Otel odasında Türkiye çapında bir bankaya

Otel odasında Türkiye çapında bir bankaya
T24 - Bir dönemin unutulmaz dizi ve çizgi filmlerini seslendiren Hakan Ateş, bir otel odasında kurulan Denizbank'ın 14. yılında özel bankalar arasında nasıl 5'inciliğe yerleştiği anlattı. Ateş, "Tam profesyonel bir anlayışla bankayı yönettik. Hissedarlarımızı her ortamda bilgilendirdik. Kriz dönemindeki satın almalarımız ve sonrasında 2004 Ekim ayında bankamızın yüzde 25 kısmının halka açılmasının ardından, bütün uluslararası bankacıların ilgisini çektik. Nihayet yapılan satış ile Zorlu Grubu banka üzerindeki yüzde 75’lik hissesini 2006 yılının 30 Mayıs günü 3 milyar 250 milyon dolarlık bir bedelle Dexia’ya devretti. Bu satış rakamı bugüne kadar sektörde kaydedilen en büyük çarpandır. Defter değerinin 4.6 katına satılan bir banka olarak Denizbank satışı tarihe geçti" dedi.Vatan gazetesi yazarı Aydın Ayaydın'ın "Denizbank’ı bir otel odasından Türkiye çapında üne kavuşturdu" başlığıyla yayımlanan (15 Ağustos 2010) yazısı şöyle: Denizbank’ı bir otel odasından Türkiye çapında üne kavuşturdu* Hakan Ateş kimdir, biraz kendinizden bahseder misiniz?1 Mayıs 1959 Ankara doğumluyum, ilk ve orta öğrenimimi 1976 yılında TED Ankara Koleji’nde tamamladıktan sonra Orta Doğu Teknik Üniversitesi İşletme Bölümü’nden 1980 yılında mezun oldum. İş Bankası’nın açtığı Teftiş Kurulu sınavı ile Stajyer Müfettiş Yardımcısı oldum. Beş yıl İş Bankası’nda müfettiş olarak çalıştıktan sonra 9 yıl süre ile Interbank’ta; muhtelif şube müdürlükleri ve Genel Müdür Yardımcısı konumunda çalıştım. 1994’te Doğuş Grubu’na geçtim. Doğuş Grubu’nun o tarihte yeni aldığı Bankekspres’i Bank of America’nın danışmanlık servisi ile yeniden yapılandırma çalışması ekibinin içinde yer aldım. 1997 yılında Zorlu Holding tarafından satın alınan Denizbank’ı bir banka haline getirmek; düz bir beyaz kağıdı, bir bankaya dönüştürmek için kolları sıvadım. Tarih 1997 Nisan. 1 sicil numarasıyla işe başladım. 14 yıldır Denizbank Genel Müdürlüğü’nü yürütüyorum.* Hakan Bey sizi Bodrum aşığı ve deniz tutkunu olarak görüyorum. Neden Bodrum?Babam İTÜ’yü İller Bankası bursu ile bitirdikten sonra orada bir süre çalışmış. Oradan edindiği arkadaşlarla Bodrum’da, Yahşi ile Kargı’nın birleştiği yerde Çapa Tatil Köyü’nü kurmuşlar. 1977’den beri her yaz buraya gelir gideriz. Bodrum’a geldiğimiz yıllarda, sütümüzü ineklerin sağılmasını bekleyip alırdık. Bahçeden bütün meyve-sebze ihtiyacımızı karşılardık. Yazlık evin bahçesinde inekler, tavuklar gezerdi. Bodrum’un öyle bir ortamdan gelişimine şahitlik ettik. Bu yarımada, Bodrum, gerçekten hiçbir şeye değişmeyeceğim bir yer. Bugün Tekfen Yalıkavak Evleri’ndeki yazlığımda birkaç yıldır oturuyorum ve çok memnunum. Bodrum eski yıllarda Cevat Şakir Kabaağaç, hani şu meşhur Halikarnas Balıkçısı’ndan da bilindiği üzere, insanların sürgüne gönderildiği bir yermiş. Zamanla yörenin güzelliğinin, çekiciliğinin, güzelliklerinin etkisi olarak, önemli bir gelişme gösterdi. Kış nüfusu 30 bin olan yarımada yazın 300-350 bine kadar çıkıyor. Kuzey ve güneye bakan koyları, denizin ısısı, rüzgârın yönü-seyri açısından çok farklı bir yer Bodrum ve sıkılmanıza imkan yok. Her bir koyda farklı bir tat alınabiliyor. Bu beni Bodrum aşığı yapıyor. Tekne yarışları bankacılığımıza ciddi katkılarda bulunuyor* Deniz tutkusu ne zaman başladı ve deniz sevgisi size neler yaptırıyor?