Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Özgür Özel, “Terörle mücadele ne iktidar meselesidir, ne muhalefet meselesidir, ulusal bir meseledir ama siz sırf siyasi çıkarlarınız uğrunda kendinizi ‘milli’ yapar, geri kalan herkesi ‘gayri milli’ diye yaftalarsanız, İçişleri Bakanı'na yöneltilen en ufak bir eleştiriye ‘Polisimize saldırıyorlar, askerimize saldırıyorlar’ diyerek bu kıymetli kurumları kendinize kalkan yaparsanız yanlışlarınıza devam edersiniz” eleştirilerinde bulundu.
Sözlerinin devamında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya eleştirilerini sürdüren Özel, “Türkiye'de İçişleri Bakanı'na bir güven yok ve maalesef ona olan güvensizlik ve onun kötü kriz yönetimi, yaptığı yalan yanlış ve dezenformasyona varan açıklamalar bugün Türkiye'deki güven bunalımını yaratıyor” dedi.
Özel, Sözcü yazarı Ruhat Mengi’nin sorularını yanıtladı. Özel’in açıklamalarının bir bölümü şöyle:
■ İstanbul'da İstiklal Caddesi'nde yaşanan terör olayı toplumda büyük infial ve endişe yarattı, terör uzmanları; benim geçen röportajımda Emekli Albay Erdal Sarızeybek'in de belirttiği gibi bu terör eylemlerinin devam edeceği, dikkatli olunması konusunda yönetenleri ve halkı uyarıyor. Ana Muhalefet Partisi olarak ihmaller ve önlemler konusunda ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Genel Başkanımız Sayın Kılıçdaroğlu'nun Grup konuşmasında vurguladığı ve bütün vatandaşlarımızın da gördüğü bir gerçek var; biz geçen sene bu zamanlarda Türkiye'nin sınırlarının kevgire döndüğünü, girenin çıkanın belli olmadığını, bundan Türkiye'nin başta Suriye olmak üzere komşularıyla olan ilişkilerinin, dış politikasının, geçmişteki hatalarının büyük rol oynadığını, şu anda Türkiye'de kim var kim yok bilinemediğini söyleyerek, bunu eleştirerek “Sınır Namustur” demiş ve Türkiye'de 81 ilde ve bütün ilçelerdeki binalarımıza ve genel merkezimize “Sınır Namustur” pankartlarını asmıştık. Bu Adalet ve Kalkınma Partisi'ni büyük ölçüde rahatsız etti ve uzun süre Türkiye gündeminde kaldı. Sayın Genel Başkan'ın Salı günkü konuşmasından sonra maalesef aynı pankartları bir kez daha astık, çünkü yaşanan olay bir iç güvenlik sorunudur ama aynı zamanda kötü bir dış politikanın yansıması ve sınırların güvenliğinin ne kadar önemli olduğunu da gözler önüne seren bir sorundur.
Patlama olduğu andan itibaren Cumhuriyet Halk Partisi söylediklerinin bir kez daha haklı çıkmasının ve korktuklarının olmasının teessürü içindedir. Hem önümüzdeki dönemde Türkiye'yi yönetecek siyasi parti ya da ittifakın önemli bir bileşeni ve Türkiye'nin Ana Muhalefet Partisi olarak da doğruyu göstermenin, hem de meselenin Türkiye açısından doğru zeminde tartışmanın sorumluluğu içindedir ve bunu yapmaktadır. Şunun altını kuvvetle çiziyoruz; meselenin sorumlusu Türkiye'yi 20 yıldır yöneten iktidar partisi ve onun başındaki Sayın Erdoğan'dır.
■ Cumhurbaşkanı Erdoğan, iktidarın sorumluluğu yerine son terör olayını da CHP'ye bağladı, HDP'yle bağlantı kurdu, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bugün birçok terör örgütünün ismini her fırsatta Türkiye'deki herkese yakıştıranlar, muhalefet partisine, muhaliflere, gazetecilere, öğrencilere yakıştıranlar aslında Türkiye'de siyasi kutuplaşmayla birlikte hem terörü sulandırıp, hem terörle mücadele konusunda oluşması gereken ortak ve güçlü, tek sesli bir cepheyi sırf siyasi çıkar uğrunda değersizleştirerek, önemsizleştirerek böyle bir şeyin oluşmasının önünde en büyük engeli teşkil etmektedirler. Terörle mücadele ne iktidar meselesidir, ne muhalefet meselesidir, ulusal bir meseledir ama siz sırf siyasi çıkarlarınız uğrunda kendinizi “milli” yapar, geri kalan herkesi “gayri milli” diye yaftalarsanız, İçişleri Bakanı'na yöneltilen en ufak bir eleştiriye “Polisimize saldırıyorlar, askerimize saldırıyorlar” diyerek bu kıymetli kurumları kendinize kalkan yaparsanız yanlışlarınıza devam edersiniz. Yaşanan terör olayında, örneğin bir önceki Mersin'de yaşanan terör olayında yanlış bir bilgiyi İçişleri Bakanı ağzıyla ilk dakikalarda servis eder ve ülkenin Ana Muhalefet Partisi'ni hedef göstermeye çalışırsanız yaptığınız açıklamalarda kimse sizi ciddiye almaz, bugün böyle bir sorunla karşı karşıyayız. Türkiye'de İçişleri Bakanı'na bir güven yok ve maalesef ona olan güvensizlik ve onun kötü kriz yönetimi, yaptığı yalan yanlış ve dezenformasyona varan açıklamalar bugün Türkiye'deki güven bunalımını yaratıyor. Maalesef, burada çareyi Türkiye'yi bir gün, bir gece iletişimsiz bırakmakta, iletişim kanallarını kapatmakta, sosyal medyayı susturmakta ve sansürlemekte görüyorlar. Bu yapılan iş daha çok kaygı, daha çok endişe, daha çok fısıltı ve dezenformasyon üretiyor, tam olarak böyle bir güvensizliğin, endişenin, kaygının ortasındayız.
