Gül Atmaca*
Aslında başlığı önce “büyük düşmanlar eski tanıdıklardan çıkar” diye atacaktım ama akla hemen iç siyaset gelir diye vazgeçtim. Pers İmparatorluğu’nun “yasal” mirasçısı olan İran ile 1948’de Filistinlilerin hakkı yenilerek kurulan İsrail arasında malum bitmeyen bir kavga var. Öyle ki İran ve İsrail’in, tabii bir de İsrail’in Orta Doğu’daki ağabeyi ABD’nin birbirlerine sataşmadıkları, birbirlerini suçlamadıkları gün yok gibi. İşte bu yazı üçüne “durun kavga etmeyin, siz geçmişi eskiye, çok eskiye dayanan ortak bir mirasa sahipsiniz” demek için yazıldı.
Nasıl mı? Epey gerilere, M.Ö.’sine gidelim.
Babil Kralı Nabukadnezar, M.Ö. 586’daki fetihlerle Kudüs’ü ele geçirmeyi başarır. Yahudi Tapınağı’nı ve Yahuda Krallığı’nı yıktıktan sonra esir aldığı Yahudi halkını Babil’ e gönderir. Yeni Pers İmparatorluğu’nun kurucusu Büyük Kiros ise (M.Ö. 559-M.Ö.530) ise tersini yapar; burasını fethettikten sonra Yahudilerin topraklarına geri dönmelerine izin verir. Üstelik Kudüs’teki Tapınağı yeniden yaptırır. (Büyük Kiros, Büyük Koreş, Büyük Keyhüsrev, Büyük Kuraş, Cyrus olarak da anılır.)
Kiros, Babil’i M.Ö.539’da fethettikten sonra Kiros Silindiri’ni yaptırır. Silindirin üstündeki çivi yazısında Kiros’un Babil şehrinin Baş Tanrısı Marduk’un çağrısıyla burasını nasıl fethettiği anlatılır. Yazı, Pers İmparatorluğu’nun sınırları içinde ibadet özgürlüğü ve insanların ana yurtlarına dönmelerine izin verilmesinden bahseder.
Büyüklüğü Amerikan futbol topu kadar olan 2600 yaşındaki silindir, bazı çevreler tarafından “ilk insan hakları bildirgesi” olarak kabul ediliyor. Babil’de kentin temeline gömülü olan kilden silindir, Mezopotamya’da İngiliz arkeologlar tarafından 1879 yılında günışığına çıkarılmış. British Museum’da sergilenen Silindirin bir kopyası New York’taki Birleşmiş Milletler Binası’nda bulunuyor.
Kiros Silindiri, zaman zaman dünyanın farklı müzelerine götürülerek buralarda sergileniyor. Örneğin, ABD ile İran arasındaki ilişkinin en tatsız dönemlerinden birisinde (Mart 2013) Amerikan müzelerinde tura çıktı. British Museum’ın o dönemdeki Müdürü Neil Mac Gregor, Pers İmparatoru Kiros’un farklı kültür ve inançlara toleransı içeren bir devlet modelini benimsediğini söylüyordu. Mac Gregor’a göre en önemli ayrıntılardan birisi, 18.yüzyılda ABD Kuruluş Bildirgesi’ni yazanların tek bir dinin egemen olmadığı, farklı kültür ve inançların saygı gördüğü devlet yönetimi konusunda Kiros’tan etkilenmiş olması.
Yanlış duymazdınız! ABD’nin Kuruluş Bildirgesi’nde Pers etkisi var. Örneğin, British Museum’un ABD’deki müzelere ödünç verdiği parçalar arasında, Sokrates’in öğrencisi Ksenofon (M.Ö.426-M.Ö.355) tarafından yazılan Kiros biyografisi yani Cyropaedia da vardı. Yunan filozof, yazar, tarihçi ve asker Ksenofon, Anadolu’yu uzun yıllar işgal altında tutan Pers ordusu içinde bulunmuştu. Pers İmparatoru Kiros’un, farklı toplulukların yaşadığı imparatorluğu nasıl hoşgörüyle yönettiğini kayıt altına almıştı. İranlıların askeri eğitim ve öğretim düzenleriyle ilgili görüşlerini yazan Ksenofon, tüm sefer kayıtlarını da tutmuştu.