Çok küçük yaşta yüzmeye ve deniz sporlarıyla ilgilenmeye başladım. Yelkenli tekne almadan önce bankamızın sponsor olduğu Donanma Kupası Yat Yarışları’na katıldım, çetin geçen bir yarışmaydı. Orada da deniz ve doğa ile iç içe olmanın insan hayatına çok katkısı olduğunu yaşayarak öğrendim. Bunu hayatımın bir parçası haline getirmeye çalıştım ve gördüm ki bizim bankacılığın da, kimi zaman dalgalı kimi zaman durgun denizden farkı yok. Bu metaforlar benim için daima bir rehber oldu.* Yarışmalara katıldığınızı biliyorum. Bu nasıl başladı? Ne tür yarışlar yapıyorsunuz? Hiç dereceye girdiniz mi?Yarışmalara katıldığımız doğru. Bankamız TAYK’ın 5 yıldır sponsoru. Deniz sporlarının ülkemizde gelişmesi gerektiğini düşünüyorum. Yelken çok güzel bir spor, gençlerin hayata dair bir sürü konuyu çok daha erken yaşta çözmelerini, hayatla mutlu bir şekilde baş etmelerini ve takım disiplini almalarını sağlayacak bir spor olarak görüyorum. Her yıl 30 kişilik bir grupla bu yıl 6’ncısını düzenlediğimiz Denizbank Üst Yönetici Grubunun Yelkenli Takım Çalışması adını verdiğimiz bir çalışma yapıyoruz. 5 tekne kiralıyoruz, bunlarla 3 gün süren bir yarışma düzenliyoruz. Her günün galibi var ve tabii ki teknede hiçbir şekilde rütbe yok. Birkaç yıldır mutad yarışmacılarımız olan banka genel müdür yardımcıları ve şirket genel müdürlerinin yanı sıra Dexia’dan Yönetim Kurulu Başkanı da katılıyor ve hepimiz o tekne içindeki takımla sarmaş dolaş olup doğa ile mücadelemizi veriyoruz. Bu çok ciddi olarak bankacılığımıza katkıda bulunuyor. Kriz anlarında ki, bunlar genelde rüzgârın çok arttığı, tekneyi sağa sola yatırdığı durumlarda nasıl davranılacağı, nasıl bir iş bölümü yapılacağı ve en önemlisi takım arkadaşlarınıza ne kadar güvenmek zorunda olduğunuzu iyi tecrübe etmenizi sağlıyor. Yöneticilerimiz, yol dahil bu 4 günlük süreçte çok yorulmuş ama yeni bir şeyler öğrenmiş, denize daha fazla tutulmuş, Denizbank’ı ve çalıştığı yerin insanlarını birtakım ruhu içinde çok daha yakından tanımış olarak ayrılıyor.Bu yıl en az 1000 kişiye iş imkanı sağlamayı düşünüyoruz* Çok başarılı bir bankacısınız. Ahmet Nazif Zorlu ile Denizbank’ın sadece lisansını aldığınızda Denizbank diye bir banka yoktu. Sadece ismi vardı. Bugün Denizbank’a bakınca yabancıların satın aldığı ve ülkenin birçok yerinde şubesi olan bir banka olarak karşımıza çıkıyor. Bunu nasıl başardınız?Aslında tabii bu kurumu temsil eden kişi olarak soruyu bana yöneltiyorsunuz ama esas itibariyle şu an 9 binin üzerindeki Denizcinin alın teri, göz nuru emeği var bu başarıda. Ben onların temsilcisi olarak böyle bir onuru taşımaktan son derece mutluyum. 