Öteki İstanbul’da bir gün: Tarihi yarımadanın kalbindeki göçmen mahallesi Nişanca

Öteki İstanbul’da bir gün: Tarihi yarımadanın kalbindeki göçmen mahallesi Nişanca

İstanbul’un yüzyıllar boyunca kalbi olmuş tarihi yarımadada, dünyanın en turistik kentlerinden birini görmek için dünyanın dört bir yanından uçaklara atlamış sayısız turistin her gün doldurduğu Sultanahmet Meydanı’nın birkaç kilometre uzağında dış cephesi olmayan, yıkılmaya yüz tutmuş  binalardan oluşan bir mahalle var. Bu mahallenin evlerini ve sokaklarını Türkiye’ye tarihi güzellikleri için değil, daha iyi bir hayat hayalleriyle gelmiş binlerce yabancı dolduruyor. 

Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin’in davetiyle Beşiktaş’tan yola çıkıp, Fatih’in Nişanca Mahallesi’ne geldiğimde sanki şehir, hatta ülke değiştirmiş hissiyatına kapıldım. Mahallenin Türk esnaf ve sakinlerinin uğrak yeri olan sokağın başındaki kahveyi geçtiğini anda, bir daha Türkçe tabela görmek çok zor. Bir zamanlar Emel Sayın dahil olmak üzere birçok Türk yazar-çizer, oyuncu ve aydınının evi olan bu mahalle, özellikle 99 depreminden sonra vasat yapı stoğu nedeniyle birçok varlıklı sakini tarafından terk edilmiş. Burası ceplerinde ne kadar para varsa onu alıp, ülkelerindeki kötü şartları geride bırakıp yeni bir hayat kurmak isteyen göçmenlerin sığınma yeri haline gelmiş.

Mahallede neredeyse her renkten ve sesten insan görmek mümkün. Sokaklarda 10 dakika dolaştığınızda Arapça, Farsça, Fransızca, Özbekçe ve daha onlarca farklı dil duymanız mümkün. Bir sokağın başındaki Vodafone şubesinin altındaki açıklama Arapça, üstündeki cama Kiril alfabesiyle ‘İş var’ yazılmış, yanında bir Özbek; karşısında ise bir Tacik restoranı. Her yerde görebileceğiniz bir şey ise ‘Kiralık oda’ yazıları. 

Türkiye’ye göç eden ve çevrelerinden duydukları Nişanca’ya gelen birçok kişi, şehrin absürt ev fiyatları arasında ev bulamıyor; birçoğu oda kiralamak zorunda kalıyor. Sokağın ortasında tabelasıyla ‘oda kiralayan’ bir satıcıya evin fiyatını sorduğumda ise ‘3 bin 200 lira’ cevabını alıyorum. Kaç kişi için diye sorulduğunda ise satıcı geveleyerek “bir karı-koca” yanıtını veriyor. Mahallenin sakinlerine sorulduğunda ise durum çok daha farklı. Farklı kişilerin anlattıklarına göre özellikle Afrika ülkelerinden gelen göçmenler, bu odalarda 5 ila 10 kişi kalıyor. Bir evde 3 oda bulunduğunu varsayarsak, bir dairede 15 ila 30 kişinin yaşadığını varsayabiliriz. Bu evlerin birçoğunda sıcak su bulunmadığı belirtiliyor. Bahsi geçen dairelerin bulunduğu binalar ise çok üzücü durumda. Bir deprem bölgesinde tehlike oluşturacak kadar yıpranmış ve eskimişler. Çoğunun duvarlarının çatladığı görülebiliyor; bazılarının dış cephesi bile yok. 

Dükkanlarda çalışanların büyük bir bölümünün ise yabancı uyruklu olduğunu görüyoruz. Tekin, bölgedeki birçok işverenin yasa dışı seviyede düşük yevmiyelerle İstanbul’da geçinmeye çalışan yabancıları çalıştırdığını ifade ediyor. Genellikle bir dükkana girdiğinizde ve Türkçe konuştuğunuzda yanınıza hızlı bir şekilde oranın sahibi gelip sizinle konuşmaya başlıyor.

Gürsel Tekin, bu göçmenlerin işverenler tarafından acımasızca çalıştırıldığını defaatle vurgularken, bu insanların kayıtlı olmadıkları için sınır dışı edilme korkusuyla yardım da isteyemediğine dikkat çekiyor. 

Nişanca’da yoğunluklu olarak Afrikalılar, Orta Asyalılar ve Arap coğrafyasından gelenler yaşıyor. Nerelisiniz diye sorulan birkaç kişiden aldığım Özbek, Tacik, Senegalli, Kongolu, Eritreli, Nijeryalı, Afgan, Pakistanlı, İranlı yanıtları bölgenin gerçekten ne kadar kozmopolit olduğunu gösteriyor. İstanbul’un göbeğinde onlarca farklı milletten farklı insan, her gün var olma mücadelesi veriyor. 

