Tansu Çiller'in eşi Özer Uçuran Çiller, 28 Şubat'ın Tansu Hanım Çiller'e karşı yapıldığını belirterek, "Arka planda merhum Erbakan’a yönelikti, bu. “Din ülkesi mi oluyoruz?” anlamında, rahatsızlık oradaydı" dedi.
Özer Uçuran Çiller 28 Şubat darbesine ilişkin ayrıca, "Erbakan’ı yıkmak için, önce Tansu Hanım’ı yıkmak gerekiyordu" dedi.
Fatih Vural'ın Özer Uçuran Çiller ile yaptığı söyleşi şöyle:
Sahiden de “CERN’dekilerin bana gelmesi lazım.” diyecek kadar iddialı mısınız, Tanrı parçacığıyla ilgili?
Hürriyet gazetesinde hakkımda “CERN beni keşfedemedi.” diye başlık atıldı. Ben katiyen öyle bir şey söylemedim. Ben nasıl CERN’e giderim? Onlar bilim adamı. Ben ilim adamıyım. Ama bilimi de kullanıyorum. İlimle bilim arasında dünyalar kadar fark var.
Mesela?
İlim bana göre Tanrı’nın var ettiği gerçekleri anlamak için yapılan araştırmalardır. Ama bilim, dünya gerçeklerini anlamak için yapılır. Ben ilim adamıyım. Çünkü bunun üzerine beş-altı tane kitap yazdım.
Sizi yönetici, işadamı ya da siyaset danışmanı olarak tanıdık. İlim adamlığı, bastırılmış bir kimlik miydi?
Tabii bastırılmış bir kimlikti; ama küçüklükten beri, rahmetli babaannemin etkisiyle, okul haricinde beş vakit namaz kılıyordum. Çok istisna bir insanın Zembilli Ali Efendi’nin, Ali Cemali’nin yaptırdığı bir secere var. Bu adamcağız, hem Yavuz Sultan Selim hem de Kanuni döneminde, 24 sene, ölene kadar Şeyhülislamlık yapmış bir insan. Hz. Ebubekir’e kadar gidiyor soyumuz.
Secerede Mevlana da var sanırım?
Mevlana, 22 . göbekte, büyük dedemin kardeşinin oğlu. Babam ve dedem tarafından akrabayız. Bu bir genetik. Bunca yıl uğraşmadım da neden şimdi ilimle uğraştığımı anlatıyorum. Bu secere, Tansu Hanım politikayı bıraktıktan sonra, babamın kardeş çocuğu tarafından intikal etti. Varlıklı olmayan bir aileden gelmem de bir faktör.
Nasıl bir aileden geliyorsunuz?
Babamın bir marketi vardı. Babam 1945’ten 1980 yılına, ihtilale kadar Caddebostan’ın muhtarıydı. İhtilal oldu. Babamın yerine bir albay atadılar. Babam da birkaç ay sonra öldü.
Kahrından mı?
Zannetmiyorum. Aksettirmiyordu; ama herhalde üzüntü. Onun için bir uğraştı. O uğraş bitince, insan da herhalde “Öbür tarafa gideyim.” diyor. (Gülüyor)
Öyleyse bir beyaz Türk değilsiniz?
Hayır, hayır. Bizim kökümüz, Semerkant’tan geliyor. Belirli bir kol, Konya’ya geliyor. Karaman Ailesi çok önemli bir aile. Savaşçılar da. Osmanlılarla devamlı savaşıyorlar. Sonra Osmanlılara yeniliyorlar. Daha sonra Fatih semtine yollanıyorlar. Bulgaristan alındıktan sonra Fatih’teki Karamanlılar da oraya naklediliyor. Dedem, Bulgaristan’dan gelip Mudanya’ya yerleşiyor.
Ama Tansu Hanım bir beyaz Türk değil mi?
O, beyaz Türk tabii. Selanik’in başı olan Ali Paşa’nın torunu, Tansu Hanım.