14’üncü yılında bankamız 81’incilikten başladığı yarışı, özel bankalar arasında 5’inci olarak sürdürme başarısını gösterdi. Swissotel’e yerleştiğimizde ben Rusya’dan yeni dönmüştüm ve İstanbul’da ikamet edeceğimiz hiçbir yer yoktu. Dolayısıyla Swissotel’de apart kısmında 2 odaya yerleştik, birinde eski eşim ve o tarihte 8 yaşında olan oğlum Ali vardı. Karşı odada bankanın kuruluşu için ayarladığmız ofis şeklinde bir kurulum vardı. O tarihte oğlum Ali’ye o odaya pijama ile gitmemesini, oranın bir banka olduğunu hatırlattığımı gayet iyi hatırlıyorum. Tabii Ahmet Nazif Zorlu’nun görevlendirmesiyle sıfırdan bir bankayı, bembeyaz bir sayfa üzerine yapmak zor bir iş... Ancak Zorlu Grubu ile hissedar ve profesyonel yönetici arasındaki ilişkinin kanaatimce ülkemizdeki en iyi örneklerinden birini verdik. Kurumsal yönetimin temel ilkeleri şeffaflık, hesap verebilirlik, eşitlik konularında, risk yönetimi konularında, Ahmet Nazif Zorlu bana ve arkadaşlarıma, yani profesyonel yönetime güven duydu. Bankamız yönetiminde Ahmet Bey dahil holdingten hiç kimse yer almadı. Tam profesyonel bir anlayışla bankayı yönettik. Hissedarlarımızı her ortamda bilgilendirdik. Kriz dönemindeki satın almalarımız ve sonrasında 2004 Ekim ayında bankamızın yüzde 25 kısmının halka açılmasının ardından, bütün uluslararası bankacıların ilgisini çektik. Nihayet yapılan satış ile Zorlu Grubu banka üzerindeki yüzde 75’lik hissesini 2006 yılının 30 Mayıs günü 3 milyar 250 milyon dolarlık bir bedelle Dexia’ya devretti. Bu satış rakamı bugüne kadar sektörde kaydedilen en büyük çarpandır. Defter değerinin 4.6 katına satılan bir banka olarak Denizbank satışı tarihe geçti. Çok ilginçtir, Zorlu Grubu’nda olan anlayışın kurumsal yönetimin hemen hemen çok benzeri, çok paraleli... Aynı şekilde Dexia hissedarlığında da devam ediyor. Şu anda yüzde 99’un üzerinde bankamıza hissedar konumdalar ve biz yeni şubeler açarak gençlerimize yeni iş imkanları sağlamayı sürdürüyoruz. Bu yıl yeni en az 50 şube açıp, en az 1000 kişiye daha iş imkanı sağlamayı planlıyoruz.Bankacı olmasaydım özellikle tiyatro ile ilgili bir alanda çalışırdım* Denizbank’ta tarımsal kredileri başlattınız ve bu konuda çok da başarılı oldunuz. Bu fikir nereden çıktı? Memnun musunuz?2002 yılında TMSF’den Tariş Bank’ı satın alarak Denizbank’a kattığımız tarihe kadar bu kadar önemli bir alanın farkında değildik. Bankacılık da maalesef bu sektörün farkında değil. Ülkemizde nüfusumuzun yüzde 30’undan fazlası, yani her 3 insandan biri tarımda yaşıyor. Tarımdaki istihdam, toplam istihdamın dörtte birini oluşturuyor. Kaldı ki tarımsal üretimi ekonomik olarak besleyip, çiftçinin şehre göç etmeden, kırsal kesimde mutlu bir hayat yaşamasını sağladığınızda, şehirdeki türlü alt yapı problemlerinden kurtulduğunuz gibi ülkenize de birçok alanda katkıda bulunuyorsunuz. Daha da önemlisi insanlarınızı daha da mutlu, toprağa doyarak, kendi ürettiğini tüketerek yaşatır konuma geliyorsunuz. Biz Tariş Bank’ı satın aldıktan sonra bu yolda önemli faaliyetlerde bulunduk. Üretici Kart’ı Türkiye’de ilk defa gündeme getirdik ve bugün baktığımızda özel bankalar arasında birinci konumdayız. Çünkü çiftçimiz temel olarak yüksek karakterli bir yapıda. Kredi veren ve risk ölçen bir kurum olarak da bankaların en dikkat ettiği husus borç alanın borcunu ödeme niyetidir. Birtakım sıkıntılarla karşılaşıldığında, tabii ki biz de gerekli hoşgörüyü göstererek çiftçilerimiz ile omuz omuza bu işi sürdürüyoruz. Bu noktada bir çiftçimizin de sözünü burada aktarmak istiyorum: “DenizBank bizi tefecinin elinden söktü aldı.” Bunu duymak beni çok mutlu ediyor, o kadar ki; “Bu sözü işitmek için 30 yıllık