T24- "Özgür kız" olarak tanınan şarkıcı, söz yazarı Nil Karaibrahimgil, "endişeli modern misiniz" sorusuna "şu anda tehdit altında hissetmiyorum ama kadın hakları konusunda çok hassasım" dedi. Karaibrahimgil, "Şu dekolte-tecavüz paralelliğini kuran ilahiyatçıyı duyduğumda kafa atan bir yazı yazmak istediğini" belirtti.
Ezgi Başaran'ın Radikal gazetesinde yayımlanan (21 Şubat 2011) röportajı şöyle:
Özgür kız diye başladı. Kariyer yapın, sonra çocuk da olur, ha tek taş yüzüğünüzü de kendiniz alabilirsiniz dedi. Geçen sene reklamcı Serdar Erener’le evlendi. Nil Karaibrahimgil şarkılarıyla, reklam jingle’larıyla bir kısım genç kızın rol modeli. Hayatı nasıl değişti, 30’larının ortasında nasıl bir kadın oldu?
Başarılı kadın tarifiniz nedir?
Biraz sığ olabilir ama ben bir kadının para kazanmasını başarı kriterleri arasında üst sıraya koyarım. Para demek hareket özgürlüğü demek. İdealiyle yaptığı iş arasında uçurum olmayan, kendini başarılı hisseden kadın başarılıdır.
Siz başarılı mısınız?
Yaptığım işte evet.
Müzisyenlikte mi reklam jingle’ı yapma konusunda mı?
Müzik, şarkı yazarlığı. Bir numaram bu. Hayallerini doyurmuş bir kadınım ben. Çünkü çok küçük yaştan itibaren şarkı söylüyorum, yazıyorum. Müzisyen olmak istedim ve oldum. Senin şarkılarını seviyoruz diyen bir grup insan da var, dolayısıyla memnunum. Ama gelebileceğim son noktada değilim.
Ne olabilir son nokta?
Daha güzel şarkılar, İngilizce şarkılar, daha büyük bir konser.
Yaş 30’u aşınca hayaller, gelecek planları nasıl değişiyor?
Ben rahatladım… 20’lerimdeyken çok tedirgin bir tiptim. 30’dan sonra bir şey oldu, bir anda sakin, ferah bir platoya çıktım sanki. Bak bunu hissettiğim bir an var onu anlatayım: Diyelim ki bir konser salonunda 500 kişilik bir grup kapının öbür tarafında bekliyor. Sen kuliste heyecanla bekliyorsun. Hadi diyorsun, bu sefer de yapayım. Benim kafamda bu an bellidir. Geçen gün U2’nun bir fotoğrafını gördüm, tam az önce sana tarif ettiğim anda çekilmiş. O kadar aynı ki. Bakışlar, ruh hali... O anda benim ve Bono’nun beyin dalgalarını ölçecek bir mekanizma yaratılsa, iddia ediyorum iniş çıkışlar aynıdır. Senin dediğin hayaller orada kilitleniyor.
Nerede?
İnsanlar “Bir yer var, oraya erişirsem süper hissedeceğim” der, oraya gider ve yine tatmin olmaz. Hele yaratıcı olan insanın durumu daha da zor. Aşırı bir güvensizlikle, kendine yersiz bir güven arasında hayata çarpıp duran bir tip düşün. Deli gibi bir şey. Zaten o kadar insanın karşısına geçip, “Ben sizi eğlendirip dans ettireceğim ve benim dediklerime bayılacaksınız ve beni sevin ama lütfen gerçekten sevin” demek normal olabilir mi!..
Kendinize aşırı güvensiz olduğunuz zaman ne oluyor?
Benim hayatta çok güzel şarkılar yazmak gibi bir hediyem var hissiyle “Ya aslında ben şu ana kadar hiç iyi bir şarkı yazmamış olabilirim, yeni yazdıklarım da iyi mi emin değilim. Acaba eskiyor muyum?” hissi arasında gidip gelmek. Bir şey bulduğumda çok mutlu, bulamadığımda da kaybetmiş hissediyorum işte. O yüzden de çok normal bir hayat yaşayamam, kendimi sallayıp ses çıkartmam gerekiyor.
