Pervin Buldan: En zayıf barış bile bir günlük bir savaştan daha iyidir

Pervin Buldan:  En zayıf barış bile bir günlük bir savaştan daha iyidir

HDP'nin 3. Olağan Kongre'sinde eş genel başkan seçilen Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyesi Pervin Buldan, "Ben, faili meçhullerin kol gezdiği bir zamanda babası katledildiği gün doğan bir evladın anası oldum. Ölüm nedir bildim. Zulüm nedir gördüm. Elimde sihirli bir program yok! Ama acı deneyimlerle edindiğim gerçek bir bilgi var. En zayıf barış bile bir günlük bir savaştan daha iyidir" dedi.

"Ey insanlığı tüketenler! Savaşı yüceltenler! İşte umudu ve barışı çoğaltanlar olarak buradayız" sözleriyle konuşmasına başlayan Buldan, "Eğer savaştan medet umanlar bir gün barışı ve yaşamı düşünme noktasına gelirlerse onlara, acısını yüreğine gömmüş binlerce ananın sesi ve uzatılan eli olmaya hazırım" ifadesini kullandı.

Buldan, "Barış nöbetçisi" olacağını belirterek, "Siyasi yaşantımı barış için aktif sorumluluklar alarak kinden ve intikam duygusundan uzak durarak bugüne getirdim. Bugünden sonra da bedeli ne olursa olsun bir barış nöbetçisi olarak devam edeceğim" diye konuştu.

Buldan'ın HPD'nin 3. Olağan Kongre'sinde yaptığı konuşmanın tam metni şöyle:

Ey insanlığı tüketenler! Savaşı yüceltenler! İşte umudu ve barışı çoğaltanlar olarak buradayız. Bir aradayız. Bizim insanlığa ve özgürlüğe olan inancımız, tutkumuz sizin körüklediğiniz korku ve nefretten daha büyüktür. Her zaman olduğu gibi biz kazanacağız, büyük insanlık kazanacak!

Sayın Divan, Sayın Eş Genel Başkanım, ülkenin dört bir yanından gelen partimizin değerli yöneticileri, çalışanları ve delegelerimiz;

Farklı bölgelerden ve farklı ülkelerden teşrif eden değerli misafirlerimiz; sivil toplum örgütlerinin, partilerin, sendikaların ve meslek odalarının sayın temsilcileri; sevgili basın emekçileri;

Çok değerli anneler, kadın arkadaşlarım, kız kardeşlerim; siz sevgili genç yoldaşlarım, HDP’nin değerli emektarları; HDP’yi var eden ve muazzam emekler, bedeller ve amansız bir mücadele ile HDP’yi daha da güçlendirerek bugünlere taşıyan değerli cefakâr halkımız hepiniz hoş geldiniz.

Onur verdiniz! Güç verdiniz!

Sizlere hitap etmesi gerekirken zindanda rehin olarak tutulan ve bu nedenle bu meşaleyi devralma görevini üstlenmeme vesile olan partimizin çok değerli emektarı, onurlu siyasetin öncüsü değerli Eş Genel Başkanım Sayın Selahattin Demirtaş’ı saygı ve sevgi ile selamlıyorum.

Şu güne kadar üstlendiği görevi layıkıyla yerine getirmiş; demokratik ve ilkeli siyasetten asla taviz vermemiş; mücadele azmine korkuyu, sinmeyi, geri durmayı asla bulaştırmamış; dürüstlüğü samimiyeti ve erdemli kişiliği ile beraber çalışmaktan her zaman için feyz aldığımız saygıdeğer eş genel başkanımız Sayın Demirtaş’tan bu görevi teslim almak benim için onur kaynağıdır. Bu nedenle bu kürsüden kendisine şahsım ve partimiz adına sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Ve yine eş genel başkanımız iken rehin alınan ve vekilliği gasp edilen değerli eş başkanım Sayın Figen Yüksekdağ’ı derin saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.

