Ozan Doğulu: Şarkı söylemeyi sevmem ama 20 saat piyano çalarım

Ozan Doğulu: Şarkı söylemeyi sevmem ama 20 saat piyano çalarım

T24 - Ozan Doğulu, 38 yaşında... 4 yaşından beri sahnede, 12 yaşından beri öğretmen, 17 yaşından beri profesyonel müzisyen... Türkiye’nin tüm ünlü sanatçılarının arkasında çalmış, bazılarının orkestra şefliğini yapmış, genç yaşına sayısız başarı sığdırmış bir isim... Fakat hakkında çok fazla şey bilmiyoruz. Hatta birçoğumuz onu “Kenan Doğulu’nun ağabeyi” olarak tanıyoruz. Röportaj sırasında anladım, bu onun sakin yapısından, kendini ön plana atmayı sevmemesinden, mütevazı kişiliğinden kaynaklanıyor. İlk albümü 130 bpm’i dinledikten sonra ben onu tanıtmayı görev biliyorum. Bu yüzden “Buyrun okuyun” diyorum.

* Çocukluğunuz nasıl bir evde geçti?

Müzikli bir evde tabii ki... Kendimi bildim bileli ben piyano çalıyordum, Kenan söylüyordu. Babam evde olduğu zamanlar ninniyi bile gitarıyla çalar, bizi öyle uyuturdu. Her akşam çalışırdı babam. 10 Kasım’lar hariç.

* Babanız evde sizi eğitir miydi?

Biz kendiliğimizden çok meraklıydık. 4 yaşında babam beni konservatuvara yazdırmıştı. 78 yılında ise kendi müzik okulumuzu açtı. Ben 6 yaşındaydım o zaman, Kenan dört... İlkokuldan çok önce okul hayatımız başlamıştı yani... ABC’den önce Do-Re-Mi’yi öğrenmiştik.

Zeki Müren babama “kocacım” derdi

* Küçükken evinize, okulunuza gelen ünlü ismilerden etkilenir miydiniz?

Tabii. Romina Power-Al Bano ikilisi babamın yakın arkadaşlarıydı. Bir de ben babamla çok gezerdim. Onun çalıştığı yerlere gider, Erol Büyükburç’undan Gökben’ine tüm şarkıcılarla tanışırdım. Mesela hiç unutmam bir Serpil Örümcer vardı, “bayan bacak” lakaplı, üstünü değiştirirken bana havlu tuttururdu. Bana güvenirdi, aradan bakmazdım.

* Bir de küçük yaşta Zeki Müren’in arkasında çalmışsınız.

Evet. Babam beni bulduğu her fırsatta sahneye atardı. Bir an önce alışayım diye... Zeki Müren’in arkasında Yurdaer Doğulu orkestrası çaldı, ben de küçük yaşta bu şansa eriştim. Babama çok düşkündü, “kocacım” derdi... (Kahkaha atıyor) Annemin yanında tabii, yanlış anlaşılmasın.

12 yaşında çocuklara ders veriyordum

*Para kazanıyor muydunuz?

7-8 yaşlarındayken otellerde çalmaya başladım. Tabii yaz aylarında ve bayramlarda... Babamın programından önce yemek müziği çalıyordum. Onu bırakın 12 yaşında bizim okulumuzda, 5-6 yaşındaki çocuklara ders veriyordum. Ve sanıyorum onlarla iyi iletişim kurduğum için tercih edilen bir öğretmendim. Veliler “Ozan ders versin” deyince, babam ve okuldaki diğer öğretmenler şaşkına dönüyordu.

* Kendinizi ilk piyanonun başında hatırladığınız an hangisi?

6 yaşındaydım. Spor Sergi Sarayı’nda bir kutlama gecesi vardı. Gecenin sonunda sahneye çıkıp, beş-altı bin kişinin önünde yalnız başıma piyano çalıp şarkı söylemiştim. Beste de bana aitti. Annem için bir müzik yapmıştım. Ve bana “yılın sanatçısı” ödülünü vermişlerdi.

Ben hiç oyuncu bir çocuk değildim

* Peki iki erkek kardeş neler yapardınız, birlikte?

Ben çok çalışırdım. Okuldan geldikten sonra bütün vaktimi piyanonun başında geçirirdim. Oyuncu bir çocuk değildim, sevmezdim, hâlâ da sevmem. Mesela Kenan’ın bir sürü arabaları vardı, onlarla oynardı. Şimdi de PES filan oynar. O daha yaramaz hoplayan zıplayan bir çocuktu. Ben daha sakindim. Müzik bizi daha çok bir araya getirirdi.

* Şimdi nasıl ilişkiniz?

Kenan benim hayattaki en yakın arkadaşım. Bu kardeşler arasında sık rastlanan bir şey değildir. Çok eğleniyoruz birlikte. Amerika bizi biraz koparttı. Ben senede iki kere gidiyorum, o on kere filan geliyor. Bu zamanları genelde hep beraber geçirmeye çalışıyoruz.