bankacılık kariyerim feda olsun” diyorum. * Bankacı olmasaydınız ne olmak isterdiniz?Bankacı olmasaydım, öyle zannediyorum yine güzel sanatlarla ilgili, özellikle tiyatro ile ilgili bir alanda çalışabilirdim.11 yaşımdan itibaren aileme harçlık için başvurmadım* Yanılmıyorsam orta öğretimden itibaren, hatta İş Bankası’nda müfettişliğe başladığınız döneme kadar size önemli gelir getiren başka bir iş yapardınız. Neydi bu yaptığınız ve bu işi nasıl bıraktınız?TRT Çocuk Saati’ne girişim benim aslında hayatımda en önemli kilometre taşlarından biridir. 4’üncü sınıfta ilkokul öğretmenimiz Rezzan Güniz’in yazdığı operette sınıfın en haşarı çocuğu olmama rağmen bana başrol verildi. Öyle zannediyorum onu güzel icra ettim ve hâl böyle olunca da Çocuk Saati’nden talep geldi. Beni bir sınava aldılar ve ondan sonra Çocuk Saati’ndeki programlarda sanatçı olarak çalışmaya başladım. 11 yaşından itibaren de pek aileme harçlık için başvurmak zorunda kalmadım. Rahmetli Yalın Tolga, Ejder Akışık, Semih Sergen ve Ergin Orbey gibi çok kıymetli hocalarımız sayesinde önemli bir mikrofon tekniğine sahip oldum. Zuhal Olcay, Derya Baykal, Selçuk Yöntem, Çetin Tekindor, Cihan Ünal, Tülay Bursa, Köksal Engür, Rüştü Asyalı, Semih Sergen gibi çok kıymetli sanatçılarla çalıştık. Bunun arkasından TRT’de de diziler ithal edilmeye başlandı ve seslendirme yapılması ihtiyacı doğdu. Birçok yayında seslendirme yaptım. Beyaz Gölge’de Hayward’ı seslendirdim ve bunların yanı sıra İsviçreli Robinsonlar, Şeker Kız Candy ve ünlü dizi Dallas gibi birçok yapımın seslendirmesinde uzun süreli olarak yer aldım. İş Bankası Teftiş Kurulu’na girdikten sonra 5 yıl süreyle her yıl 6 ay Anadolu turnesine çıktığım için bu işi yapmama olanak kalmamıştı. Zaten bankanın kuralları gereği yapamazdım da. İş Bankası’nda müfettiş yardımcısı olunca 25 bin lira maaş almaya başladım, oysa seslendirme işinden 40 bin lira alıyordum. Bir ara acaba müfettişlikten vazgeçip eski işimi mi yapayım diye de düşündüm.Eşim 46 yaşında ilk bebeğine sahip oldu, kızımıza mucize gibi bakıyoruz* Görüyorum ki çok tatlı bir bebeğiniz var. İsmi ne? Ona bir baba olarak yeterli vakit ayırabiliyor musunuz? Bebeğimizin adı Alisa Damla, 2,5 yaşında, adını abisi Ali koydu. Abisi ile arasında 18 yaş var ama çok iyi anlaşıyorlar. Geçen gün abisini odasına girip “Ali bu odanın hali ne böyle, bu ne dağınıklık” diye sitem ettiğinde Ali’nin halini görmeliydiniz. Ali şimdi İngiltere’de felsefe tahsil ediyor ve son sınıfta. Tabii Damla bizim için hayatımızda çok yeni ve farklı bir mutluluk. Bir mucize bebek gibi bakıyoruz biz ona...* Eşiniz Sibel Hanım da sizin gibi bir bankacı. Nasıl ve ne zaman tanıştınız. Yani sizi evliliğe götüren süreç nasıl başladı?Sibel aslında İnterbank’ta 19 yıl çalışmış. Biz Sibel ile 20 yılı aşkın bir süredir tanışıyoruz. O da Ankara Koleji ve ODTÜ İşletme mezunu. İnterBank’ta çalıştığım süreç içerisinde kaderin cilvesine bakın ki devir teslim ettiğim şube müdürlükleri ve Genel Müdür Yardımcılığı pozisyonlarının birçoğunda karşımda eşim Sibel vardı. Ben ilk eşimden ayrıldıktan sonra Sibel’le Bodrum’da karşılaştık. O dönem düşündüm taşındım ve “Başka birini bu saatten sonra tanımak çok zor, gel bu işte arkadaşlığımızı evliliğe