Oral Çalışlar (Radikal, 21 Ağustos 2012 ) Orhan Pamuk’un ülkemizdeki ‘geleneksel burjuvazi’ye yönelik sert eleştirileri geniş yankı buldu: “Burjuvazi beni çok sinirlendiriyor. Küstahlıklarından tiksiniyorum. (...) Egoistlikleri ve kendi vatandaşlarından nefret etmelerinden hiç hazzetmem. Laik Türk üst sınıfını askeri müdahaleler de Kürtlere yapılan baskı da rahatsız etmez. Türk kadınlarının birçoğuna, sadece başörtüsü taktıkları için tepeden bakarlar. Bu tutumları bana, eskiden Güney Afrika’da beyazların siyahlara bakışlarını anımsatır.” Bu burjuva kesimi, bir süre öncesine kadar, AK Parti ile sert bir iktidar kavgası içindeydi. Elindeki imkânları ve mevzileri yeni burjuvaziye kaptırmamak adına, ‘askeri müdahale’yi yıllarca bir imkân olarak görmüş olan geleneksel ‘laik’ burjuvazi, şu an, siyasi mücadeleyi kaybetmiş durumda. Karaalioğlu’nun değerlendirmesi Mustafa Karaalioğlu, Star’daki yazısında, bu ‘değişim’ üzerinden yapılan tartışmaları şöyle değerlendiriyor: “Türkiye’nin değişimini analiz edemeyenler veya analiz ettikleri halde buna her vasıtayla direnenler bugün yaşanan toplumsal değişime karşı da aynı durumdadırlar.(...) Nasıl bir değişimden geçiyoruz? Şöyle... AK Parti iktidarı siyasette vesayet düzenini büyük ölçüde bitirirken, aynı hacimde olmasa da ekonomik paylaşımda ve sosyal sektörlerde de vesayet düzenini değiştirmeye başlamıştır. Yaşanan, bu tarihsel değerdeki gerekli ve kaçınılmaz değişimdir, o kadar. Türkiye zenginleşirken herkes bundan bir parça pay almaktadır. Mesele budur... Her kesimden insanın hayat kalitesi artmaktadır. Muhafazakâr veya laik fark etmeden her kesimden.” Karaalioğlu, İslami kesim içinde süren bir tartışmaya gönderme yaparak şu değerlendirmede bulunuyor: “Ne yazık ki ‘Müslüman’ kimliğine sahip bazıları da bu kampanyanın parçası olabilmekte, kendilerini ‘vicdanın sesi’ rolünde zannederek eski Türkiye değirmenine su taşımaktadırlar. Başörtüsüne karşı çıkmak neyse bugün muhafazakâr kesimlerin zenginlikten pay alma talebine karşı çıkmak da aynı şeydir. Vicdanlı olmak da on yıllardır adaletsizliğe maruz kalan kitlelerin hukukunun yanında durabilmektir; onlara hak ettiklerini çok gören sinsi kampanyaya ortak olmak değil. Ne yazık ki durum böyledir. Sermaye geleneksel olarak kimin elindeyse bugün hâlâ ve büyük ölçüde aynı ellerdedir. Elbette Anadolu sermayesinin biraz olsun soluk alabildiği bir dönem yaşanmaktadır ama hepsi bu kadar. 10 yılda 10 kat, 20 kat büyüyen şirketler ve aileler bu ülkenin eskiden beri aşina olduğu isimleri taşımaktadır.” Karaalioğlu, bu saptamalardan yola çıkarak İslami kesimin ‘mağdurluktan mağrurluğa geçtiği’ doğrultusundaki eleştirilerin haksız ve yersiz olduğunu vurguluyor. Hüda Kaya İslami kesimin aktif isimlerinden Hüda Kaya ise farklı bir duruş içinde. İktidara egemen olan İslamcılığın ‘zulme başvuran’ bir yola girdiğine ilişkin sert eleştirileri var: “28 Şubat dönemlerinde bir gün böyle bir dua okuyacağımı söyleseler hayatta inanmazdım. Ama geçen akşam şöyle mırıldandım... Allahım bizi dindar zalimlere karşı koru, dedim. Bu dua yüreğimden nasıl döküldü şaşırdım. Aylardır inanılmaz bir gerilim ve savaş dili var Türkiye’de. Mezhebi gerilim, etnik gerilim, bölgesel gerilim. Hepsi arttırılıyor. Başbakan’dan gazetecilere karşı tehdit geliyorsa... Tepeden başlayınca, halk da eline sopa alıp farklı düşünenlerin üstüne yürümeyi meşru görüyor. Başbakan benim izin vermediğim şeyleri yazamazsınız diyorsa mahallenin kabadayısı da hâkim biziz diye üstüme yürür. Doğaldır yani.” 18. yüzyılda yaşamış İngiliz asilzade, siyasetçi ve edebiyatçı Chesterfield’ın “Mağrurluk, insanların size öfke duymaktan çok, size gülmesine ve sizi aşağılamasına yol açar” diye bir sözü var. Acaba, İslami elitler de geleneksel laik elitler gibi gülünçleşme tehlikesiyle mi karşı karşıya?