Oyuncu Özge Özpirinçci, Diyarbakır'da bir barınakta görüp sahiplendiği eşşeği Zilli için, "Diyarbakır’da bir barınakta Zilli’nin çekilmiş fotoğraflarını gördüm. Küçük yaşta üzerine çok fazla yük bindirilmiş, eyeri derisini tahriş etmiş, yara olmuş ve kurtlanmış..." dedi. “Onu getirtmek istiyoruz, 1500 TL’lik bir masrafı var, bağışlarınızı bekliyoruz” gibi bir mesajla ilanı gördüğünü söyleyen özpirinçci “Zilli’nin tüm masraflarını üstlenmek isterim” diye mesaj attığını söyledi.
"'Baba hemşerin ve çok zor durumda ona yardım etmek zorundasın" diyerek 6 aylık yaralı eşşeği ailesinin Gebze'deki çiftliğe aldığını söyleyen Özpirinçci, "Zilli, arabadan indi ve koşmaya başladı. Hepimiz görür görmez bayıldık ona. Bir anda çiftliğin gözdesi oldu" ifadesini kullandı.
Özge Özpirinçci'nin Habertürk'ten Ekin Türkantos'a verdiği söyleşi şöyle:
Özge, harika bir şey yaptın ve bir eşek sahiplendin. Önce Zilli’nin hikâyesiyle başlamak istiyorum. Onu ilk ne zaman, nasıl fark ettin?
Bir sabah Twitter’a bakıyordum. Okan Oflaz’ın paylaşımı üzerine, Diyarbakır’da bir barınakta Zilli’nin çekilmiş fotoğraflarını gördüm. Küçük yaşta üzerine çok fazla yük bindirilmiş, eyeri derisini tahriş etmiş, yara olmuş ve kurtlanmış. “Onu getirtmek istiyoruz, 1500 TL’lik bir masrafı var, bağışlarınızı bekliyoruz” gibi bir mesajdı bu. Okan’a “Zilli’nin tüm masraflarını üstlenmek isterim” diye mesaj attım. Babam duyarsa beni öldürür herhalde, böyle şeyler yaptığımda çok kızıyor.
Yardımsever olmadığından değil ama benim gibi söz konusu hayvanlar olduğunda şuursuz davranmıyor en azından. Sonra Okan, “Teşekkür ederim ama parayı topladık, onu getiriyoruz” dedi. Ben de geldiğinde tanışmak istediğimi söyledim çünkü hayatımda ilk kez bir eşek görecektim. Okan onu İstanbul Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi’ndeki arkadaşlarına götürdü. Orada Yunus Emre, Dila ve birkaç arkadaş daha bakımını üstlendiler, bakımın 4 hafta süreceğini sonra nereye götüreceklerini bilmediklerini söylediler. O zaman kafamda burası devreye girdi ve babamı aradım. Babamın izni olmadan böyle bir şey yapamazdım.
“Baba eşek alabilir miyiz?” demek de acayip. Bir kedi, köpek değil neticede...
“Baba hemşerin ve çok zor durumda ona yardım etmek zorundasın” dedim, güldü tabii. İkna ettim bir şekilde. Tedavisi biraz daha uzadı ama 5-6 hafta önce evine geldi.
Buraya gelince çok mutlu olmuştur...
Zilli, arabadan indi ve koşmaya başladı. Hepimiz görür görmez bayıldık ona. Bir anda çiftliğin gözdesi oldu. Burada kalan Züleyha ve Nihat ona çok iyi bakıyor. Biz her pazar geldiğimizde üzerimize koşuyor. Burada 3-4 tane köpek var, onlarla takıldığı için galiba kendini köpek sanmaya başladı.
Yaraları da iyileşti...
Evet, yaraları geçti. Zilli 6 aylık ve inanılmaz hareketli. Masada sohbet varsa burnunu uzatıyor, illa onunla ilgileneceksin. Sabah 09.00’da çıkıyor ahırdan, akşam 18.00’de giriyor. Gün içinde iki kere besleniyor. Arpa, taze ot, havuç, elma yiyor. Dünyanın en şanslı eşeği bence. Bir kere çok seviliyor.
Eşeği nasıl sevmen gerektiğini biliyor muydun?
6 sene at bindiğim için onlarla ilgili şeyleri biliyorum ama hayatımda ilk kez bir eşekle tanıştım. Aslında nasıl sevmek istiyorsam öyle sevdim. Sadece ısırmamasına dikkat etmen gerekiyor, dişleri çok kuvvetli. Elini hep düz açman gerekiyor. Hiçbir binek hayvanına arkadan çok yaklaşmamak gerekiyor. Çok güzel tepiyor. Köpekler onu sinir ettiğinde nasiplerini alıyorlar.