Tabii bu insanların yıllardır burada olmasıyla, birlikte orası kültürlerinden de iz taşıyor. Özbeklerin kendi, Kongoluların kendi marketleri var. Türk sokak satıcıları, orada yaşayanlara hitap edecek ürünler satıyor. Özbek tandır ekmeği ve kuru balık satan bir sokak satıcısı; ürünlerini özellikle Rusların ve Orta Asya ülkelerinden gelenlerin tercih ettiğini söylüyor. Kongoluların kendi, Özbeklerin kendi kuaförleri ve restoranları var. 

Bakkallarda normalde İstanbul’un herhangi bir yerinde bulamayacağınız, çeşitli ülkelerden getirilmiş ürünler var. Yıkılmaya yüz tutmuş dükkanların önünde çeşitli milletlerden insanların memleketlerinden getirdikleri tariflerle yaptığı leziz hamur ürünleri satılıyor. Gördüğüm Tacik restoranlarından birinin içine girdiğimde beni güler yüzle karşılayan garson Türkçe bilmediğini söyledikten sonra Rusça Türkiye’ye geleli henüz bir iki ay olduğunu söylüyor. Yani bölgede uzun süredir yaşayan göçmenler olsa da, Nişanca hala göç almaya da devam ediyor.

Sokakta farklı ülkelerin bayrakları ve sembolleri bulunuyor. Örneğin bir apartmanın girişine Rusya’da Ukrayna’ya karşı başlatılan işgalin sembollerinden biri haline gelmiş “Z” sembolü bulunuyordu.

 

CHP’li Tekin, Nişanca’da 168 tane de yabancı uyruklu seçmen bulunduğunu söylüyor. Tekin, Nişanca’nın sadece bir örnek olduğunu; sadece İstanbul’da kendisinin gördüğü 63 tane böyle mahalle olduğunu vurguluyor. Tekin, TÜİK gibi kurumların veri paylaşmayı bırakmasının bu tür konularda takip yapmayı çok zorlaştığını vurguluyor; örneğin kayıp çocuklar hakkında bilgi alamadıklarını ifade ediyor.

Mahallenin azınlık haline gelmiş Türk sakinleri ise Nişanca’nın değişen yapısından şikayetçi. Esnaflardan biri “mahvettiler” derken, bir başkası da “sokaktan geçenleri çevirsen dilini konuşacak insan bulamazsın” diyor. Mahalleli isyan etse de, karşılaştığım ve konuştuğum yabancıların çoğunluğunun iyi denebilecek seviyede Türkçe veya İngilizce konuştuğunu söylemem gerekiyor. 

Gürsel Tekin, hükümetin çeşitli politikalarının da göçmenler ve Türk esnaf arasında kopukluğa sebep olduğuna dikkat çekiyor. Tekin’e göre buna verilebilecek en net örneklerden biri Suriyeli sığınmacılara uygulanan vergi muafiyeti. Tekin, birçok esnafın kendilerine de vergi muafiyeti sağlanmadığı için fiyat konusunda rekabetçi olamamaktan şikayet ettiğini dile getiriyor.

Tekin’e Millet İttifakı’nın ve yeni oluşan birleşik muhalefetin göçmen kriziyle ilgili bir planı olup olmadığını sorduğumda ise CHP milletvekili Suriye’de merkezi hükümetten Rusya’ya birçok partinin operasyonlarının devam ettiğine ve Türk askerinin hala orada bulunduğuna dikkat çekerek, Suriyeli sığınmacıların geri gönderilmesini çok olası görmediğini ifade ediyor. Tekin, “Haydi gönderelim” demenin kolay olmadığını düşündüğünü belirtirken; krizin ancak uluslararası kurumlar aracılığıyla çözülebileceğini; bu yükü Türkiye’nin diğer ülkelerle paylaşabileceğini düşündüğünü dile getiriyor. 

Sığınmacı tartışması sıklıkla Türkiye’de gündemin üst sıralarında yer alırken, bu konuda televizyonda, gazete köşelerinde ve siyaset sahnesinde çok acımasız yorumlar görmek mümkün. Bu insanlar, İstanbul’da çok korkunç şartlarda yaşıyor. Buralar kapalı bölgeler değil, herhangi birinin gidip görmesi, onlarla konuşması mümkün. Sığınmacıların ülkelerindeki şartlar o kadar korkunç durumda ki, başka bir ülkede birçoğumuzun ‘kabul edilemez’ diyebileceğimiz şartlarda, Anayasamıza göre yasa dışı sayılan uygulamalarla çalışmayı kabulleniyorlar.Bu konuda yorum yaparken, insanlardan bahsettiğimizi unutmamak gerkiyor…