Evlilik normalliğe atılan ilk adım değil mi?
Ama kimle evlendiğinle alakalı. Bizimki sıkıcı bir evlilik değil. Ben hiçbir zaman eve gidip terliğimi giyeyim, yemek yiyeyim demedim. Hayatta seçtiğim insan o kadar özel ve benim için yaratılmış bir canlı ki. Beni yüzde yüz özgür bırakıyor, çünkü o da daima bir fikir bulmak zorunda, onun da kafasının yarısı hep başka yerde. Onun da bir rutini yok.
Kafasının yarısı sürekli başka yerde olan adamla hayat zor mu?
Zor tabii. Serdar’la herkes beraber olamaz kolay kolay ama benle de olamaz. Biz onunla lego gibiyiz. Onun boşluğu benim çıkıntıma oturuyor, yahut da tam tersi. Yan yana durduğumuzda kendimizi boğucu bir tencerenin içinde hissetmiyoruz.
Hiç zekâ yarıştırıyor musunuz?
Yarıştırıyoruz ama sevgiyle. Onu yeneceğim hissiyle değil de tenis maçını devam ettirmek motivasyonuyla. Ama sevdiğin adamın sana biraz meydan okuması çok faydalı.
Ne bakımdan?
Mesela Serdar bendeki disiplinsizliği yok eden bir insan. O kadar tembelim ki aslında. Bana diyor ki, “Günde 17 dakika çalışıyorsun, ama o kadar şanslı bir donanımla gelmişsin ki o sürede şarkı da yazıyorsun, jingle da. Çalışsan kim bilir neler yaparsın...” Hayatımı bu kadar iyi konsantre olabilen ve çalışkan biriyle paylaşıyor olmam da büyük şans. Kıskanıyorum o halini.
Konsantre olamıyor musunuz?
Hayır ama bunu aşmak için bir yöntem buldum. Cep telefonunu, bilgisayarı kaldırıp kum saati koyuyorum önüme. Bir saatlik kum saati bitene kadar yerimden kalkmadan çalışıyorum ya da kitap okuyorum.
Sizce Serdar daha mı zeki?
Bilemem. Bono’yla yaptığımız gibi beyinlerimize elektrotları bağlayıp bakmamız lazım. Hodri meydan!
Evlenince âşık olduğunuz adam sıkıcı gelmeye başladı mı?
Hiç değil. Biz 10 yıldır birlikteyiz ama son bir senedir aynı evde yaşıyoruz. Ben yer yer kendimi 100 yaşında ama çoğunlukla 5 yaşında bir çocuk gibi hissediyorum. Öyle davranıp öyle giyiniyorum. Serdar da Peter Pan sendromundan mustarip. Dolayısıyla biz kendisini çocuk zannederek yaşayan bir çiftiz.
“Kariyer de yaparım çocuk da” lafının çocuk kısmına geldiniz mi?
Ben hâlâ o sözümün arkasındayım. Para kazanmak için didinen kadın da evlenir ve çocuk yapar. Yıllar içinde bana gelip de senin dediğin gibi olmuyormuş diyen çok kadın oldu. Zor olduğunu kabul ediyorum ama olmayacak bir şey de değil. Hâlâ mesajımın arkasındayım, ama tabii çocuk yaptığım zaman göreceğim Hanya’yı Konya’yı.
Son albümünüzün adı Nil Kıyısında idi. Mısır’da Nil Nehri kıyısında evlendiniz. Yılların planlaması mı?
