Yeni albümü “Serserilik ve Şiir” 2018’in son günlerinde müzikseverlerle buluşan Ozbi, "Kültürel anlamda evrenselliği taşıyan bir gençlik var. Gezi’ye dayanan bu gençliğe ben güveniyorum. Ama hepsi tehdit altında hissediyor" dedi. "Ben demirden korksak trene binmezdik kafasındayım" diyen ozbi, "Şaka bir yana yapımcıların, şirketlerin duruşumdan dolayı benimle çalışmaya korkmalarını saymazsak başıma henüz ciddi bir şey gelmedi ama çok fazla kişi şarkılarımı dinler ve izlenme, dinlenme oranlarım artarsa müdahale edeceklerini düşünüyorum" diye konuştu.
"Türkiye uzun zamandır üstünde ortaçağ yazan bir kara deliğe doğru gidiyor gibi" diyen Ozbi, "FETÖ’den sonra Türk milliyetçiliğine yanaşmak, seküler tarafa göz kırpmak, AKP’nin radikal İslamdan uzakta olduğunu göstermez. Şu anda seküler bir sistemde yaşıyor görünebiliriz. Şu anki sistemi bile küfür sistemi olarak niteleyen birçok oluşum, tarikat var ve çoğu devlet dışında ve içinde güçleniyor. Yarın öbür gün tarikat şeyhlerinin sistemi külliyen ele geçirmek için iç savaş çıkarmayacağının bir garantisi yok" sözlerini sarf etti.
Cumhuriyet'ten Emrah Kolukısa'nın sorularını yanıtlayan Ozbi'nin açıklamaları şöyle:
Yeni albümünüz “Serserilik ve Şiir” de sözlerinizin ne kadar şiirsel olduğunu düşünmeden edemiyor insan. Öte yandan rap, şiire en yakın form sanki. Siz ne dersiniz buna?
Bazen abartılı betimlemeler ve metaforlar kullansam da, didaktik ve direkt olarak yazmayı seviyorum. Semboller kullanarak yazmayı da...
Birçok şarkı türü aslında şiire uygun ve yakın. Rap’in direkt kendisini de bir şiir türü olarak algılayabiliriz. Rap kelimesinin kökeninde ağır eleştiri yatsa da Ritmik Şiir gibi bir açılımı üstünde çok rahat taşıyabilir. İçinde güçlü eleştiri barındıran, kendi ruh halini, bulunduğun sosyolojik konum ile etrafını çevreleyen problemleri yansıtan bir şiir türü. O yüzden ritimle dans ettiğiniz bir şiir türü olarak düşünebilirsiniz.
Şiir belli ki önemli sizin için. Bugüne kadar hangi şairler ve dizeler hayatınızda iz bıraktı?
Orhan Veli’nin sadeliğini, ince ve zarif zekâsını çok seviyorum. İyi ki Müşfik Kenter seslendirmiş eserlerini. Bazen rakımı alır, açar dinlerim. Onun şiirlerini yazarkenki tavırlarını hayal ederim. Yaşadığımız çağ değişir kafamda...
Nâzım’ın “yaşamayı ciddiye alacaksın” derkenki direncini; Cemal Süreya’nın kelimlerle, cümlelerle alay edişini, Edip Cansever’in masaya koyduklarını, Ahmed Arif’in Anadolu’yu sevişini, Can Yücel’in buruşuk suratındaki küfrü ve hayata bıraktığı cümleleri seviyorum. Ama tabii Adnan Yücel’in dizeleri bir bütünü tariflediği için hep yol gösterici olmuştur: “Bitmedi sürüyor o kavga ve sürecek/ Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek.”
Protest olmak ne ifade ediyor sizin için?
Hayattaki dertlerin yakınında, gerçekliğe dair bir şeylere dokunuyor olmanın kıyısında, bir kavgayı yaşamsal bir enerjiye dönüştürüyor olmanın içinde hissetmek gibi bir anlamı var benim için...
Türkiye’de rap’in protest yönü yeterince baskın mı sizce?