Birlikte çalıştığımız dönem içerisinde sağlam duruşu, her koşulda ve her yerde bir bütün olarak mücadelemizin hep en ön safında yer alan kararlılığıyla, çalışkanlığıyla bizlere esin kaynağı olan, kadın olarak bizleri gururlandıran eş başkanım sevgili Yüksekdağ’a da kadın arkadaşlarım, partim ve şahsım adına buradan teşekkürlerimi gönderiyorum.

Yanı sıra milletvekillerimiz, yol arkadaşlarımız Sayın İdris Baluken, Sayın Çağlar Demirel, Sayın Selma Irmak, Sayın Abdullah Zeydan, Sayın Gülser Yıldırım, Sayın Ferhat Encü ve Sayın Burcu Çelik’i…

Demokratik Bölgeler Partisi Eş Genel Başkanı Sayın Sebahat Tuncel ve Mehmet Aslan’ı, tutuklu bulunan tüm belediye eş başkanlarımız adına Demokratik Bölgeler Partisi belediye eş başkanlarından Sayın Gültan Kışanak, Sayın Tuncer Bakırhan ve Sayın Bekir Kaya’yı,

Demokratik Toplum Kongresi Eş başkanı Sayın Leyla Güven’i ve onların şahsında zindanlarda tutulan bütün parti üyesi ve çalışanlarımızı, özgürlük mücadelesine gönlünü ömrünü veren yoldaşlarımızı en içten devrimci duygu ve düşüncelerimle selamlıyorum.

Çözüm sürecinde 3 yıl boyunca kendisiyle bire bir görüştüğüm, 19 yıldır tecrit altında tutulduğu İmralı Cezaevi’nde çözüm, barış ve demokrasi mücadelesi veren Sayın Abdullah Öcalan’ı saygıyla selamlıyorum.

İdam sehpasına götürülürken “Yaşasın Türk ve Kürt halkının kardeşliği” diyen Türkiye devrimci hareketinin önderlerinden Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını, Mahir Çayanları, İbrahim Kaypakkayaları, Behice Boranları, Mazlum Doğanları, Sakineleri saygıyla, minnetle, şükranla anıyorum.

Sevgili arkadaşlarım, değerli konuklar;

“Coğrafya kaderdir.” Coğrafya kadar, varlıkları ve yoklukları ile sahip oldukları ve olmadıkları ile tarihi ile acıları ile her insan haritalanmış bir dünyaya doğuyor ve kendisinden öncekilerin belirlemiş olduğu kadere daha doğarken ortak oluyor.

Bu nedenledir ki her birimiz daha doğarken haksızlıkların ve dolayısıyla acıların tanığı ve mağduru oluyoruz. Ve daha doğarken özgürlüğe, adalete, barışa ekmek kadar su kadar birincil derecede ihtiyaç duyuyoruz.

Bu ihtiyaç, bu gerçeklik, bu zaruret hali bizlere mücadele etmekten başka seçenek bırakmamaktadır.

İşte Halkların Demokratik Partisi de bu topraklarda yaşayan bütün mazlum halkların, tüm inanç ve kültürlerin ihtiyacı olarak vardır. Bunun içindir ki HDP halklar partisidir.

İşte bu salonda da görüldüğü gibi halklar bahçesidir. Bu ülkenin bütün renklerinin, farklılıklarının bir arada ortak bir mücadelede birleştiği bir birlik partisidir. Ülkemiz için önerdiğimiz birliğin en büyük kanıtıdır HDP’dir.

Bütün ayrıştırmalara, ötekileştirmelere, düşmanlaştırmalara karşı HDP kardeşliğin, bir arada eşit ve özgürce yaşamın kendisidir.  Partimiz; Türkiye’nin çoğulcu çok kimlikli yapısını oluşturan Kürt, Türk, Laz, Arap, Çerkez, Alevi, Ermeni, Süryani ve Ezidi halklarını, tüm inançları, ezilen, ötekileştirilen tüm kimlikleri temsil eden Türkiye demokrasisi için bir siyasi değerdir.