Kitaba gelirsek… CERN’de ‘Tanrı parçacığı’nı bulmak için deneyler yapılırken, siz, Tanrısal enformasyonun (bilginin) şifrelerini bulmanın önemli olduğunu söylüyorsunuz…
Materyalistler, Darwin’istler hep evrimle başlıyor oraya. Ama evrimin nasıl olduğu, ilk protozoanın nasıl yolculuğa başladığını pas geçiyorlar. Ben, ta big-bang’den yani büyük patlamadan alıyorum. Büyük patlama oluyor, radyasyon yayılıyor. O yayıldıktan sonra milyonda bir saniyede parçacıklar çıkıyor. Bu parçacıklar, radyasyonu absorbe ediyor ve o sırada madde ve anti-madde ortaya çıkıyor. Yine saniyenin milyonda biri kadar bir sürede hem parçacık yani Higgs bozon parçacığı hem de anti-madde yok oluyor ve ortaya madde çıkıyor. Dünyamız, güneşten kopuyor. Kabuk bağlıyor. Büyük yağmurlar, okyanusları oluşturuyor. Okyanus sularında beş element; oksijen, hidrojen, karbon, azot ve fosfor var. Bana göre Tanrı parçacığı nedeniyle amino asit ve nükleik asit zinciri oluşuyor. Amino asit, hücrenin yapıtaşı olan proteindir. Bu bilgi bizim DNA’larımızda. Bütün bu oluşum içinde ilk protozoan, yani kendi kendini kopyalayan tek hücreli bir organizma ortaya çıkıyor ve evrim yolculuğa başlıyor.
Tanrısal enformasyon nerede?
Burada kilit nokta, o beş elementin nasıl amino asit zinciri oluşturduğu. İşte ben orada “Enformasyon var.” diyorum. Bilgisiz oluşması, olasılık dışı. Madde oluştuktan sonra anti-madde yok oluyor. Şu anda anti-madde yok. Ama dünyada her şeyin bir karşıtı var. Karşıtı olmayan tek şey madde. Hâlbuki madde de evrenin temel taşı.
Anti-maddenin akıbeti nedir sizce?
Tanrı parçacığıyla, anti madde; maddenin içinde ve maddeye form veren bilgi, o. Yani o Tanrı parçacığı, her şeyin başı o. Bu tezimi savunan bir kitap görmedim. John Miller, Einstein’den sonra, fizik teorisinin babası. Fizik teorisinin üç dönemden oluştuğunu söylüyor. Birinci dönem, parçacıklar. Proton ve nötronun altındaki parçacıklar bunlar. İkinci dönemde, alanlar var. Üçüncü dönemde, her şey enformasyon.
Tanrı parçacığının içindeki o enformasyonun anlaşılabileceğine inanıyor musunuz?
Foton nedir? Işınım. Saniyede 300 bin kilometre hareket eden bir ışınım. Kütlesizdir, madde değildir, bir ışıktır. Graviton da kütlesiz. Fakat onun karşıtı yok. O da bir bozon. 6 tane bozon var. Bunların 4 tanesi, ayar bozonu. Bir tanesi, Tanrı parçacığı. Bir tanesi de gravitondur. Onu daha göremediler. ABD, gravitonu üretme çalışmaları yapıyor. Graviton, bizim evrenimizi terk edebiliyor. Gravitonu ilk yazan da Einstein’dır. Terk edebiliyorsa nereye gidiyor? Demek ki bir ‘hiper evren’ var. Hiper evrenin merkezinde de Yaratıcı yani Allah var.
Bütün bunlarla ilgilenirken, aile içinde kendinizi ifade etmekte zorlandınız mı?
Yoo, katiyen. Mesela Tansu Hanım’a evlenme teklif etmeden önceki buluşmalarımızda hep “Yaratıcı nedir, yaşam nedir?” gibi konularda konuşurmuşum. (Gülüyor) Tabii evlenince bir yaşam gailesi başlıyor. Sıfırdan başladık. ABD’de 8 sene kaldık. Orada 100’er 200’er dolar paralarla kendi işlerimizi yaptık. Zorluklarla dolu bir hayat hikâyesi.
Kırılma noktası ne?
Öyle bir yaşam gailesi vardı ki, onu düşünemiyorduk. Sonra iki çocuk ve politika. 12 sene mahvetti bizi.
