kendinize benzeyen insanların olduğu yerde çalışmak, o mahallelerde yaşamak kastlaştırıyor. Bu şekilde Türkiye’de kast sistemi çok mümkün. Örneğin benim jenerasyonumda ilkokullar ne kadar heterojense benim çocuğumda tam tersi. Türkiye değişiyor.