* Ya kız kardeşiniz... Onun müzikle bir alakası yok galiba...

Ya evet alakası yok ama niye yok onu da bilmiyorum. Çünkü o da aynı eğitimleri aldı. O, on iki yaş küçük bizden... 11-12 yaşındayken, bir anda müziği elinin tersiyle itti. Ama çok yeteneklidir Canan. Modaya merak saldı. Çok güzel çiziyor. Ünlü bir modacı olabileceğini düşünüyorum.

18 yaşında müzikte profesyoneldim

* Babanızın vefatından sonra hayatınız nasıl değişti?

Babam kanser olduktan bir sene sonra hayatını kaybetti. 15 yaşındaydım babam öldüğünde... Kenan 13, kız kardeşimse üç... Evin babası bendim artık. Öyle hissediyordum. Okulu çekip çevirmek gerekiyordu. Allah’tan annem çok becerikli çıktı o konuda... Hâlâ da okulu o idare eder. Hayatta neyi çok isterdim biliyor musunuz? Babamın beni ve Kenan’ı böyle sahnelerde görmesini, başarılı olduğumuzu bilmesini... En büyük dileği benim çok iyi bir aranjör olmamdı.

* Okulunuzda ders veriyor musunuz hâlâ?

Yok 17-18 yaşında bıraktım. Yaşlanmıştım artık... (Gülüyor) Şaka bir yana 18 yaşındayken artık çok profesyonel bir müzisyendim. Zülfü Livaneli ile çalışıyordum. Senede 100-150 konser veriyorduk.

* Okul nasıl gidiyordu bu arada?

Orta sona kadar süper. Sonrası felaket. Bilinçli bir şekilde sınıfta kalıyor, beklemeli oluyor ve hoop Kayahan’la turneye gidiyordum mesela... Tekme tokat, liseyi bitirdim.

* Yaptığınız en başarılı iş size göre hangisi?

Başarısı henüz belli değil ama beni şu aralar en çok mutlu eden ve heyecanlandıran şey, yıllardır üzerinde çalıştığım ikinci albümüm. Benim daha müzisyen tarafımı, derinliğimi gösteren, özümü aktaran bir albüm bu. Adı “Etnik-senfonik” olacak. Amerika Sony ile görüşüyoruz. İnşallah oradan çıkacak ve oradan bütün dünyaya dağılacak.

* Sezen Aksu ile yolunuz nasıl kesişti?

95 senesinde orkestrada klavyeci olmam için aradılar. Ama ben sahneyi o zaman bırakmıştım. Artık 23 yaşındaydım.

* Tabii emeklilik yaşınız, gelmiş de geçmiş.

(Kahkaha atıyor) O sırada kendi stüdyomu kurmuştum. 93’te Kenan’a albüm yaptık. 93-95 senesi arası yaklaşık 400 konser verdik. Prodüktörlüğe ağırlık vermek istiyordum artık. Fakat Sezen tabii ki çok çekici bir isim. Onun cazibesine dayanamayarak orkestraya girdim, 7-8 sene klavyeci olarak, bir o kadar da orkestra şefi olarak Sezen’le çalıştım.

* 15 yıl çok uzun bir süre... Neler yaşadınız?

28 yaşındayken, 250 kişilik filan bir orkestra kurmuştum. Çok büyük bir şanstı, çok büyük sorumluluktu ve çok keyifliydi. Dünyanın her yerinde, en büyük konser salonlarında çaldık.

* Sezen Aksu için “okul gibi kadın” derler. Siz bir şey öğrendiniz mi ondan?

Bu daha çok solistler için geçerli. Ama elbette öğrendim. O da çocukluğunda beri, 40 senedir bu işin içinde bir kadın. Sadece şarkıcı değil, müzisyen yanı olan biri. Ayrıca Sezen’in benim için çok önemli olan bir insanla uzun bir birlikteliği, bir yol arkadaşlığı var. Çocukluk idolümdür Onno Tunç. Bir müddet onunla çalışma fırsatına da eriştim. Onno’dan alamadığım bazı şeyleri, Sezen’den aldım.

Şarkı söyleme eylemini sevmiyorum

* Albümünüz (130 bpm) çok güzel. İnsan yerinde duramıyor. Niye daha önce albüm yapmadınız?

Vallahi fırsat olmadı. Yıllardır herkesin albümü, bestesi için koşturdum ve kendi projemi erteledim. Kısmet bugüneymiş. Ölene kadar müzik yapacağım inşallah, o yüzden geç olmasında bir sakınca yok.

* Albümde Sezen, Ajda, Tarkan herkes bir arada... Nasıl başardınız bunu?