İşte bizi güçlü kılan da temsil ettiğimiz bu değerler ve ortak vatanı hep birlikte inşa etme iddiamız, kararlılığımızdır. Karşımızdaki güçler tekçiliği ne kadar dayatırsa dayatsın biz çoğulculuğu, farklılığı, çok renkliliği savunmaya ve yaşatmaya devam edeceğiz.

Herkes bu ülkede dilini, kültürünü, inancını özgürce yaşayacak. Biz bunun mücadelesini yürütüyoruz. İşte HDP’den korkmalarının, bize fütursuzca saldırmalarının nedeni budur. Tekçiliği bozduğumuz için, çoğulcu, demokratik katılımcı bir ülke yönetimini savunduğumuz için bizden korkuyorlar. Korksunlar! 

Onların TEKÇİLİĞİNE karşı BİZLER de ÇOĞUZ!

BİZLER

Darağacında asılan Pir Sultanız, Seyit Rızayız        

Bizler, Çanakkale’de omuz omuz omuza duran Anadolu ve Mezopotamya halklarıyız

Sivas’ta yakılan Türküleriz, şiirleriz

Roboski’de katledilen köylüleriz

Şengal’de IŞİD’in katlettiği Ezidileriz

Filistin’de, Rojava’da direnen halklarız

Anadolu’nun yoksulluğa mahkum edilen emekçi halklarıyız

Bizler yaşadığı onca trajediye rağmen dimdik ayakta duran Kürdistan halkıyız

Bizler Aşık Mahsuni’yiz, Ahmet Kaya’yız, Kazım Koyuncu’yuz, Musa Anter’iz, Vedat Aydın’ız, Orhan Doğan’ız, Hrant Dink’iz

Gezi’de vurulan Berkin Elvan’ız, 13 kurşunla vurulan Uğur Kaymaz’ız, Ali İsmail Korkmaz’ız, Ceylan Önkol’uz.

Bizler 1995’ten beri çeyrek asırdır kayıp yakınlarını arayan Cumartesi Anneleriyiz

Bizler yıllardır beyaz tülbentleriyle yollara düşen Barış Anneleriyiz

Bizler dağlarda bedeni toprağa düşen Kürt gençlerinin anneleriyiz

Bizler ovada yaşamını yitiren yoksul askerlerin anneleriyiz

Bizler, emek sömürüsüne karşı onurluca direnen işçileriz.

Soma’da katledilen madencileriz.

Hergün sokaklarda öldürülen kadınlarız.

Cezaevlerinde rehin alınan ama iradesini teslim etmeyen özgür tutsaklarız.

HDP, onurlu ve büyük insanlık yürüyüşünün adıdır. HDP barıştır, HDP özgür yaşamdır. Ve bu büyük yürüyüşü kimsenin engellemeye gücü yetmeyecektir.

Seyit Rıza’nın “Ben hilelerinizle baş edemedim, bu bana ders olsun. Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim. Bu da size dert olsun” demişti. HDP tüm baskılara rağmen diz çökmedi, çökmeyecek, bu da onlara dert olsun!

Değerli dostlar,

Hepinizin bildiği üzere hem küresel hem bölgesel olsun büyük yıkımların yaşandığı oldukça zorlu ve karanlık bir süreçten geçiyoruz. Yakın tarihte olduğu gibi Ortadoğu ve yaşadığımız bölge kirli hesapların ve savaşların hedefi konumunda.

Bir yanda emperyal politikalar ve bunu sonucu olarak sürdürülen vesayet savaşları, yıkımlar, diğer yanda ise halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesi onurlu direnişi var.

Suriye’de yaşanan acı ve yıkıma hepimiz tanığız. Orada Suriye halklarının kendi geleceğine dair karar vermesini engelleyen bir savaş sürdürülüyor. Ne yazık ki; Türkiye de, Afrin’e başlattığı saldırı ile Suriye’deki bu kanlı sürecin içerisine dahil oldu.

Oysa Rojava halkları birkaç yıldan buyana özelde Suriye, genele tüm Ortadoğu’ya model olabilecek demokratik bir yönetimin inşası için muazzam bir çaba sürdürüyordu. O topraklarda var olan bütün etnik aidiyetlerin ve inançların eşit şartlarda birlikte yaşama olanağı yaratıldı. Din, dil, ırk, inanç, mezhep ve cinsiyet ayrımcılığının olmadığı eşit ve ekolojik bir toplum.