Sanıyorum seni tanıyor, sesine geliyor...
Evet, her geldiğimde koşarak geliyor. Kameraya dayanamıyor, burnunu uzatıyor. Anırmasını umarım duyarsınız, hayatınızda böyle çirkin bir ses duymamışsınızdır. Bu arada eşeklerle ilgili araştırmalar yaptım. Dünyanın en zeki hayvanlarından bir tanesi. Doğu’da özellikle yol yapımında eşekler çok kullanılırmış çünkü bir arazideki en rahat yolu onlar bulurmuş. Duygusal hayvanlar aynı zamanda. Tanımayı bırak, bağlanıyor sana. Ömürleri çok uzun, 20-30 yıl yaşıyorlar. Biz onu burada binek hayvanı olarak kullanmayacağız, yük taşımayacak, özgür bir şekilde doğal ortamında takılacak. Arkadaşlarım onunla tanışmak istiyor. Gerçekten onu bir gün İstanbul’a getirmem lazım, sahilde onunla yürüsem bomba olmaz mı?
Sanırım sokakta gördüğün hayvanları eve almak isteyen biriydin hep. O zaman sizinkiler eşeğe çok şaşırmamıştır.
Tabii ki, hayatım öyle geçti. Şunu düşündüm, Diyarbakır’a dönse yine aynı muameleyi görecekti orada. Çiftliğin satılması gibi bir durum olursa diye B planı yaptım. Yılmaz Erdoğan’ın Köyceğiz’de bir çiftliği var ya, onu keyifli bir anında yakalayıp Zilli’nin videosunu izlettim, herhangi bir durumda çiftliğinin kapılarının açık olduğunu söyledi. Hayatı boyunca sağlıklı, mutlu olması için uğraşacağım. Aslında baktığında ben fazla bir şey yapmadım.
Aracı oldun, evini açtın...
Bütün işi yapan Okan ve Veterinerlik Fakültesi’ndeki arkadaşlar. Onlar orada uyumadan çalışıyor, ne vakalar var duysanız içiniz acır. Hatta şu an bir at taşıma aracı alacaklar, sponsor arıyorlar. Ben de sponsor olacağım ama bitmiyor maalesef. Çevredeki köpekleri bu çiftliğe getirmek istiyoruz ama buradan da sahiplendirmemiz lazım. Babamla “Burayı istasyon gibi kullanalım” dedik. Elbette kime sahiplendireceğiniz önemli.
Atı kontrol etmekle eşek arasında ne fark var?
Boy farkları var her şeyden önce. Ata yaklaşırken ürkebilirsin, bu da saygı duymana sebep oluyor. Eşekler ise hep daha komik hayvanlar olarak görülür. Eşeklerin böyle algılanmasının sebebi kulakları bence. Çok sevimliler! “Eşekler yeterli saygıyı görmüyor” dermişim. Züleyha gelip üşümesin diye üstüne battaniye örttü mesela, gördünüz. Buzda yürürken düşecek diye aklım çıkıyor.
Evet, çok hızlı hareket ediyor...
Henüz bebek ama arka ayağını ayrı, ön ayağını ayrı kaldırıyor, çocuk gibi. Kendimi ondan sorumlu hissediyorum. Bu çok güzel bir duygu. Kulakları beni delirtiyor. Hele gözleri... “Selin Şekerci gözlüm” diye seviyorum zaten. Selin’e de söyledim.
Hayvan sevgini ne zaman fark ettin?
Hayvanları hep çok sevdim. Hatırladığım kadarıyla bakmaktan mesul olduğum ilk hayvanlarımız köpeğimiz Kuki, kedimiz Honey’di. Ondan önce ve sonra da bir sürü beslediğimiz evcil hayvanımız oldu. Ama benim sevgim biraz kontrolsüzdür. Çiftliğe küçüklüğümden beri geldiğim için köydeki tehlikeli köpeğe de sarılırdım. Yolda yürürken herhangi bir sokak kedisi veya köpeği gördüğümde mutlaka severim. Bugüne kadar hayvanlardan hiç zarar görmedim. Geçenlerde babam çocukluk videolarımdan izlettirdi, ilkokul 2’ye gidiyorum ve odamın duvarları hayvan posterleriyle kaplı. Ne güzel...