Yok artık, o kadar hesaplı olabilir miyim… Ama öyle muhteşem bir gezi yaptık ki Asvan ve Luksor arasında. Üç günlük bir gemi kiraladık, 50 kişilik bir arkadaş grubuyla. Gündüz elçilikte evlenip, gece yarısı gemiye bindik. Ertesi sabah uyanıp güverteye çıktığımda gözümden yaş geldi. Adım o nehirden geldiği için garip bir ruh halindeydim ama hiç bu kadar billur bir su görmemiştim.
Ne yaptınız 3 gün boyunca?
Müzik yaptık, dans ettik, sohbet ettik. O üç gün hayatın bir sürpriziydi. Böyle bir şeyi hesaplayamazsın. Nerede evlenelim diye düşünürken aklımıza geldi. Serdar’ın fikriydi.
Evlenmeye nasıl karar verdiniz?
Ya biz artık evlenelim dedik. 10 yıllık gel-gitli ilişkiden sonra yapılacak en doğru iş evlenmekti. Evlilik bir ana kumanda odası gibi. O odaya girelim, bir duralım ve inşallah yavrulayalım dedik. Yavrulama kısmının zamanını da bilmiyorum. Albüm mayıs gibi bitsin, bakacağız. Şu anda albüm hazırlıyorum. Sabah kalkınca gitarımı alıp yarım şarkılarımı tamamlamaya çalışıyorum. Bir şey yazamıyorsam kitap okuyorum. Çünkü kelimeler duymam gerekiyor. Bir şeylerin bana çarpması lazım. Mesela gece bir film seyrettim, sabah da eski kelimeler okudum. Tanpınar’ı okuyorum...
O ne demek?
Eski kelimelere hâkim olmamanın verdiği rahatsızlık vardı üzerimde. O yüzden Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur’una başladım, çünkü şarkılarda böyle kelimeler kullanıldığında hoşuma gidiyor.
Saçını yaşama hakkı
Serdar siyasetle çok yakından ilgileniyor, sizin durumunuz ne?
Evet çok ilgili. Aslında etrafım politik hayvanlarla çevrili ama ben Boğaziçi’nde siyaset okumama rağmen ilgilenmiyorum, çünkü canım sıkılıyor. Anlamıyorum da bilmiyorum da. Olup bitenlerle ilgili kim liberal ve objektif bir bakış geliştirebiliyorsa onlar yapsın. Ama bazen dayanamadığım oluyor.
Mesela?
Türban sorununu düşünürken bir kadının saçını yaşama hakkı diye bir köşe yazısı yazdım. Yeni çıkan Nil’in Kelebekleri kitabında da var. O yazıda şunu diyorum: Benim için saçlarım çok önemli. Islakken başkadır, rüzgâr olur dağılır, bunalıma girersin rengi değişir. Bunlar çok güzel ama saçını başka türlü yaşamak isteyen, mesela örtmek isteyen kadınların hikâyesini de dinleyelim…
Siz endişeli modernlerden misiniz?
Özgürlüklerime çok düşkünüm ama şu anda tehdit altında hissetmiyorum. Ama kadın haklarıyla ilgili çok hassasım, bu konuda bir şeyler yapmak için uğraşıyorum. Fakat bu süreçte şunu gördüm: Kadınların dertleriyle ilgili önce kadınlar bir araya gelemiyor. Örneğin ben bir çorap firmasının reklamında oynadığımda bir şeyleri bağırmak istediğim dönemdi. Bacaklar güzeldir, desen desen, renk renk çoraplar giyebilirsiniz. Bacaklarınızı güzel göstermenin hiçbir sakıncası yok demek için o reklamda oynadım. Bazen, mesela şu dekolte-tecavüz paralelliğini kuran ilahiyatçıyı duyduğumda kafa atan bir yazı yazmak istiyorum. Ve tabii bir gün ben ya da başka biri düşündüğünü yazmaktan imtina ediyorsa, istediği hayatı yaşamakta zorluk çekiyorsa endişe etmekle yetinmem, harekete geçerim. Şarkılar böyle durumlarda çok güçlüdür, dünya tarihindeki etkilerini biliyoruz.