Kiros biyografisi, Avrupa’da 1767’de hem Yunanca hem de Latince basılmış, sadece burada değil Amerika’da da aydınlanma sürecinde aranan kitaplardan birisi haline gelmişti. ABD’nin Bağımsızlık Bildirgesi’ni kaleme alan üçüncü Başkanı Thomas Jefferson’ın bu biyografiden etkilendiği söylenir. (Jefferson’ın elindeki iki kopyadan bir tanesi Kongre Kütüphanesi’nde bulunuyor.)
Jefferson, Cyropaedia’yı okuyup ondan esinlenmekle kalmamış, ailesine de okumalarını tavsiye etmiş. Torununa yazdığı bir mektupta, “Yunanca öğrenmeye başladığında okuman gereken ilk kitap Cyropaedia” diye yazmış.
Kiros Silindiri’nin, ABD Bağımsızlık Bildirgesi yayınladıktan (4 Temmuz 1776) 100 yıl sonra (1879) toprak altından çıkarıldığı düşünülünce Jefferson’ın Kiros’u, Silindir’den dolayı değil Cyropaedia sayesinde tanıdığı anlaşılıyor.
British Museum, Silindiri 2010-2011 arasında İran Ulusal Müzesi’ne sergi için ödünç vermişti. Cumhurbaşkanlığında ikinci dönemin sonuna doğru İran milliyetçiliğinin ipine sarıldığı için Mollalarla arası bozulan dönemin Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, Silindir için yüksek kira ödemekle suçlanmıştı. Bu arada, İran’da Kiros Silindiri’ni görmeye sadece üç ay içinde 1 milyon kişinin geldiği kayıtlar arasında.
British Museum’un eski müdürü Neil Mac Gregor, o günlerde yaptığı bir açıklamada, İran’daki rejimi onayladığı yönünde bir izlenim yaratmak istemediğini belirtmekle birlikte diyalog yollarını açık tutmanın önemine inandığının da altını çiziyordu. Mac Gregor, “British Museum, belki iki ülke arasındaki ilişkileri düzeltemez ama burada olduğu gibi diyalog kurulması için bir alan açabilir” demiş. Kiros Silindiri ayrıca 2020 yılı Eylül ayında da İran Ulusal Müzesi’nde dört ay boyunca sergilenmek üzere Tahran getirilmişti.
Kiros Silindiri’nde Yahudilerden Yahudi diye bahsedilmese bile Babil Sürgünü sonrası İsrail topraklarına dönüşü konu alan Ezra Kitabı’nda Kiros kendi ismiyle anılır. Eski Ahit’in İşaya kitabında da Yahudileri sürgünden kurtaran Kiros’a “Mesih” diye hitap edildiği görülür. Babil tutsaklığının ardından yazılmış olan İşaya kitabının son bölümünde şunlar yazar:
“Koreş (Kiros) çobanım ve tüm isteklerimi gerçekleştirecek. Yeruşalim ve tapınağın temelleri atılacak.”
Tevrat’ta da Kiros’a yani Yahudi olmayan bir hükümdara saygı gösterilmiştir. Şunu da unutmamak gerekir, Babil sürgünü öncesinde ve sonrasında yazılan Tevratlarda, İran inanışlarının etkisiyle önemli farklılıklar vardır. Örneğin, sürgün sonrasında yazılan Tevrat’taki bazı konular Zerdüşt inancının temel özelliklerini taşır.
İlk tek tanrılı din olan Zerdüştlük, M.Ö 600. ve M.Ö. 650 arası Med ve Pers İmparatorluğu’nun resmi dini olmuştur. İlk olarak Zerdüştlükte rastladığımız;
-Öldükten sonra yargılanma, sırat köprüsü, cennetle ödüllendirilme, cehennemle cezalandırılma düşüncesi;
-İyilik ve kötülük arasındaki mücadele (Sonraki dinlerde Tanrı ile Şeytan arasındaki mücadeleye dönüşmüştür);
-İyilik-kötülük mücadelesinde, iyiliğin zafer kazanmasını sağlayacak bir kurtarıcının geleceği düşüncesi, yan, mehdi/mesih inancı;
sonraki üç büyük dinde de karşımıza çıkar.