Ben hiçbir zaman bir şarkıcıya ya da bir oyuncuya hayran olmadım. Bağdat Caddesi’nde bahçeli bir evimiz vardı, bir doğum günümde babam bütün arkadaşlarımı eve çağırmıştı. Bir hayvan mağazası sahibi arkadaşı o gün evin içini hayvanlarla doldurdu. Tabii ki şimdi hayvan mağazalarını hiç onaylamıyorum ama o zaman çok küçüktüm. Gelen çocuklar delirdi. Hatırladığım muhteşem bir anıydı. Kimse birbiriyle oynamadı, herkesin dikkati hayvanlardaydı. Bir de çiftlikte yılan görüp korkmuştum. Babam çok üzüldü ve bir hafta evde yılan besledim. Ben neden korksam ya da hangi hayvana önyargılı yaklaşsam babam bu konuda temelimi hazırladı. Hayvan ve doğa sevgisi açısından da ‘ağaç yaşken eğilir’ lafı çok doğru.
Çiftlikte eşek, köpekler evde de kedilerin var değil mi?
Hakan Günday’ın romanından esinlenerek isimlerini koyduğum Kinyas ve Kiyra adlı iki kedim var. İlk Kinyas girdi hayatıma, simsiyah, 3 yaşında. Setim başladığında evde yalnız kalıp protesto amaçlı çiş yapmaya başlamıştı. Bu arada söyleyeyim, kedi çişi sadece sirkeyle geçiyor. Abim Emre, “Kesinlikle bir arkadaş istiyor” dedi. “Sokaktan bulmam lazım, dişi ve siyah olursa tamam” dedim. Birkaç gün sonra kaldırımda koşarak gelen siyah bir şey gördüm, psikopat olduğum için önce çevre bahçeleri gezdim, annesi var mı diye, veterinere götürdüm, dişiydi. Kinyas’tan 1 sene sonra da o girdi hayatıma.
Peki çiş sorunu?
Çözdük. Ama kedilerimin pahalı deri çanta sevdiğini kötü tecrübe ettim. Bir gün Berrak (Tüzünataç) gelmişti bana, iyi bir marka vintage küçük bir deri çantası vardı. Berrak’ın çantasının üstünü tırmaladı Kinyas. Berrak o kadar tatlıydı ki, “Önemli değil” dedi. Çok utanmıştım! Hâlâ şakasını yaparız. Kedilerin ikisinin de kişiliği birbirinden farklı. Burak da ilk kez kediyle aynı ortamda yaşıyor. Şimdi alıştı ikisine de.
Hayvanlarla yaşarken bazı aksilikler olabiliyor. Yine de evi onlarla paylaşmak çok güzel...
Bu ara Netflix’de “Cooked” diye 4 bölümlük bir belgesel izledim, yazar bir adamın kitabının belgeseli. “Sofranızdaki yiyeceklerinizden en az birini siz üretin” diyor. Çiftlik bizim için o kadar güzel ki, bütün salata malzemelerimiz, yumurtalarımız buradan geliyor, yazın bir sürü meyvemiz oluyor. Çok olduğunda eşe dosta dağıtıyoruz. Üretmeyi ve tüketmeyi öğretiyor. Sadece tükettiğimiz için bunları unuttuk. Ben de öyleyim. Şehirde yaşadığın için o döngünün içindesin. Dışında olmaya çalıştığında etrafındaki insanlara garip geliyorsun.
Merhamet kalmamış, doğaya saygı yok, şükretmek yok. Bunun bir nimet olduğunu unuttuk. Maddi şeylerde o kadar kaybolduk ki... Üzerimi görüyorsun buraya geldiğimde hep pisleniyorum. Ve burada pis olmayı çok seviyorum. n Çiftlik ne zamandır var? Ben ilkokul 1’deyken burada fotoğraflarım var. Her hafta sonu çiftliğe gelirdik, o zaman bu evler yoktu. Küçük bir lokalimiz vardı. Hava buz, burası kar, babam arkadaşlarını toplar, kuzenler gelir o küçücük lokale tıkılır, mangal yakar, sohbet ederdik. O zamandan beri çiftliğe geldiğim için burası gençlik dönemimde de çok büyük lükstü, arkadaşlarımla gelirdik.
Mekânlarla bağ kurarız ya, burası çocukluğundan beri geldiğin yer, o zamanlar ünlü değildin mesela. Hangi duygu halleriyle geldin buraya, bu ev senin hangi duygularına ev sahipliği yaptı?