Genelde starlar başkasının albümüne girmez, bir albüm altında bir araya gelmekten de hoşlanmazlar. Ama beni seven, birlikte çok çalıştığımız insanlar bunlar... Ayrıca projeyi de çok sevdiler. Mesela Kaybolan Yıllar’ı, Mozart’ın 40’ıncı senfonisiyle birleştirince Sezen “Bu ne ya? Ne yapmışsın sen?” dedi. Ajda da, Tarkan da, Kenan da şarkılarının dans müziği uyarlamalarını çok sevdiler.

* Sesiniz güzel mi? Hiç şarkı söyler misiniz?

Aslında güzel. Ama ben şarkı söyleme eylemini sevmiyorum. “Elime mikrofonu alayım” gibi bir hevesim olmadı hiç. Ama ver piyanoyu 20 saat çalayım.

Ece’yle ayrılmadık ki Sezen barıştırsın

* Eşinizle konserde tanışmışsınız. Nasıl oldu o?

Eşim Sezen’le tanışıyordu. Bursa turnesindeyken kulise gelmişti. Sonra da birkaç gün bizimle turneye devam ettiler. O arada telefon alışverişimiz olmuştu. İstanbul’da buluştuk ve o görüşmede “Evet bu kız, evleneceğim kız” dedim.

* Eşiniz sizden çok küçük ama nasıl dediniz onu?

Evet 16 yaş küçük benden. Ama çok olgun, çok akıllı bir kız. 18 yaşını bitirdiği gün evlenme teklif ettim ve hemen evlendik zaten. Baba olmak çok istiyordum.

* Eşiniz “Bekleyelim biraz...” filan demedi mi?

Demedi. Karım 20 yaşında anne oldu. Üstelik öğrenciydi. Şimdi 22 yaşında ve çok zor bir bölümde double-major yapıyor. Tabii zorlandı ama çok iyi üstesinden geldi bu işin.

* Baba olmak sizi nasıl değiştirdi?

Çok pozitif bir enerji verdi. Bazen yerimde duramıyorum. Sabahları kızımdan ayrılamadığım için evden çıkamıyorum, işim bitince hemen eve dönmek istiyorum. Ayrıca baba olmak beni daha da sorumlu bir insan yaptı. Eskiden paramı saçardım, şimdi daha tutumluyum. Kızım çok özel bir çocuk ayrıca...

* Nasıl özel?

Çok yetenekli. Bütün enstrümanlara eli gidiyor. Şarkı söylüyor, dansediyor. Kendi iPod’u var. Oraya ona uygun müzikleri yükledik. Tabii 2 yaş çok erken, ileride her şey olabilir. Ama bence bir yıldız doğuyor.

Demek ki dedikoduların bitmesi için Arya’nın sahneye atlaması gerekiyormuş

* Peki eşiniz evi terkedince ne hissettiniz? Bütün bu büyülü ortamı kaybetmekten korktunuz mu?

Ece evi hiç terketmedi ki...

* E biz hep öyle okuduk. Sezen Aksu barıştırdı sizi diye biliyoruz hatta...

Bu şekilde gazetede çıkınca Sezen beni aradı “Ne oluyor, küs müsünüz?” diye sordu. Dünyadan haberi yok. Böyle bir şey yok, çünkü... İnsanlar hakkında genelde basında “ayrılacaklar, boşanacaklar” dedikodusu çıktığında, elele bir Reina’ya gidiyorlar, haberi çürütüyorlar. Ama biz böyle tipler değiliz. Fakat haberler o kadar uzadı ki, bir noktadan sonra Ece’ye “Gel bir yerde görünelim de artık yazmasınlar” dedim. O arada albümüm de çıkmıştı. Ece de “Aman boşver aşkım, istediklerini yazsınlar. Reklamın iyisi kötüsü olmaz” dedi. Tabii böyle bir espri yaptı ama Ece hiç göz önünde olmayı seven bir kişi değil.

* “Kızınız sahneye atladı, orada barıştınız” Hepsi mi hikaye?

Hikaye... O benim kendi adıma ilk konserimdi. Normalde iki yaşında çocuğun zaten konserde işi ne? Hatırlamaz ama ileride resimleri gördüğünde “Babamın ilk konserine gitmiştim” demesini istedim. En önde oturuyorlardı. Kızım beni görünce “baba, baba” diye bağırmaya başladı. Ece de onu kulisin kenarına getirdi, o sırada elinden kaçıp sahneye çıktı. Bir süre sonra Ece de sahneye çıkıp onu almak zorunda kaldı. Çünkü başkasına hayatta gitmez. Tabii flaşlar patladı o anda... “Barıştılar. Mutlu son” dendi. Hiçbiri planlı değildi ama sonunda “boşanacaklar” dedikodusu bitti. Arya’nın sahneye atlaması gerekiyormuş demek ki, bitmesi için...(Ayşe Aydın - Vatan - 19 Eylül 2010)