Türkiye’ye bugüne kadar bir tek kurşun sıkmamış, dayanışma ve dostane ilişkiler kurmayı önermiş bu halka devlet aklı ne yazık ki yüzyıldır yürüttüğü hasmane politikalar ile cevap vermeği yeğ tuttu.

Geçmişten bugüne karakollarla, mayın tarlalarıyla toplumsal olarak sınırın bu tarafından ayrıştırılan Efrin halkı günümüzde sınıra örülen duvarlar ile dışlandı.

Ve şimdi ise kendi topraklarındaki varlıklarına da açılan savaş ile son verilmek isteniyor.

Sebep ne? Tekçi devlet sisteminin yüzyıllık paranoyası olan beka sorunu! Bu sistem yanı başında demokratik, çoğulcu bir öz yönetimi kendisi açısından tehdit ve tehlike olarak görüyor.

Asıl amaç, bölgede demokratik öz yönetim sürecinin akamete uğratılmasıdır. Tekçi sistemler dünyanın her yerinde aynı sistemi savunur. Demokratik yönetimlerden hazletmezler. Çünkü demokrasi geliştikçe kendisi de değişmek zorundadır. Rojava meselesi de budur. Orada inşa edilen demokratik bir yönetim modeli, Türkiye’deki tekçi katı otoriter sistemi teşhir edecektir.

Doğal olarak Türkiye de demokratikleşmek, kendi iç sorunlarını demokrasi yoluyla çözmek zorunda kalacaktır. Bu nedenle Afrin’e girildi. Afrin saldırısı başta Kürtler olmak üzere bölgede yaşayan bütün halklara, onların eşitlikçi, demokratik yaşam umuduna yapılmaktadır.

O toprakların binlerce yıldır asli sahibi asli unsuru olan bu halkların kendilerini yönetme iradelerine saygı duymak ve hatta bu iradeyi desteklemek, dostane ilişkiler kurmak Türkiye’ye ne kaybettirir? Müttefik kazandırmaz mı? Dostluk, kardeşlik kazandırmaz mı?

Bizler Efrin’den Filistin’e kadar Kürtlerin, Ermenilerin, Arapların, Ezidilerin ve bütün Ortadoğu halklarının haklı mücadelelerinin yanında yer alıyoruz.

Yurtiçinde ve yurtdışında barıştan yana açık tutum alıyoruz. Barışı savunuyoruz! Çünkü geçmişten bugüne tüm zamanlarda insanlık tarihi tanık olmuştur ki savaşlar en büyük felaket en büyük yıkımdır.

O nedenle barış elzemdir! Barış ahlaklı olandır, erdemli olandır! Barış kötülüklere, kötülüklerden beslenenlere karşı durmaktır! Barış varlığımızı, evlatlarımızı, geleceğimizi kurtarmaktır!

Yıllardır bu toplumu ırkçı söylemlerle, sahte tehdit algılarıyla ölmeye öldürmeye ikna etmeye çalıştılar. Fakat biliniz ki hiçbir anne savaşlarda ölsün, sakat kalsın diye çocuk doğurmaz. Kırk yıldır evlat acısıyla yaktığınız annelerin ayaklarının altına cehennemi serdiniz.

Mersin’den İstanbul’a Isparta’dan Hakkâri’ye Ardahan’a Samsun’a… Hiçbir anne babaya evladının; hiçbir kadına nişanlısının, eşinin, sevgilisinin; hiçbir çocuğa babasının tabutunu göndermeyin! Zira hiçbir mertebe dindirmez bu acıyı, hiçbir mükâfat dolduramaz yitirilmiş canların yokluğunu!

Tüm bunlara karşı oluşturulan bu otoriter rejimin gölgesinde savaşa karşı durmak, ses çıkarmak, barışı yaşamı savunmak anında infazı gerektirecek bir suç haline getirildi.