Yol uzun ya, küçükken daha uzun geliyordu. Köyün değişimini görmek çok güzel. Biz ilk geldiğimizde köyde gazete satılmıyordu. Babam kendi birikimi ve emekli öğretmen olan annemin emeklilik tazminatıyla köyün zor durumda olan okuluna yardım etti ve köydeki çocukların okul için Gebze’ye gidip gelmesine engel oldu. Toprak yolu biz yaptırdık. Şu an her yer ev. Burada kalan aile çok önemli. Bütün evlerin anahtarlarını, çiftliği, hayvanları teslim ediyorsun. Burada hem ailemin hem de yakın dostlarımızın evi var. 32 dönüm. Masrafı, bakımı var. Babam arada burayı satmayı düşünür ama “Senin çocuklarınla buraya gelip vakit geçirdiğini görmeden burayı satmam” diyor.
Peki senin ruh halin?
Buraya gelme nedenim hep şehirden kaçmak oldu. Gece hiç ses yok. O büyük lüks. Yazın bahçeye kurul. Burada her türlü böcek var, yılan, akrep, örümcek... Ben burada yaşamayı öğrendim. Doğada yaşama konusunda tam bir savaşçıyım. Bütün ağaçları biz diktik, bahçeleri yaptık. Doğaya yatırım yapman gerektiğini görüyorsun, ağacın üstünü örteceksin, dalını keseceksin, doğru yere ekeceksin, suyunu vereceksin, hayvanını besleyeceksin. Her şey artık tek telefonla ayağımıza geliyor. Üretmeyi, emek vermeyi unuttuk. Mesela evde yemek yapmak çok güzel. Bu konuda şanslıyım çünkü Burak çok güzel yemek yapıyor. Ben de onun küçük yamağı olarak ne derse yapıyorum. Çiftliğin en sevdiğim özelliklerinden biri de benim gibi yerinde duramayan, sabırsız birini ehlileştirmesi. Buraya gelince onu hatırlıyorum. Hiçbir şey yapmak zorunda hissetmiyorsun kendini. Sabırlı olmayı öğretiyor.
Proje değerlendirmek için de burası cennet gibi bir yer...
Burada okursam hiçbir diziyi kabul etmem, öyle söyleyeyim. Ama burada özellikle yazın hamakta kitap okumak çok güzel oluyor. Bu ara bir proje düşünmüyorum. İnşallah tiyatro yapacağız, şu an oyun yazılıyor. Selin’le (Şekerci) yapmayı istiyoruz. Benim ilk sahneye çıkışım olacak o yüzden çok heyecanlıyım. Daha fazla bahsetmeyeyim sürprizi kaçmasın ama çok güzel olacağa benziyor.
Selin’le iyi arkadaş olduğun için iyi bir iş çıkar bence. İnsanın birlikte rol aldığı insanla aynı dili konuşması çok önemli. Buğra ile iyi iş çıkardınız gerçekten.
Evet, çok önemli. Buğra’yla ben çok farklıydık. Ben hep general gibiyimdir sette, “Set hazır arkadaşlar buyrun” derim, karavanı toplarım, biri hata yaptığında düzeltirim. Buğra daha sakin, sabırlı, zamanı yavaş yaşayabilen biri. Birbirimizi çok güzel dengeledik. Ne o benim hareketliliğime gıcık oldu ne ben onun sakinliğine. Hep ortada buluşabildik. Pas atarsan gol geleceğini hissetmek çok güzel. Komedi anlayışımız da benziyor. Yazdığı her şeyi okuyorum, beynine hayranım. Üretiyor işte.
Görümce’yi izledin mi?
İzledim, çok sevdim. Gupse’ye bayıldım, helal olsun. Gupse, Türk kadın oyuncular arasında bizim için bir gurur kaynağı gerçekten.
İlerde abinle böyle bir proje yapmak ister misin?
Emre’yle Meraki Yapım diye bir yapım şirketi kurduk. İlk projemizin Emre’nin yazdığı bir kısa film olmasını istiyoruz. Ben yöneteceğim. Haziran’da çekip yurtdışındaki festivallere yollamak istiyoruz, belki İngilizce bile çekebiliriz. Emre Amerika’da, benim de durduğum bir dönem. Biraz ceplerimi doldurmam lâzım. İzleyemediğim filmleri izlemek, okuyamadığım kitapları okumak istiyorum. Güzel bir programlama yapmalıyım çünkü bendeki problem o, son dakikacıyım. Çalışırken hiçbir şeye zaman yok. Kuzenimin düğününe gidemedim. Benim de o an kendi düğünüm çekiliyordu sette. Ama işin içinde olmayan insanlara bunu anlatamıyorsun. Şükrediyorum, sevdiğim işi yaparak para kazanıyorum. Bundan daha büyük bir lüks olamaz.