Burada düşülmemesi gereken tuzak, bugünkü iktidarın, seçimi kaybettiğini, Türkiye'yi yönetemediğini gördüğümüz iktidarın, ülkeyi bir endişe, bir kaygı iklimine sürüklenmesinden bir menfaat ummasıdır, Ana Muhalefet Partisi olarak yaptığımız bütün eleştirilerin ne kadar haklı olduğunu görüyoruz, gelecekte ülkeyi yönetmeye talip bir siyasi parti olarak bizi belli bir sorumluluk bekliyor, bugün kullandığımız muhalefet dilini de son derece sorumlu bir şekilde inşa ediyoruz, ancak şunun da altını çiziyorum her konuda bir kolaycılığa kaçılıyor; dış politikada, iç politikada, güvenlikte, terörle mücadelede hatta bazen ekonomi eleştirilerinde “Efendim, bunu siyasete alet etmeyin, bu konuda siyaset yapmayın” diyorlar, siyaset tam da bunlar bir daha, bir daha yaşanmasın diye yapılır. Bu alan fevkalade siyasi bir alandır çünkü hükümet tercihini Suriye'yle kavga etmekle, Suriye'nin toprak bütünlüğüne saygılı olmamakla, Suriye'deki devlet dışı unsurları muhatap kabul etmekle yapmış, onları “eğit, donat, yolla savaşsın ve ülkesini parçalasın” diyerek Suriye'deki kaostan, çöküşten medet ummuş ve Suriye'deki bir rejim değişikliğinin açıkça tarafı olmuş ve bu hatalı dış politikası yüzünden milyonlarca sığınmacının kendi ülkelerinden ayrılarak Türkiye'ye gelmesine sebep olmuş ve sınırların ortadan kalktığı, sınırların kevgire döndüğü bir sürecin müsebbibi olmuştur.
Ayrıca Türkiye'nin İran sınırında Afganların geçişiyle yaşanan zafiyet, yüzbinlerce Afgan mültecinin Türkiye'ye geçmesi, hatta Amerika ve İngiltere gibi bazı ülkelerin Afganistan'daki işbirlikçilerine “Türkiye üzerinden kabul edileceğini” söylemeleri üzerine daha geçen sene büyük bir akının yaşanmış olması, içlerinde kadın ve çocukların bulunmadığı on binlerce yüzbinlerce Afgan'ın kontrolsüz şekilde ülkemize geçiş yapmaları hafızalarda ve bu süreçte CHP hem sınır güvenliğine, hem bu kontrolsüz girişlere vurgu yapmıştı ama bunları dinlemeyenler şimdi Türkiye'nin gözbebeği İstanbul'da, İstanbul'un kalbi Taksim'de ve Taksim'in en önemli noktası İstiklal Caddesi'nde böyle bir eylem yaşandıktan sonra “teröristi hızlı yakalayıp tutuklamakla” öğünüyorlar.
Bu, AKP'den önce de olan, sonra da olacak olan, Cumhuriyet'ten önce kurulmuş çok önemli birikimleri olan polis teşkilatının başarısıdır ama orada o bombanın patlıyor olması bir güvenlik zafiyetidir ve o bombanın ve patlatanın bu ülkeye girişi, bombanın oraya kadar taşınması, o bombanın patladığı ana kadar kontrolün Türkiye Cumhuriyeti devletinde değil terör örgütünde olması bir istihbarat zafiyetidir ve iktidarın sorumluluğundadır. Bunu tartışmak, bu işi siyasete alet etmek değildir, çünkü olay doğru siyasetin kurgulanmamış, yapılmamış olması, bir dizi yanlışın uç uca eklenmesinin sonucudur. Dünyanın neresinde ülkenin kalbinde bir bomba patlarsa güvenlik bürokrasisi ve onların başında olan bakanla ülkeyi yöneten kişi sorumludur. Daha da ekstra bir sorumluluk; bir tek adam rejimiyle yönetilen ülkede işine geldi mi “Bu işin başı benim, ben” diyen kişinin şimdi sorumluluğu alması gerekmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu birbirlerinden az olmamak üzere yaşananlardan sorumludur.
Özel ayrıca, "Türkiye'deki önemli bir sorun da İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun hem terörle mücadelede, hem sınır güvenliğinde, hem sınırı aşan operasyonlarda dahi kendisini öne çıkarmak için Milli Savunma Bakanlığı'ndan, Genelkurmay Başkanlığı'ndan rol çalması. Hulusi Akar'ın da geçmişten gelen 'partili bir Genelkurmay Başkanı' olmasını, bu tarihte ilktir -seçim gecesi öyle oldu üniformasını çıkarıp bakanlık kıyafetini giyerek belli olmuştu- ve şimdi de 'örtülü bir Genelkurmay başkanı' gibi davranmasını, Genelkurmay Başkanı'nı hiçleştirmesini, 'Bana bağlı bir Genelkurmay başkanı buldum, bırakmam' diyerek orduya ve kuvvet kademesine karşı yaptığı değersizleştirmeyi bir kenara not etmek isterim" diye konuştu.
Yazının tamamını okumak için tıklayın.