Hazel Güney
Herhangi bir şey için öldürülebilirdik. Burada doğmadığımız için, buranın dilini konuşmadığımız için. Silahlı bir adamın hoşuna gitmediğimiz için…
Dünya üzerindeki her bir kıtada, her bir sınırda; geçmişte ve gelecekte var olan bir gerçek varsa o da savaşlardır. Bu savaşlar bazen kendini okla, tüfekle; bazense duygusal ve cinsel şiddetle kendini gösterir. Öyle ki eski çağlardan günümüze baktığımızda bunların pek çok örneğine rastlamaktayız. Bazen de çok eskiye gitmemek lazım. Çünkü milenyum çağı deyip de, uğruna kutlamalar yapıp uzay çağından teknoloji çağına geçtiğimiz bu yüzyılda bile hala çocuklar ölüyor, kadınlar şiddet görüyor, herkes sınırlarını çizmek için kendini 'tepkisel şiddet' adı altında, ruhunu rahatlatarak insanlara zulüm ediyor. İşte böyle bir serüvenin macerası anlatılıyor “Penthesila, Margarita ve Io” adlı oyunda.
Scarface ensemble. Strasbourg Belediyesi, Strasbourg Méditerranée Festivali, Atina KET Tiyatrosu, JTN, Adami, Spedidam, Aubervilliers Théâtre de la Commune’un desteğiyle sahnelenen oyun geçtiğimiz günlerde d22 sahnesindeydi. Elizabeth Marie’nin yönetmenliğini yaptığı, Selin Altıparmak (Bursa, Paris) ve Rinio Kyrizi (Atina) oynadığı metinde, yeryüzünde kadın olmanın dayanılmaz ağırlığı gözler önüne seriliyor. Bunu yaparken hem yanlışlıkla kardeşi Hippolyta’yı öldüren amazonlar kraliçesi Penthesilea’nın hikayesine, hem Sovyetler Rusya’sında yaşamış, Stalin’e körü körüne bağlı Margarita’ya, hem de Zeus’un aşkına karşılık vermediği ve Hera’nın kıskançlığına maruz kaldığı için acılar içinde oradan oraya kaçan Io’nun hikayesine tanık oluyoruz.
Patriarkal bir toplumda bir kadın nasıl var olabilir? Nedir bu patriarkal sistem peki? Ataerkil toplum inşasının en güçlü yeri olan aileden başlar bu sistem var olmaya ve aile reisi unvanının erkeğe verilmesiyle durdurulamayan bir sistemler silsilesi halini alarak, bir virüs gibi yayılır. Öğrenilmiş çaresizlik olarak kabul etiğimiz bu sistemler bütününde, bir virüs gibi hücrelerimizde kendi varlığını meşru kılar. İşte bu kendini meşrulaştıran patriarkal sistem insanların yaşadığı her bir toplumda görülmektedir. Oyun bu düşünceden yola çıkarak, izleyenlere kadınların yüzyıllardır yaşadığı problemleri anlatma fikriyle oluşturulmuş. Penthesilea’nın kardeşini öldürme hikayesini, Truva Savaşı’ndaki cesaretini ve Akhilles ile olan trajik durumunun arka planını anlatarak metini başlatması, bu hikayeyi Io ile bağdaştırması ve ortasında günümüze gelmesi; zamanlar arası bir düzlemde, evrensel bir boyutta kadın imgesini sorgulatmak amacıyla yazıldığını gösteriyor. Oyunda Penthesilea ve Akhilles’in konuşmalarında; Akhilles için aslında güzellik ve köle kavramlarının aynı şey olduğunu da anlamaktayız. Fakat oyunda bu söylemlerin altı tam anlamıyla bizi içine alabiliyor mu?
Hikayeyi mitoloji ile anlatan metin bizi klasik bir sahnelemeden uzak, üç boyutlu bir sahnelemeyle karşı karşıya bırakıyor. Ortada bir dünya haritası ve üzerinde kartondan bir kadın erkek figürü; sol tarafta ilk insanları gösteren yazı, ortada projeksiyon, sol tarafta bir minder. Bir yandan yüzyıllar öncesindeki mitolojik karakterleri izlerken, bir yandan da projeksiyondan yansıyan günümüz otobanını görüyoruz. bu durum insanların daima göç, savaş, üstünlük içerisinde olduğunun ve bunun etkilerini nesilden nesile geçirdiğinin resmini çizse de; oyunculukların epik düzlemde kurdukları dünyalarında, oyunun anlatıcıları mı olduğunu yoksa karakterleri mi olduğuna bir türlü ikna olamıyoruz. Bu durum da, oyunun bahsetmek istediği tüm kavramların altının kaymasına neden oluyor.
Margarita’nın hikayesinin anlatıldığı ikinci kısımda; bu sefer Sovyet Rusya’sına gidiyoruz. Geçmişindeki gerçekleri değiştirememenin, ona nasıl mükemmel bir ırk olduğunun anlatılmasıyla büyütülmenin vermiş olduğu bilinçaltıyla, Stalin’in ölümü onda bir hayal kırıklığı yaratıyor. Ataerkil sistemin babalarından olan Stalin’e hayran olan bir kadın! Oysaki bir kadının savaş döneminde çocuklarını pişirmesini anlatan yine aynı kadın! Bu diyalektiğin içinde psikolojik bir düzleme geliyor metin. Fakat bu psikolojik düzlemin yansımalarını sahnede göremiyoruz. Ve bu nedenle de, sanki metnin içine birçok kavram konulmuş; ama bir türlü bunlar sindirilememiş gibi bir durum ortaya çıkıyor. Tabii ki bunda oyunda üç dil kullanılmasının ve çevirilerin düzgün yapılmamasının da nedeni var. Ama metin en başından itibaren hem normlarla, hem de kendiyle savaşır nitelikte. Çünkü metin oluşturulurken kronolojik bir çizginin dışına çıkılıyor. Üç ayrı hikayeyi epik bir düzlemde, parçalı bir anlatımla yaparak, değinilen konuların da kendi içindeki bütünlüğünü parçalıyorlar. Erk sistemi eleştirirken birden söylemlerin hepsi, Antik Yunan oyunlarının içinde hapsedilmiş tragedyalar gibi duruyor.
Dekorun sade bırakılması, kostümlerin abartısız ve günümüze yakın olması; mitolojik evrenle, günümüz arasında bağ kurmamızı rahatlatsa da, oyunun o ağır ilerleyen ruhunu kurtaramıyor. Ortadaki koca dünya haritasının üzerinden evrilerek giden oyun, üçüncü epizotta Io’nun hikayesi ile tekrar bizi mitlere götürüyor. Penthesilea’nın hikayesi ile başlayan oyunun, yine mitolojik bir karakter olan Io’nun ölümü ile bağlanması fikrinde; ölümünün günümüz topuklu ayakkabısıyla, dünya haritasının üzerinde gerçekleşmesi gibi bir buluş bir nebze izleyeni rahatlatsa da, anlatılmak istenenlerin birinci epizottakine benzer bir mit ile bağlanması yüzünden biraz yavan kalıyor.
Haritalar değişse de, değişen pek de bir şeyin olmadığını anlatıyor bize Penthesilea, Margarita ve Io. Olayların neden ve sonuç ilişkileri, ilk baştaki projeksiyondan yansıtılan günümüz görüntüleriyle biraz daha pekiştirilseydi; belki izleyene sorgulatılmak istenen düşüncelerde daha rahat düşünme payı verilebilirdi. İnsan ister istemez, bu kadar ağır bir metin olmasa da olurdu diyor.