(14 Mart 2012, Star)
Her yetki sorumluluk da içerir; yetki genişledikçe sorumluluk ağırlaşır. ‘Özel yetkili’ savcılar ve mahkemeler, hiç kuşkusuz, bu sıfatları taşıyan insanlar ve kurumlara özel sorumluluklar yüklüyor...
Üstelik burası ‘adaletin kestiği parmak acımaz’ inancına sahip, yargıya olağanüstü saygı duyulan bir ülke; İstiklal ve Yassıada mahkemeleri gibi ‘istisnai’ uygulamalara rağmen hem de...
Ergenekon ve irtibatlı davalar Silivri’deki ‘özel yetkili’ mahkemelerde görülüyor. Kamuoyu, uzunca bir süre, Silivri’de görülen davalara farklı gözle bakılmasını isteyenlere kulak asmadı; ‘devlet içinde devlet’ yapılanması olarak gördüğü örgütlerin yargılanmasına, demokratik sürece müdahale niyetleriyle irtibatlı davalara sahip çıktı.
O süreç içerisinde Silivri’deki mahkemelerin ‘özel yetkili’ olduğunun farkında değildi toplum; farkına vardığında da aldırmadı.
Sadece bizim toplumumuz ve insanlarımız değil, Türkiye’yi yakından izleyen yabancı çevreler ve insanlar da, ülkenin bağırsaklarını temizlemesi ameliyesi olarak gördükleri Ergenekon sürecini destekledi. Yabancı gazeteler ABD ve AB’deki devlet kurumlarıyla değişik insan hakları örgütlerinin, Türkiye’yi bilen siyasiler ve yorumcuların sürece destek çıkan demeçleriyle doludur.
Belli bir tarihe kadar...
Dönüm noktası, kamuoyunda ‘gazeteci’ kimliğiyle tanınan iki ismin gözaltına alınmasıydı. Birbirleriyle paslaşarak kitap yazma ve bu yolla örgüt üyeliği gibi bir iddia o iki isme yakıştırılmadı. Ardından KCK operasyonlarının ve biri yayıncı diğeri öğretim üyesi iki ismin daha tutuklanmasının getirdiği şaşkınlık yaşandı. Bu iki aşamalı gelişme sonrasında, çoğu Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar yüzünden cezaevlerinde 100 kadar ‘gazeteci’ olduğu gündeme taşındı.
Hükümet o gün bugündür bu iddianın doğruluktan uzak ve gerçeğin farklı olduğunu anlatmaya çalışıyor...
Neden ‘özel yetkili’ mahkemeler değil de hükümet bu aydınlatma işini üstlendi? Yetkili olan sorumludur da ve eleştiri varsa göğüslemek yetki sahibine düşer...
Tutuklamalar hükümeti zor durumda bıraktı; sebep bu. Dönüm noktası sonrasında yazılanlarla farklı bir Türkiye tablosu çıktı ortaya; özgürlüklerin olmadığı, muhalif gazeteciler ile aydınların cezaevlerine tıkıldığı bir Türkiye tablosu... Basın özgürlüğü skalasında diktatörlüklerden daha kötü durumda yer almaya başladı Türkiye. Farklı sebeplerle meydana gelen gazeteyle ilişki kesmeler bile, bir vücut çalımıyla, hükümete fatura edildi.
Yetkisi ‘özel’ mi özel mahkemeler bu görüntüye aldırmadılar. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün defalarca uyarmasına, hükümetin etkili isimlerinin “Yeter artık” demelerine rağmen... Bağımsız yargı ‘özel yetki’yi söylenenlere kulak asmamak olarak yorumladı.
İki gazetecinin tutukluluk hallerinin sona erdirilmesi bu durumun değişmeye başladığına işaret ediyorsa sevinebiliriz. ‘Adalet’ millet adına yerine getirilen bir görevdir ve mahkemeler yetkilerine uygun bir sorumluluk anlayışıyla saygınlık kazanırlar.
Çağdaş demokrasilerde, devletin terörle ve sisteme müdahale edenlerle başa çıkarken temel hak ve özgürlükleri çiğnemesine iyi gözle bakılmaz. Elinde silâh tutanla kalem tutanı aynı kefeye koymaz demokrasiler...
Bir çiçekle bahar gelmiş olmaz, ama yine de umutlar yeşerir.