Oluşturulan bu hukuksuz ortamda estirilen milliyetçi-militarist ruhla sanatçısından, aydınına, gazetecisine, doktoruna sıradan yurttaşına her kesimden insan gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, yaşamı tehdit ediliyor.

O nedenle yaşamı savunmanın haklılığından ve bunu ifşa eden hakikat yanlılarından alabildiğine korkuyorlar. Bunca baskı bunca zulüm zorbalık bu nedenledir. Ben buradan bu vesile ile yaşamdan barıştan yana tavır alan, Türk Tabipler Birliği’nin değerli yöneticilerini, değerli barış akademisyenlerini, onurlu basın emekçilerini saygı ve dayanışmayla selamlıyorum.

Akabinde toplumun tüm duyarlı kesimlerine buradan sesleniyorum. Milliyetçi-Tekçi rejimin isteklerine, uygulamalarına, felaketlerine mecbur değilsiniz! Ülke olarak buna mecbur değiliz!

Değerli konuklar;

Türkiye’nin bugün bu noktaya gelmesinin nedeni demokratik çözüm ve barış sürecinden uzaklaşmış olmasıdır. Ne zaman ki çözüm süreci sonlandırıldı, ülke darbe ve savaş koşullarının içerisine sürüklendi. Oysa Barış çok ama çok yakınımızdaydı. Tek bir insanın dahi burnu kanamıyordu. Fakat çözüm masasını devirerek ve Sayın Öcalan’a karşı tecrit uygulaması devreye sokularak Türkiye tekrardan karanlık bir dönemin içerisine sokuldu.

Cizre’de, Sur’da, Gever’de, Nusaybin’deki ağır katliamlarla barıştan intikam alındı. Halkımıza, partimize ağır bedel ödetildi. 7 Haziran’da partimizin demokratik iktidar seçeneğini ortaya çıkarması AKP’yi, devleti ve içindeki güç odaklarını ürküttü.

Bu nedenle 7 Haziran sonrası düğmeye basıldı ve bugün bu noktaya gelindi. Ülke bugün siyasal bir darbe sürecini yaşıyor. Demokrasi, özgürlükler, Anayasa, yasalar askıya alındı.

15 Temmuz darbe girişimini fırsata çeviren iktidar ve devlet kanadı, ülkeyi OHAL rejimiyle darbe uygulamalarını aratmayan bir sürecin içine soktu. HDP’ye yönelik siyasi soykırım operasyonlarıyla, belediye başkanlarımızın tutuklanmasıyla, demokratik muhalefetin susturulmasıyla kendi tekçi-milliyetçi-otoriter rejimlerini inşa ediyorlar.

Oluşturulan milliyetçi blokla demokratik süreçlerin önü kesildi. Ülke bugün bir kez daha İttihat Terakki zihniyetinin benzer bir versiyonuyla karşı karşıya. Asıl amaçları cumhuriyetin demokratikleşmesini, demokratik bir yönetimin ortaya çıkmasını engellemektir.

Eşit ve özgür yaşamı bu tekçi sitem kendi bekası açısından tehdit olarak görüyor. Bu nedenle içeride çatışma ve kutuplaşma derinleştirildi, savaş politikaları Suriye’ye kadar yayıldı.

Bakınız! Milli mesele diyerek, halkın temel taleplerini sürekli öteliyorlar. Yolsuzluk, yoksulluk, açlık, sefalet, işsizlik diz boyu. Çaresiz insanlar bedenini ateşe veriyor.

Yüzbinlerce insan kamudan ihraç edildi, açlığa mahkûm edildi.  Şiddet, ölüm, taciz, tecavüz sokaklarda kol geziyor. İnsanlar bugünkü iktidara bakarak, geleceklerine dair en ufak bir umut besleyemiyor.

Ekonomik kriz giderek büyüyor. Afrin’e atılan bombalar Türkiye halklarının sofrasına düşüyor. Bu savaşın maliyeti halka yükleniyor.