Türkiyede rap her zaman protestti. Cartel bizde milliyetçi ve eğlenceli görünse de Almanya’da gurbetçilerin çoğu için protestti. Yeraltı Operasyonu ile gelen kuşak Ceza, Nefret, Silahsız Kuvvet, Barikat’ın ardından gelen çoğu rapçi protetsti. Türkiye’de halen Rap’in en önemli temsilcisi Ceza protesttir. Son jenerasyona baktığınızda hafif bir sapma görülebilir ama temelin sağlam atıldığını düşünüyorum.
‘Bugün Ölmem’ şarkınızda ‘Bazen Tyler Durden, bazen de Gandi’ olduğunuzu söylüyorsunuz. Bu bölünmeyi biraz açalım mı?
Ben albümdeki tavrımı betimliyorum orada. İki karakterin de hayattaki yerine bakarsak, Tyler Durden serseriliğin başkaldırısına, Gandi de şiirin naifliğine işaret ediyor. Aynı şekilde Kızılderili doğanın bütünselliğinden doğan şiire, Mahir ise kavgaya ve dirence atıfta bulunmak. Benim özelimde kendimi her halimle yaşamayı sanatsal bir tarafa çekmek var. Oyunculuk eğitimi alırken Eric Morris’in Jung’dan yola çıkarak alt kişilikler üzerinden karaktere yaklaşma tekniği çok ilgimi çekmişti. Şarkılarımda da bunu kullandığım oluyor. “Yağmurla Düştüm” ve “Ayin” daha naif, “Asi” ve “Rant Hilafeti” ise bir savaşçı. Üretirken farklı taraflarımı sergilemekten çekinmiyorum çünkü ne yaparsam yapayım hepsi tek bir benliğin süzgecinden geçiyor.
Kitleler sizi Gezi Direnişi için yaptığınız ‘Asi’ adlı şarkıyla tanıdı. Toplumsal meselelere ilgili biri olarak sizce yakın vadede nereye gidiyor Türkiye?
Türkiye uzun zamandır üstünde ortaçağ yazan bir kara deliğe doğru gidiyor gibi. FETÖ’den sonra Türk milliyetçiliğine yanaşmak, seküler tarafa göz kırpmak, AKP’nin radikal İslamdan uzakta olduğunu göstermez. Şu anda seküler bir sistemde yaşıyor görünebiliriz. Şu anki sistemi bile küfür sistemi olarak niteleyen birçok oluşum, tarikat var ve çoğu devlet dışında ve içinde güçleniyor. Yarın öbür gün tarikat şeyhlerinin sistemi külliyen ele geçirmek için iç savaş çıkarmayacağının bir garantisi yok.
Buna karşı kültürel anlamda evrenselliği taşıyan bir gençlik var. Gezi’ye dayanan bu gençliğe ben güveniyorum. Ama hepsi tehdit altında hissediyor. Şu an bireysel de olsa korku imparatorluğunun yarattığı esaretin dışavurumlarını yaşıyoruz bir şekilde. Umuyorum ki Gezi olaylarında birbirine kenetlenmeyi bilen insanlar ileriye dönük bir örnek olur...
Sanatçıların, akademisyenlerin sürekli bir tehdit altında yaşadığı bir dönemden geçiyoruz. Siz de “Asi” şarkınızda ‘Hükümetin varlığını reddettiniz.’ Hiç endişe ettiğiniz oluyor mu?
Ne acıdır ki böyle bir korku taşıyabiliyor insan. Ben bireysel olarak bu konuya karşı sokak, mahalle kültüründe bakıyorum biraz. Demirden korksak trene binmezdik kafasındayım. Şaka bir yana yapımcıların, şirketlerin duruşumdan dolayı benimle çalışmaya korkmalarını saymazsak başıma henüz ciddi bir şey gelmedi ama çok fazla kişi şarkılarımı dinler ve izlenme, dinlenme oranlarım artarsa müdahale edeceklerini düşünüyorum. Umarım öyle bir şey olmaz ama bakalım gelecekte göreceğiz...