Tansu Hanım dönemine baktığınızda, yanlış yaptığınızı düşündüğünüz neler var?
Hiç öyle bir şey demedik. Tansu Hanım bana göre çok çok iyi bir başbakandı. Ben tabii yardımcı olacaktım. Tahsilli, kafası çalışan biri olarak ben de kendi fikrimi söylüyordum. Tek başına iktidar değildi ki! Koalisyonlar vardı. İstediğinizi yapamıyordunuz ki!
28 Şubat sürecinin, Erbakan’a değil de Tansu Hanım’a karşı yapıldığını mı düşünüyorsunuz?
Tabii, öyle başladı. Zaten oradan yıktılar. Arka planda merhum Erbakan’a yönelikti, bu. “Din ülkesi mi oluyoruz?” anlamında, rahatsızlık oradaydı.
Tansu Hanım böyle bir kaygı duydu mu?
Hiçbir kaygı duymadı. Askerlerle arası çok iyiydi onun. Ama Erbakan’ı yıkmak için, önce Tansu Hanım’ı yıkmak gerekiyordu. Nitekim yıktılar. O dönemde bildiriler hazırlanıyor, “Büyük bir kaos var.” diye. MGK’dan bir sürü karar çıkıyor. Zaten başta bir protokol vardı, Refah’la. İki sene Erbakan, Başbakanlık yapacak, iki sene de Tansu Hanım yapacak. Erbakan da bir seneyi doldurmuştu. Tansu Hanım, “Madem size tepkililer. Başbakanlığı ben alayım.” diyor. Ondan sonra, “Ben bu hükümetin kurulmasına ‘evet’ diyeceğim.” diye, 270 noter tasdikli belgeyle gidiyorlar; ama Cumhurbaşkanı Demirel kabul etmiyor. Hükümet kurma görevini Mesut Yılmaz’a veriyor. 2002’ye kadar kaos dönemi başlıyor.
Demirel’e kırgın mı Tansu Hanım?
Kimseye kırgın değil. Siyaset bu, kırgınlık kaldırmıyor.
Bugün Kürt sorununun çözümü noktasında gelinen noktayı nasıl görüyorsunuz?
Vallahi her şey yerini bulacaktır. Yapılanların çoğu doğru. Ama bana göre en önemlisi, Arap Baharı’nın uğradığı ülkelerle uğraşıyorsunuz. Tunus, Libya, Mısır, Suriye… Siz baharı getiriyorsunuz, arkadan sonbaharı getiren başka bir kesim karşınıza çıkıyor. Suriye’de olmadı mı? Tarikatlar, dinsel inanışlar büyük rol oynuyor burada. Ben de diyorum ki, cemeviyle caminin yan yana durması çok önemli. Onu bir adım daha ileri götürüyorum.
Nasıl?
Bir de Şiilerle ilgili bir cami yapsınlar. Aynı din; ama yorum başka. İnsanlar bir arada olurlarsa, o yorum yumuşayabilir. Asıl Arap Baharı o zaman olur! Kendi dinimiz içinde önce toparlanmamız lazım. Ondan sonra dinler arası diyaloga geçmemiz lazım.
“2002’ye kadar kaos devam etti.” dediniz. Ardından gelen AK Parti dönemine bakışınız nedir?
AK Parti, çok şeyler başardı. Ama tek başına iktidar! Tek başına iktidarın getirdiği bir rahatlık ve istikrar var. 12 yıldır istikrar var Türkiye’de. Koalisyonlarda her kafadan bir ses çıkıyor.
Asker-sivil ilişkileri?
(Gülüyor) O işte ilahi adalete giriyor. İstikrar olduğu zaman ilahi adalet de çalışıyor herhalde. Askerin kışlaya girmesi doğru olandı. AK Parti, tek başına iktidar olması ve gücü sayesinde bunu başardı. Eğer üçlü, ikili koalisyon olsa, asker bir koalisyonun yanında olur, hiçbir şey başaramazsanız. Sonra da asker istediklerini yaptırır. Anayasayı onlar yapmış. Anayasa da her türlü müdahale hakkını onlara vermiş.