Ekonomik sosyal hakları için grev yapmak isteyen metal işçilerinin grevi milli güvenlik gerekçesiyle yasaklanıyor. Gerçekleri yazmasın diye medya susturuldu. Toplum hergün gerçek dışı haberlerle yanıltılıyor. Savaş haberleriyle ölme ve öldürme kutsanır hale getirildi. 

Ülke bu kadar acı yaşarken, her gün gencecik bedenler toprağa düşerken, milliyetçi iktidar bloğu ise seçim ittifakı, oy hesabı derdinde. İnsanlar canlarından oluyor, bunlar oy peşinde. Acaba hangi iktidar veya başkanlık rejimi tek bir insanın hayatından daha değerli olabilir ki?

Bu gidişat durdurulmazsa ülkemiz uçuruma doğru hızla sürüklenecek. Buradan bir kez daha iktidara çağrı yapıyoruz.  Yol yakınken, bu ülke daha kan kaybetmeden bu politikalarınıza son verin. 

Acı ve yıkımlara neden olan savaş politikalarından vazgeçin.

Çözüm savaşta değil barıştadır.

Çözüm ölme ve öldürmede değil, yaşama ve yaşatmadadır.

Çözüm Afrin’e girmede değil, İmralı’ya gitmededir.

Sayın Öcalan 5 Nisan 2015 tarihinden buyana tecrit altındadır. Tecrit derhal son bulmalı ailesi, avukatları ve siyasi heyetle derhal görüştürülmelidir. Sağlık, güvenlik ve özgürlük koşulları sağlanmalıdır.

Unutulmamalıdır ki; Türkiye’nin acil çözüm bekleyen sorunlarına olumlu katkılar sunabilecek konumda olan bir liderin bu şekilde toplumdan izole edilmesi mevcut sorunların çözüm imkânını yok ettiği gibi sorunları daha da derinleştirmektedir.

Türkiye biran önce diyalog, müzakere ve çözüm sürecine yeniden dönmelidir.

İktidar ve devlet halklara kaybettiren Suriye politikasını biran önce değiştirmeli, çetelere desteği kesmeli ve Rojava başta olmak üzere Suriye halklarıyla barışçıl diyalog geliştirmelidir.

Yurttaşlarımızı canından bezdiren OHAL/KHK rejimi artık son bulmalı, siyasi soykırım operasyonlarına, darbe uygulamalarında son verilmelidir.

Rehin tutulan Partimizin eş başkanları ve tüm tutuklu siyasetçiler, belediye başkanları, gazeteciler serbest bırakılmalıdır.

Cezaevlerinde bir işkence yöntemi olan tek tip kıyafet uygulamasına son verilmelidir.

Hukuk ve insan hakları ilkelerinden uzaklaşan iktidar, hukuk devleti sınırlarına dönmeli, yargı ve yasama üzerindeki vesayetine son vermelidir.

KHK ile işlerinden atılan yüzbinlerce emekçi görevlerine iade edilmeli OHAL’in yarattığı hukuksuzluk, haksızlık ve mağduriyetler son bulmalıdır.

Bizler demokratik bir Türkiye için yola çıktık ve bu yolda mücadele etmeye devam edeceğiz. Biliyoruz ki halklarımızın umudu HDP’dir, HDP’nin savunduğu birlikte yaşam ilkeleridir. 

Yaşadığımız bu acı ve yıkım bizim kaderimiz olamaz. Gidişatı durdurmak bizim ellerimizdedir. Hep beraber omuz omuza sabırla, kararlılıkla mücadele edersek bu gidişatı durdurabiliriz.

HDP tüm baskılara rağmen bugüne değin boyu eğmedi, diz çökmedi, bundan sonra da diz çökmeyecek. Kararlılıkla barış ve demokrasi yürüyüşümüzü sürdüreceğiz. Bu, halklarımıza sözümüzdür. Hiç kimse karamsarlığa kapılmamalı, umudunu yitirmemelidir. Kararlılık ve cesaret yol haritamızdır.

HDP, bugün barışı savunan tek partidir.  Karşımızda savaş politikalarının yanında saf tutan milliyetçi blok var. Savaşa karşı çıkan tek güç ise HDP ve bileşenleridir, Türkiye’nin demokrasi güçleridir.