dönüştürelim” dedim. Sibel başta arkadaşlığımız zarar görür mü diye endişelendi ama daha sonra evlendik ve 46 yaşında ilk bebeğine sahip oldu, Damla’yı doğurdu. Şu anda emekli ve güzel sanatlarla, kızı ile ilgileniyor. Yıllar önce ona bir falcı, evleneceğinden kızı olacağından söz etmiş o da “Hadi canım sen de” demiş ama demek ki falcının bir bildiği varmış, söyledikleri gerçek oldu. Türk bankaları göz dolduruyor* Ekonomi ne durumda? Size göre kriz atlatıldı mı, yeni bir kriz olur mu?2001 krizinden sonra alınan kararlar, Kemal Derviş, koalisyon hükümetleri sırasında ve daha sonra iktidara gelen AK Parti tarafından çok iyi izlendi, gerekleri yerine getirildi. Makro ekonomi olarak gerek faiz dışı fazlanın her yıl itibari ile yeterli düzeyde verilmesi, gerekse bütçenin konsolidasyonu sonrası disipline önem verilmesi ve harcamaların dikkatli yapılması iç borcu sorun olmaktan neredeyse çıkarttı. 2008-2009 yıllarında da herkes çok önemli krizlerle boğuşurken biz aradaki açığı kapatma fırsatı bulduk. Bankalarımız burada çok güzel bir sınav verdi. Bildiğiniz gibi devletten gelir yardımı almayan dünyada tek OECD ülkesiyiz. Tüm Türkiye burada çok başarıyla bir kriz atlatmış oldu. Kriz yönetiminde bana göre gerek hazine yönetiminin ve bütün hazine birimlerinin, gerekse Merkez Bankası’nın çok güzel bir yönetimi oldu. Umarım yakın bir tarihte derecelendirme şirketleri de bu gerçeği kabul eder ve yatırım derecesine yükseltir ülkemizi. * Bankacılık sektörünü nasıl buluyorsunuz? Bir sıkıntı var mı?Türk Bankacılık sektörü dünya çapında son derece başarılı. Ürün çeşitliliği, yetişmiş personeli ve teknolojik alt yapısı ile dünyanın en önde gelen sektörlerinden biri. Şu anda bizde bireysel bankacılıkta bulunan ürün çeşitliliği yurt dışında yok. Toplam bilançoya mali açıdan baktığımızda da 8.5 katı bir kaldıraç var ki, 8.5 kaldıraç dünyadaki en küçük kaldıraçlardan biri. Özvarlık güçlüdür. Sermaye yeterlilik rasyosu 17’nin üzerindedir ve de bunun çok önemli bölümü 1’inci kuşak sermayedir. Bankacılık sektörü şubeleşmeyi de artırarak çok geniş kitlelere hizmet verebilme konumuna geldi. Dolayısı ile ekonominin önünü çok açık görüyorum ve bankacılık sektörü de büyümenin dinamosu olacaktır.Çok genç bir Cumhuriyetiz ve çok fazla yatırım yapılması gerekiyor. Her türlü alt yapı yatırımının enerji turizm başta olmak üzere eğitim, sağlık, gemicilik sektörlerine çok önemli yatırımlar gerekiyor. Dolayısıyla dış kaynağa ihtiyacımız var. Ekonomi-siyaset cephesi* Erdoğan Hükümeti sizce nasıl?Ekonomi olarak Erdoğan Hükümeti ve tüm ekonomik birimlerin bağlı olduğu Ali Babacan’ı başarılı buluyorum. Reform sürecini asla aksatmamak gerekiyor, bu konuda da bir sıkıntı olduğunu sanmıyorum.* Referandumda ne gibi bir sonuç bekliyorsunuz?Çok zor bir soru tabii. Herhalde yakın çıkacak, yani sonuç evet de olsa, hayır da olsa yakın bir sonuçtan bahsediyor bazı istatistik büroları ve pazar araştırması yapan şirketler. Bekleyeceğiz ve göreceğiz ama Türkiye ve Türkiye’nin seçmeni ilerisi için en doğru olanı seçecektir diye düşünüyorum. * Bir daha dünyaya gelirseniz yine bankacı olur musunuz?Böyle bir mesleği yeniden başlayarak yapmayı da gerçekten arzu ederdim, çünkü heyecanımı hiç kaybetmedim.