Sosyal medyada da hayvanların kurtarılma videoları çok izleniyor. Senin bu gibi izleyip etkilendiğin bir video var mı?
Norveç’te bir adam felçli köpeğini her gün göle sokuyordu, çok etkilendim. Hayvanlar konusunda hassasım. Köpeği sürükleyen bir araba vardı mesela, böyle şeylerin peşine düşüyorum. Bu konuda çalışan bir sürü dernek var, bireysel olarak yardıma nereden başlayacağını bilemeyen herkese tavsiye ederim. Hayvan sevgim, hayat tarzıma da yansıyor. Mesela kırmızı et yemiyorum.
Daha önce de yemiyordun zaten...
Ama mevsiminde deniz balığı yiyorum. Tavuk ayda bir köyden geliyor. Protein de istiyor vücut ama bu bahane değil. Doğru beslenirsen hayvansal proteine ihtiyacın olmadan da yaşayabilirsin. Ama ciddi disiplin işi! Gözümün döndüğü anlar oldu, bir kere çiğ köfte yedim mesela. Yine de insan bunu ziyafete dönüştürmemeli. Kaz ciğeri, havyar yemem, inek sütü tüketmiyorum. Kürk her zaman karşı olduğum bir şey. Deri sektörüyle ilgili şeyleri de araştırıyorum, bunun sonu yok. Hayvan deneyi yapan kozmetik ürünlerinden uzak duruyorum. PETA’yı takip ediyorum. Dünyada ciddi bir kürk sektörü var, ponponlar çantaya, ayakkabıya bile takılıyor mesela. “Üşüyorum” diyeni de anlamıyorum. Gelişen teknolojiyle artık alternatifler sonsuz. Kesilen hayvanın derisinden faydalanabilirsin. Çünkü insanlara “Et yeme” diyemezsin, bu bireysel yapabileceğin bir şey. Doğada canlı öldüğünde doğaya geri dönüyor. Sen bir hayvanın etinden, sütünden, derisinden faydalanmak istiyorsan bunu en nazik şekilde, doğanın sürdürülebilirliğini düşünerek yapmalısın.
İşin içine girince düşünecek çok şey var...
“İnsanlar ölüyor, sen küresel ısınma diyorsun” diyorlar. Bence en güzelini Leonardo Di Caprio yapıyor, küresel ısınmaya kafayı takmış ve vejetaryan. İnsan kırmızı et yemediğinde sinir, hazımsızlık kalmıyor. Ben bir senedir deniyorum, öğrenme aşamasındayım. Yediğim besinlerin değerlerine bakmaya başladım.
Mutfağı değiştirdin yani...
Evet, vücuduma giren her şeyin sağlıklı olmasını istiyorum. Zaten çay, kahve içiyoruz, bari yediğimiz şeyler faydalı olsun. Ama arada ben de yaramazlık yapıyorum tabii.
Şu an hayatının hangi dönemindesin?
Şu ara dinginlik modundayım. Komedi oyunculuğu hafife alınıyor ama ben katılmıyorum. İş olarak ters köşe bir şey yapmak istiyorum. Çok güzel senaryolar geldi, okuduklarımdan çok beğendiklerim de oldu ama hepsi birbirine ve özellikle Zeynep karakterine benziyordu. Frene basayım, vites boşta kalsın, her an bire takabilirim ama kendimi dinlemeye başlayayım istiyorum.
O kadar yoğunluktan sonra biraz kendinle olmak iyi gelmiştir...
Evet, biraz evde vakit geçirmek istiyorum. Burak sete başladı. Senaryosunu okudum, çok beğendim umarım yolları açık olur. Bu sene rekabete girmeyeyim, ertesi sabah reytinglere bakmak zorunda kalmayayım diye düşünüyorum ama tabii hiç belli olmaz biliyorsun bizim durumumuzu. Biraz param var, bir süre yeter bana. Bir önceki işimde de güzel bir ivme yakalamışken bunun keyfini sürmek istiyorum açıkçası. Oyunculuk hayat boyu devam edebileceğin bir meslek, bunun tadını çıkartmak lazım...