Eğitim Reformu Girişimi Direktörü Batuhan Aydagül, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından 3 yılda bir 15 yaş grubundaki öğrencilerin bilgi ve becerilerini değerlendirmek için yapılan Türkiye'nin OECD ülkeleri arasında sondan ikinci sırada yer aldığı PISA 2015'in sonuçlarını değerlendirdi. "Bugünkü fatura hiçbir şekilde tek başına AK Parti’ye ait değil" diyen Aydagül, "Devlet zorla din eğitimi aldırıyor ama yasaya göre zorla din eğitimi alacağı bir ortam yaratıyorsan da hatalısın. Bir çocuk bile bugün Türkiye’de kendisi ve ailesinin rızası dışında din eğitimi alıyorsa bu çok açık ve net bir insan hakları ihlalidir" dedi. Türkiye'nin önündeki on yıl için eğitimde gelişebilmesi Meclis'ten uzlaşmayla eğitim yasasını geçmesinin savunan Aydagül, "Türkiye’nin 2010 ile 2030 arasında PISA skorlarında ortalama 25 puanlık bir artış sağlamasının, yani 2010 doğumlu neslin yaşamı boyunca yaratacağı artı ekonomik değerin bugünkü karşılığı 3.5 trilyon dolar" iddiasında bulundu.
Aydagül verdiği bir mülakatı anlatırken "Milli Eğitim Bakanlığı'ndan adını vermek istemeyen bir yetkili ‘o yetişkinlerin okuldan sonra yapacağı iş’ demiş. Bakanlığın üst düzey bürokratı eleştirel düşüncenin okulda verilmemesi gerektiğini savunuyor düşünebiliyor musunuz?" dedi.
Batuhan Aydagül'ün Hürriyet'ten Cansu Çamlıbel'e verdiği söyleşi şöyle:
- PISA’da Türkiye’deki 15 yaş grubu 925 bin öğrenciyi ölçmek için 5 bin 895 kişi seçilmiş ve bilgisayar tabanlı uygulama yapılmış. Size göre seçilen sağlıklı bir örneklem midir ya da bu ölçümle ilgili soru işaretlerine neden olacak bir veri var mı elinizde?
OECD bunu Türkiye’de 2003’ten beri yapıyor. Beşinciyi yapmışız. E bundan önceki 4 seferde sürekli iyileşme gösteren Türkiye’de metodoloji hiçbir zaman tartışılmadı. Zaten istatistik bilimi 925 bin kişiyi ölçmek için örneklem icat etmiş. Türkiye’nin örneklemi de gerçekten ülkeyi temsil eden bir örneklem. PISA ve TIMS muazzam bir anketle geliyor; örnekleme giren öğrencilerin profili, okul içi ilişkilere dair, müdür ve öğretmenlere dair veriler. Skorlarla birlikte bunları bir havuza koyduğunuz zaman eğitimdeki sorunları analiz etmek ve çözümlere ulaşmak için harika bir araç ortaya çıkıyor. Türkiye’nin buna alternatif bir düzey belirleme sınavı ya da aracı da yok. PISA ya da TIMS dışında bir kriterimiz yok. Zira TEOG mesela bir seviye belirleme sınavı değil, öğrencileri sıralamak amacıyla yapılan bir sınavdır.
- Türkiye’nin 72 ülke arasında 52. sırada olması ne anlama geliyor?
Bütün ülkeler arasındaki sıralamamızı ben çok önemsemiyorum. Benim için önemli olan OECD ülkeleri. OECD ülkesiysen Lübnan’dan daha iyi olup olmadığın ikinci derecede önemli olmalı. OECD ülkeleri arasında biz sondaki üçlüyüzdür; Şili, Meksika, Türkiye. Şili bizi bu sene geçti. Oysa biz Şili’den daha iyiydik. Şili bizi geçerken şu oldu; son başkanlık seçimlerinde eğitim kampanyanın odak noktasında yer aldı. Bir de 2023 hedefi diyorsun, kıyaslamayı da o hedef çerçevesinde yapmalı o halde.
- 2023’te ekonomik olarak zıplamak istediğimiz ligin temel eğitim parametreleriyle bizimki arasındaki uçurumun sebepleri neler?