Önümüzde yoğun bir mücadele süreci bulunmaktadır. Savaşa karşı, OHAL’e karşı, tek tipleştirmeye karşı, sömürüye, yolsuzluğa, yoksulluğa karşı bu gidişattan rahatsız olan herkesle hep birlikte omuz omuza mücadele etmemiz tarihsel bir sorumluluktur.

Ben inanıyorum ki 7 Haziran ruhu halen bu ülkede güçlü ve diridir. Partimize, demokrasi güçlerine bunca saldırmalarının nedeni budur. İktidarlarını kaybetmekten korkuyorlar. O halde umudu ve mücadelemizi büyütmeliyiz.

Sevgili Selahattin Demirtaş’ın dediği gibi cesaret bulaşıcıdır. Korkarsak, teslim oluruz, ama cesur olursak biz kazanırız. Bu ülkeye barışı, demokrasiyi, özgürlükleri ancak bizler yürüteceğimiz ortak mücadeleyle getirebiliriz.

Değerli kadın arkadaşlarım

Bu ülkede kadınlar baskı ve şiddetin en katmerlisini yaşamaktadır. Her gün en az 5 kadının öldürüldüğü ülkemizde kadınlar sistematik olarak taciz ve tecavüze uğramakta, kamusal alandan itilmekte, toplumsal ve ekonomik yaşamın köleleri haline getirilmeye çalışılmaktadır.

Dünyanın farklı ülkelerinde bu sorunu aşmak için yürütülen mücadeleler sonucu belli bir noktaya ulaşılmasına rağmen Türkiye açısından kadınların içinde bulunduğu durum çok vahimdir.

Bu şiddete kaynaklık eden ataerkil kültür yalnızca topluma değil topluma yön veren ve yöneten güçlere de egemendir.

Yasaları, kurum ve kuruluşları, politik felsefesi ve pratikleri ile devlet erki eril şiddete öncülük ettiği gibi bu şiddeti uygulayan bir mekanizma olmaktan kendisini kurtaramamış, dönüştürememiştir.

Oysa bir devlet düzeninin demokrasi ve insan temel hak ve hürriyetlerini inşa edebilmesinin yolu toplumun tüm kesimleri için eşitlik ilkesini gözeterek hareket etmesinden geçmektedir. Bu nedenle devlet erkinin cinsiyetçi uygulamalarından sıyrılıp toplumun bütün kesimleri için güvenlik, refah ve adalet sağlayan işlevini üstlenmesi gerekmektedir.

Unutulmamalıdır ki kadın özgürlük sorunu bütün toplumsal sorunların temelidir. Kadının özgürleşmediği toplumlar çürümeye mahkûmdur. Nitekim bugün itibari ile toplumda yükselen şiddet dalgası, vahşet görüntüleri ve kıyımlar bu çürümeye yüz tutulduğunun en belirgin göstergeleridir.

Bu nedenle herkesin bulunduğu yerden bu bilinç ve sorumlulukla hareket etmesi gerekmektedir. Nerede baskı olursa en çok orada özgürlük ihtiyacı ortaya çıkar. Kadınların bugüne kadar elde ettikleri bütün haklar kadınların öz direnişleri ile elde edilmiştir.

Bu gerçeklikten hareketle, her zamanki gibi buradan da yine ifade etmek isterim. Direne direne özgürleşeceğiz. Her alanda cins mücadelesini yükseltecek, kadın özgürlük anlayışını olduğumuz her alanda yaygınlaştıracağız.

Buradan ülkedeki tüm kadınlara, annelere sesleniyorum. Savaşa karşı çıkın. Barışı savunun. Doğurup büyüttünüz yavrularınız ölmesin, öldürmesin. Bu savaşı ancak kadınlar, analar durdurabilir. Anneler sesinizi yükseltin! Barış deyin.

Değerli konuklar, sevgili dostlar;

Halkların Demokratik Partisi talepleri, sesi bir asırdır Türkiye siyasetinde yer bulmayan milyonların temsilcisi ve sesidir. HDP Türkiye’nin toplumsal uzlaşma, demokratikleşme umududur!

