Azınlık vakıflarının 1936’dan sonra edindikleri ve 1974’ten sonra Hazine’ye devredilen gayrimenkulleri için geri verilmesine dair kanun hükmünde kararnamenin çıkarılmasının ardından Patrikhane’nin 4 yıl önce kavuştuğu Göksu’daki 98 dönüm arazi ile Ümit Tepesi için ‘tapu iptal’ davası açıldı. Patrik Bartholomeos’un, bütün yaşananlara rağmen umudunu koruduğu aktarıldı.
Yeni Yüzyıl gazetesi’nin haberine göre, azınlıkların gayrimenkulleriyle ilgili son yıllarda yaşanan iade süreci Rum ve Ermeni vakıflarında büyük sevinç yaratmıştı. bu olumlu havayı endişeye dönüştüren çok ilginç bir gelişme yaşandığı ortaya çıktı. Fener Rum Patrikhanesi’nin 4 yıl önce tapusuna kavuştuğu İstanbul’un en değerli arazilerinden olan Göksu’daki 98 dönümlük gayrimenkul ile Heybeliada’da Ruhban Okulu’nun yanındaki Ümit Tepesi için devlet ‘tapu iptali’ davası açtı. Orman İdaresi, söz konusu mülklerin Hazine’ye iadesini istedi. Patrikhanede şok etkisi yaratan bu davaların nasıl sonuçlanacağı merakla bekleniyor.
Azınlık mülkleriyle ilgili son 6 yıl içinde önemli gelişmeler kaydedildi. Büyükada’daki yetimhaneden, Karaköy’deki Rum okullarına kadar pek çok mülkün tapusu iade edildi. Ermeni cemaatinin mülklerinde de benzer süreçler yaşandı. Ancak son dönemde çok farklı davalar açılmaya başlandığı ortaya çıktı. Edinilen bilgiye göre İstanbul Orman İdaresi, iki ayrı ilçede benzer davalar açarak Patrikhane’ye iade edilen iki gayrimenkulün tapusunun iptalini istedi. Bunlardan birisi Beykoz, Göksu sırtlarındaki 98 dönümlük çok değerli mülk. Göksu Ayazması, Panaiya Ayazması ya da halk arasında Meryem Ana Ayazması diye bilinen bu arazi, İstanbul Rumlarının 8 Eylül’de büyük panayır düzenledikleri bir yer. 1874’de inşa edilen kilise de bu arazi içinde. İşte bu arazinin tapusu, ‘Orman arazisi’ olduğu gerekçesiyle iptal edilmek isteniyor. Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun üzerine oturduğu Ümit Tepesi de iade edilen mülkler arasındaydı. Ancak burasıyla ilgili de ‘tapu iptal’ davası açılmış durumda.
Yasa gereği, bu mülklerin ‘orman arazisi’ sayılıp sayılmayacağına, bilirkişiler ve yargı karar verecek. Ama şimdiden azınlık cemaatleri arasında ‘üzücü gelişme’ olarak konuşuluyor. Bu gayrimenkullerin iadesi sürecinde büyük emeği geçen Vakıflar Meclisi temsilcisi Laki Vingas, konuyu doğrularken şu kısa yorumu yaptı: “Olumlu havayı gölgeleyecek ters istikamette davalar var. Orman idaresi Beykoz ve Adalar’da iki tapunun iptalini istiyor. Şimdi de yeni bir dava süreci devam edecek. Buna enerjimiz, gücümüz yetmiyor.”
Patrik Bartholomeos, bu gelişmelerle ilgili konuşmak istemedi. Aksine, olumlu mesajlar verdi: “Eskiden ‘Patrikhane 2. Vatikan olma peşinde. Devlet içinde devlet olmaya çalışıyor’ diyorlardı. Bugün itiraf etmeliyim ki, Patrikhanemiz ve genel olarak azınlıkların durumu iyiye doğru değişti, gelişti. Bugün durum eskiye göre değişti. Daha rahat nefes alabiliyoruz. Kapadokya’da Sümela’da dini vecibeleri yerine getirebiliyoruz. Eskiden güçlük çekiyorduk bu tür etkinlerde. Şimdi ilgili makamlar anlayışla karşılıyor. Valiler Belediye başkanları kolaylık gösteriyor. Önümüzdeki günlerde Efes’de Menemen’de ayin yöneteceğim. Vakıflar Genel Müdürlüğü zapt edilmiş bazı gayrimenkullerimiz iade edildi. Talep etmeye devam ediyoruz. İade sonrası mahkemelik olan da var. Tetkik ediliyor.”
Anadoluhisarı’nda yeşil alan içerisinde bulunan Göksu Ayazması 1870'li yıllarda yapılmış. Göksu Ayazması, Küçüksu Ayazması, Anadolu Hisarı Ayazması, Panaiya Ayazması, Meryem Ana Ayazması ya da kilisesi gibi pek çok değişik isimle de anılıyor. Üzerinde hiçbir tanıtıcı bilgi bulunmayan binanın pencereleri duvar örülerek kapatılmış, demir kapısı kilitli durumda. Ayazma hakkında yazılan yazılarda da "Göksu'da bir de Panaiya Ayazması vardır. Eylül ayının sekizinci gününü takip eden ilk pazar, burası Rum Ortodoksları kütle halinde uğrağı olurdu... Ayazma'nın bu ziyaret günü, Göksu Panayırı diye anılırdı... O zamanlar bu alan gür ormanlarla kaplıydı. Ağaçların arasında su kaynakları vardı. Bu kaynaklardan fışkıran sular Bizanslılarca kutsal sayılıyor, bu sulardan içenlerin hastalıklardan kurtulduğuna, günahlarından arındığına inanılıyordu.
Onun için her su kaynağının başına bir ayazma yapılmış, bu ayazmalara da koruyucu aziz tasvirleri konulmuştu. Bizanslılar buraya 'Kutsal Kuyular' anlamına gelen 'Potamonion' adını vermişlerdi. Gürül gürül ve pırıl pırıl akan dereye de, 'güzellikler' anlamında 'Aretea' demişlerdi. Bizans'ın tüm hastaları, tüm günahkarları üşenmez, onca yolu aşıp buraya gelirlerdi. Bu alışkanlığı, Bizanslıların torunları İstanbullu Rumlar da sürdürdü. 8 Eylül'de düzenlenen Ayazma törenleri için, Şirket-i Hayriye bir çok kere Eminönü'nden ek seferler koymak zorunda kalmıştı. Akın akın buraya gelen Rumlar, yanlarında Müslüman Türk komşularını da getirirlerdi. Müslümanlar da bu şifalı ve kutsal suların insafına sığınır, sonra hep birlikte gönül rahatlığı ile çayırda eğlenirlerdi. O günlerin anılarına bakılırsa, çayırın her köşesinde laternalar çalınıyor, sirtakiler oynanıyordu. Eğlenceler ağaçlara asılan fenerlerin eşiğinde gece de devam ediyordu. Pano'daki koca şarap fıçılarından doldurulan şişeler teker teker boşalıyordu" diye bahsediliyor