Buna üç parametre üzerinden bakabiliriz. Birincisi, Türkiye çocukların okula erişimi noktasında son 13 yılda önemli yol aldı. İlk sekiz yıllık eğitimde gayet iyiyiz, lisede de yavaş yavaş ilerliyoruz. Ama unutmayın PISA örneklemindeki öğrencilerin toplamı aslında Türkiye’deki o yaş grubunun yüzde 70’i. Türkiye’de lise çağında okula gitmesi gereken çocukların yüzde 30’u okula gitmiyor, dolayısıyla örneklemin içinde de yok. Bu önemli bir kriter çünkü OECD ülkelerinde bu rakam yüzde 100 civarındadır.
Bir de şu var; çocukları okula kaydettirmek kolay ama lisede devam ve mezuniyet meselesi zor. Bunun önemli iki nedeni var. Birincisi yoksulluk. Yoksul bir gencin lisede 4 yıl okulda kalması çok zor. O nedenle de 4+4+4’ün toplamda 12 yıla tekabül etmesi sorunluydu. Belki toplamda 10 yıl olsa daha iyi olabilirdi. Liseye devamı etkileyen ikinci faktör de eğitimin işe yaramaz olması. Liseye gelmiş ergen gençleri içinde onları çeken hiçbir şey olmayan bir okulda tutamazsın.
- PISA aslında çocukların performansını ölçmesinin yanında eğitimle ekonomiarasındaki ilişkiyi irdeleyen bir çalışma.
Aynen. Türkiye’de nüfusun okullaşma ortalaması 7 sene. Yani sokaktan birini çek bak ortalama 7 yıl okula gitti. PISA’ya giremeden okulu terk etmiş bir nüfusuz. Mesele Ali Babacan başbakan yardımcısıyken bunu çok söyledi. ‘Ortalama 7 senelik eğitimle bu ekonomik başarıyı sağlayabilmiş ülke yok ama bu eğitim seviyesiyle buradan yukarı çıkabilmiş ülke de yok’ dedi. Babacan bunu söylediğinde sene 2010’du. OECD diyor ki ‘Sırf çocukları okula göndererek ekonominize muazzam bir katkı sağlayamazsınız. PISA’nın ‘Düşük Eğitim Performansının Yüksek Maliyeti’ başlıklı bir raporu da var.
- Türkiye özelinde düşük eğitim performansının maliyetini parasal olarak ölçmek mümkün mü?
Türkiye PISA’da kendi ortalamasını PISA ortalamasına çektiğinde onun ekonomimize getireceği katkı yapılan bütün yatırımlardan daha fazla. 2010’da OECD tarafından PISA verisi kullanılarak yapılan ekonomik modellemede Türkiye’nin 2010 ile 2030 arasında PISA skorlarında ortalama 25 puanlık bir artış sağlamasının, yani 2010 doğumlu neslin yaşamı boyunca yaratacağı artı ekonomik değerin bugünkü karşılığı 3.5 trilyon dolar.
- Türk öğrencilerin PISA skorlarının fen bilimleri ve matematikte 2006’daki seviyeye gerilemesi, dahası okuma-yazma becerileri alanında ise 2003’teki seviyenin bile altına düşmesinin sebebi nedir sizce?
Bizim geçmişten gelen bir ortaöğretimdeki okullar arası kalite problemimiz var. Bazı okullarımız iyi; fen liselerimiz iyi, eski Anadolu liselerimiz iyi. Bazı özel okullarımız iyi, sosyal bilimler liselerimiz iyi. Geleneksel olarak bunların sunabildiği kapasite hep sınırlı kalmış. Yapılması gereken bu saydıklarım dışında kalan okulların kalitesini de yukarı çekmekti. Ayrıcalıklı eğitim alan ve kendisi de ortalamadan yetenekli olan öğrenciler hadi yüzde 5 olsun. Ama yüzde 95’i yukarı çekmek için yapılması gerekenler yapılmadı. Biz öyle yapamadık, tam tersi etki yaratacak bir şey yaptık.
- Neydi o?