Akademisyen Şlomo Sand’in Türkiye’de “Yahudi Halkı Nasıl İcat Edildi?”* adıyla çıkan kitabı, 2008’de İsrail’de ilk çıktığında uzun süre çok satanlar listesinde yer aldığı gibi epey de gürültü koparmıştı. Kitapta, Babil’e sürgüne giden İsrailoğullarının Pers kültüründen nasıl etkilendiği ortaya konuyordu. Şöyle yazıyordu Sand: “İsrailoğulları Mısır’ı terk etmişlerdi, vahşi ve bilgelikten uzaktılar. Pers’te eğitim gören Yahudiler, Perslilerden yeni bir din anlayışı, bir yaşam tarzı, bir dil ve bilim edindiler. Bu sürgün dönemi demek ki geniş anlamı içinde Yahudi tarihinin başlangıcının oluştuğu dönemdir…”
Sand’a göre Kitabı Mukaddes’in aşağı yukarı her sayfasında da göreceğimiz gibi tekelci tek tanrıcılık, sürgündeki ya da sürgünden dönmüş Yahudiyeli entelektüel seçkinlerle soyut Pers dinleri arasındaki olağanüstü buluşmadan doğmuştur.
Sürgündeki Yahudilerin hepsinin Kenan ülkesine dönmediğini hatırlatan Sand, geride kalanların son derece hareketli olan Yahudi kültür merkezlerine yerleşip yaşamayı seçtiğini yazıyor. Sand, “İlk tek tanrıcılığın bir ölçüde Yahudilik kurucularının daimi ikametgâhı olmuş sürgün yerlerinde oluştuğunu ileri sürmek abartı olmaz…” diye de ekliyor.
Az da olsa bazı tarihi kaynaklar yukarıda anlatılanın tersine Büyük Kiros’u egemenlik alanını büyütmeye çalışan emperyal bir güç olarak tanımlayabilir. Yahudiliğin sürgündeyken Zerdüştlükten “esinlenerek” biçimlendiğini iddia eden Sand’e itiraz edenler hatta kızanlar da olacaktır elbet. Ancak bugün birbirine düşman olan iki tarafın aslında birbirine hiç de yabancı olmadığı kesin. Bir başka deyişle, insanın en büyük düşmanı aslında kendisine en çok benzeyenler arasından çıkıyor. Orta Doğu ise bunun sayısız örnekleriyle dolu…
Şlomo Sand, “Yahudi Halkı Nasıl İcat Edildi?”, Doğan Kitap, Çeviren: Işık Ergüden, Şubat 2011, İstanbul.
İsfahan’daki Yahudi antikacıPers İmparatoru Kiros Babil’i fethettikten sonra burada esir olan Yahudi halkına kendi topraklarına dönme hakkı tanır. Ama gitmeyip kalanlar da olur. İşte bugün İran’da nüfusu 20 binin altına düşen Yahudiler, kalanların torunları. Daha önce yüz binlerle ifade edilen Yahudi nüfusu, 1948’de kurulan İsrail’e göç, 1979’daki İslami Devrim’in ardından özellikle Batıya göç derken iyiden iyiye azalmış durumda. İran’da Yahudilerin başlıca yaşadığı şehirlerden birisi “Cihanın yarısı (nısf-ı cihan)” diye tanımlanacak kadar güzel İsfahan. Tudelalı Benjamin isimli bir seyyah daha 7. yüzyılda İsfahan’daki Yahudi nüfusunun 15 bin olduğunu yazıyor. 2013 yılında, birkaç gün için bu güzel şehirdeydim. Zağros dağlarında doğup şehrin ortasından akan ve üzerinde altı tarihi köprü bulunan Zayende nehri; nehir boyunca kilometrelerce uzanan ve asırlık ağaçların olduğu park etkileyiciydi. Bizim aklımız ise İstanbul’da, Gezi Parkı’ndaydı. Arkadaşıma, “Gezi Parkı burasıyla kıyaslanınca küçücük bir park ama iktidarın o kadar yeri bile yeşil bırakmaya niyeti yok” demiştim. Akşamüstü kentin merkezindeki otele dönerken, bir antikacı dükkânı çarptı gözüme. İçeri girdiğimde yaşlı uzun yüzlü dükkan sahibinin delici bakışlarla karşılaştım. O zaman daha kıt olan Farsçam ve İngilizce karışık sohbet ettik biraz. Kafasının arkasındaki metal kabartmada bulunan figürü sorduğumda, “Musa” dedi. Bu sorudan dolayı ve o dine mensup olmasam da Hz. Musa’yı tanımamış olmaktan dolayı mahcup hissetmiştim kendimi. İran’ın izin verdiği dönemlerde İsrail’e gittiğini, ABD’de bir süre yaşadığını ama en sonunda memleketine döndüğünü söyledi. “Neden?” diye sorduğumda “Ben buralıyım” dedi ve üzerine basa basa “2 bin 500 yıldır” diye ekledi.
|