Bu ülkenin aydınlık geleceği ile ilgili en güzel en değerli umutları bizler taşıyoruz. Bu umuda sahip çıkmamız bu zorlu süreci aşacak güçlü bir mücadelenin sahibi olmamız gerekir.

Artık barışı sadece istemek yetmiyor. Onu toplumsal zeminde kurmak ve tüm siyasi partileri bu toplumsal basınca muhatap kılmak gerekiyor. Bugün demokrasiyi savunmak, HDP’nin kurulduğu 5 yıl öncesinden daha zor. Bu nedenle de daha değerli ve daha önemli, daha kıymetli.

Kendimizi bu dönemin koşullarına göre yeniden kurmalıyız. Karar süreçlerimiz, ilişkilerimiz, dayanışma ve işbirliklerimiz bu yükü taşıyabilecek şekilde yeniden yapılandırmalıyız.

Bu karanlığı yırtacak yeni bir sayfa açmalı ve geleceğe umutla yürüyebilmek için yeni başlangıçları göze alabilmeliyiz. Babalarının tabutlarına sarılmaya mahkum edilen çocukları da, çocuklarının cenazeleri mezarından çıkarılan anaları da başka bir Türkiye’nin, başka bir dünyanın mümkün olduğunun umudu ile donatmalıyız.

Bizler Türkiye tarihinin bu karanlık hukuk dışı döneminin ne bir parçası ne de suç ortağı olmayacağız. Siyasi platformdaki tek muhalif güç olsak bile, her ne kadar yalnızlaştırılmaya çalışılsak bile zor ve baskı politikaları ile yıldırılmaya çalışılsak bile haklılığımızın ve meşruluğumuzun güneş gibi parıldayan muazzam gücüne dayanacağız.

Dolayısıyla bugün burada büyük bir coşkuyla topladığımız kongremizle yeni dönemde mücadelemizi çok daha fazla yükselteceğiz. Toplumsal muhalefetimizi her sokakta, her mahallede her köyde, her evde ve işyerinde en üst düzeyde örgütleyeceğiz. Bizler bu geleneğe, bu güce ve bu inanca sahibiz.

Benden önce bu meşaleyi taşıyan burada hürmetle, sevgiyle andığım nice yoldaşlarım oldu. Ben de bu meşaleyi geleceğimizin yüreği ve bilinci özgürlük tutkusu ile dolu olan gençlerine aktarmak üzere emaneten devir alıyorum.

Bütün çabam, mücadelem bu emaneti bu zor zamanların altında ezmeden layıkıyla, taşıyabilmek; barışa ve aydınlık bir geleceğe bütün varlığımla katkı sunabilmek üzerine olacaktır.

Sözlerimi bitirirken belki kişisel gözüken ama gerçekte bu ülkede binlerce ananın yazgısı kılınmak istenen bir durumu anmak istiyorum.

Ben, faili meçhullerin kol gezdiği bir zamanda babası katledildiği gün doğan bir evladın anası oldum. Ölüm nedir bildim. Zulüm nedir gördüm. Elimde sihirli bir program yok! Ama acı deneyimlerle edindiğim gerçek bir bilgi var. En zayıf barış bile bir günlük bir savaştan daha iyidir.

Eğer savaştan medet umanlar bir gün barışı ve yaşamı düşünme noktasına gelirlerse onlara, acısını yüreğine gömmüş binlerce ananın sesi ve uzatılan eli olmaya hazırım.

Siyasi yaşantımı barış için aktif sorumluluklar alarak kinden ve intikam duygusundan uzak durarak bugüne getirdim. Bugünden sonra da bedeli ne olursa olsun bir barış nöbetçisi olarak devam edeceğim.

Ben bu duygu ve temenniler ile bir kez daha hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Yeni dönemde görev alacak bütün arkadaşlarıma üstün başarılar diliyorum. Yolunuz ve yolumuz açık olsun diyorum. Hızır yar ve yardımcımız olsun.