Oral Çalışlar
(Radikal, 20 Nisan 2012)
Fransa’nın Strasbourg kentindeyiz. Bu şirin ve tarihi kent, Avrupa Konseyi’nin merkezi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de burada. Pınar Selek davası için düzenlenen bir toplantıdayız. Pınar’ın babası avukat, siyasetçi Alp Selek 14 yıldır süren dava için yaptığı konuşmada, “Bu davanın neden açıldığını ve neden bugüne kadar sürdüğünü anlamakta zorluk çekiyorum. Tahmin ediyorum ki 28 Şubat döneminin kurbanlarından birisi de Pınar oldu. Çünkü o Kürt sorununa bir sosyolog olarak ilgi gösteriyordu. Bölgeye sık sık gidiyor, araştırmalar yapıyor, etkinlikler düzenliyordu. Onu hedef seçtiler.”
Pınar Selek’in yargılanması medyada geniş şekilde yer aldı. Kısa özet şu: Yargılamayı yapan mahkeme, bir kanıt ve belge olmayan ‘Mısır Çarşısı’ndaki patlama’ için Pınar hakkında beraat kararı verdi. Pınar’ın suç ortağı olarak yargılanan ve “Birlikte bombayı koyduk” diyen Abdülmecit Öztürk de beraat etti. Daha da ilginci şu: Savcı, Pınar’ın kararına Yargıtay’da itiraz ederken Abdülmecit’in kararına itiraz etmedi ve onun beraat kararı kesinleşti. Abdülmecit bu olayda suçlanmayınca, onun ‘davanın tek delili’ olarak gösterilen ifadesi de geçerliliğini yitirdi.
Her neyse sonunda uzun aşamalardan geçildikten sonra Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu, Pınar’ın beraat kararını bozdu ve yeniden yargılanmasına yönelik bir karar verdi. Mahkeme de beraat kararında ısrar etti. Şimdi top yeniden Yargıtay Genel Kurulu’nda.
Pınar Selek davası, pek alışık olmadığımız bir süreç izledi. Önce ‘Bombacı Kız’ olarak başlayan süreç giderek değişti ve Pınar’ın bu bomba eylemiyle ilişkisine dair ciddi bir bulguya ulaşılamadı. Ancak ‘Kafkaesk’ diyebileceğimiz bir dava hâlâ varlığını sürdürüyor. Pınar Selek’le Strasbourg’da karşılaştık. Dava için artık söyleyecek pek bir sözü kalmamış. Tıpkı birçok insan gibi, tıpkı babası gibi “Neden beni seçtiler?” diye soruyor.
Gerçekten neden onu seçtiler? Alp Selek’in de işaret ettiği gibi, davanın açıldığı 1998 yılını düşünürsek, belki bu konuda bir ipucu elde edebiliriz... 1998 yılı, 28 Şubat sürecinin zirvede olduğu bir döneme karşılık geliyor. Böyle bir dönemde, Kürt sorununa bu kadar angaje bir kişinin hedef haline getirilmesi, ona yönelik bir komplo hazırlanması anlaşılabilir... Tabii dava bir kez açıldı mı, bu ülkenin (çok iyi bildiğimiz) ‘yargı geleneği’ içinde artık bir daha düze çıkmak kolay olmaz... Bir iddiada bulunulmuşsa o iddiadan kurtulmak o kadar kolay değildir...
Pınar Selek davası 14. yılına girdi. Hâlâ sonuçlarının ne olacağı belli değil. Pınar’a “Ne yapacaksın?” diye soruyorum. Sorunun cevabı yok. Çünkü kararın nasıl sonuçlanacağı belli değil. Geleceğe ilişkin bir plan yapılamadan sürüp giden bir yurtdışı hayatının ne demek olduğunu yaşayanlar bilir... Pınar da bu belirsizliği yaşıyor. Uzayıp giden dava sürecinin yıpratıcılığına dayanmaya çalışıyor. Bunlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin hemen yanı başında oluyor. Avrupa Parlamentosu Türkiye-AB Karma Komisyonu Başkanı Helene Flautre da “Artık bu dava bitsin, Pınar özgürlüğüne kavuşsun, kendi mesleğini yapabilsin” çağrısında bulunuyor. Pınar Selek, 19 Aralık 2000’de 20 cezaevine aynı anda yapılan vahşi operasyonlar sırasında Ümraniye Cezaevi’ndeydi. Hatırlayalım: İçeriden silahlı direniş olduğu yalanıyla cezaevleri yakılıp yıkıldı, 30’un üzerinde insan yaşamını yitirdi.
O cezaevleri duruyor... Birçok insan, (onun o günlerde mektuplarında yazdığı gibi) hâlâ ağır sağlık sorunlarına rağmen yaşamını hapiste sürdürmeye devam ediyor. Strasbourg’da güneşli bir hava var. Türkiye’yi fırtına altüst etmiş. Pınar’la vedalaşıyoruz... Onu, ‘geleceği belirsiz kader’iyle baş başa bırakıp Türkiye’ye dönüyoruz... “Neden o hedef alınmıştı” sorusunun cevabına tam bir karşılık bulamamış şekilde...
Türkiye’de 28 Şubatçılara yönelik operasyon derinleşerek ilerlemeyi sürdürüyor. Alp Selek, bu operasyondan Pınar’ın tutuklanmasının ve suçlanmasının arka planına ışık tutan nitelikte bazı belge ve bilgiler çıkmasına dair umudunu koruyor.