Bütün devlet liselerini Anadolu lisesi yapmaya karar verdik. Dolayısıyla da Anadolu liselerini aşağı çektik. Fen liselerini politik baskılar nedeniyle gereğinden fazla yaygınlaştırmaya başladık. Bunları yaparken de bütün okullarda eğitim kalitesini ihmal ettiğimiz için yukardakiler hâlâ çok yukarda, aşağıdakiler hâlâ çok aşağıda. Meslek liseleriyle fen liselerinin fen skoru arasında 150 puan fark var. Bizim en iyimiz olan fen liselerinin ortalaması da hâlâ Japonya’nın ortalaması kadar. Yani Japonya’nın en iyisi kadar değil.
- Okul türleri dışında en hayati problem nedir lise çağı öğrencileri açısından?
Bütün herkesi imtihanla okula yerleştirme alışkanlığından vazgeçmemiz gerekiyor. 2012 sonunda Ömer Dinçer bakanken bu tabloyu gördü ve yeniden yapılandırmaya dair bir çalışma başlattı. Biz o zamanlar belki meslek liseleriyle ve genel liselerin daha bütünleşik bir yapıya kavuşturulma da mümkün dedik ve çalışmaya başladık. ERG, Tedmem, SETA, Özel Okullar Derneği gibi farklı kesimlerden kurumlar çalışmalara katıldı. Raporlarımızı verdik ki biz normalde her şeyde anlaşamayan kurumlarız ama bu kez hepimizin ortak önerisi şu oldu; sınavla alınan öğrenci sayısını azalt, diğerlerinin de daha modern, çağdaş yöntemlerle okullara yerleşebileceği bir program tasarla ve yatırım yap.
Duke Üniversitesi’nden bir iktisatçı Atilla Abdülkadiroğlu ve Tayfun Sönmez, ABD’de New York ve Boston’daki okullara öğrenci yerleştirme sistemi tasarladılar. Biz Abdülkadiroğlu ile Ömer Dinçer’e gittik, bunu anlattık ve Türkiye’deki soruna yardımcı olmak istediğimizi söyledik. Bizi dinledi. Bütün bunları tartışırken kabine değişti ve Ömer Dinçer gitti. Nabi Avcı geldikten sonra bütün bu çalışma unutuldu. Onun yerine liseye geçiş sınavı yeniden yapılandırıldı ve ortaya TEOG diye bir şey çıktı. Türkiye’nin her okulu o tarihte eşit derecede hazır olmuyor. Zaten sekizinci sınıftaki başarının yarısı ekonomik ve sosyal düzeyle alakalı. Sonuçta TEOG’da şu oluyor; bir çıtanın üzerinde olanlar Anadolu liselerine gidiyor, çıtanın altındakiler imam hatip ya da meslek liselerine gidiyor. Yani daha üniversiteye gelmeden kaybedenler ve kazanlar diye bir ligimiz oluyor.
- Çocuğun genel performansı düşük diye onu oldukça küçük bir yaşta ya dini ya da mesleki eğitime zorunlu hale getirmek adaletsiz değil mi?
Adaletsizliğin direk tanımı. Haksızlığın ve hak ihlalinin tanımı. İmam hatip lisesinde zorunlu din eğitimi yapılıyor. Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi ve Türkiye’nin anayasası da diyor ki; hiçbir çocuğa zorla din eğitimi aldıracak bir ortam yaratamazsın. Ben demiyorum ki devlet bugün zorla din eğitimi aldırıyor ama yasaya göre zorla din eğitimi alacağı bir ortam yaratıyorsan da hatalısın. Bir çocuk bile bugün Türkiye’de kendisi ve ailesinin rızası dışında din eğitimi alıyorsa bu çok açık ve net bir insan hakları ihlalidir.
Meslek liseleri de pedagojik olarak tartışılabilir. Burada pek çok şey canımızı acıtıyor. Çocukları bu kadar erken yaşta ayrıştırmanın eşitsizlikleri körüklediği biliniyor. İkincisi de iş dünyasının bu devirde beklediği becerilerin kökeninde önemli ölçüde çekirdek beceriler var. PISA’ya göre meslek lisesindeki öğrencinin fen puanı 390. Yani fenden bu kadar bihaber bir teknisyen yetiştirme gayesindesin. Dolayısıyla meslek beceri eğitiminin en azından iki yıl daha ileriye (11-12 yaş) gitmesi lazım.
PISA Türkiye’deki sorunların buzdağının görünen tarafı. Altında muazzam derin sorunlar yatıyor ve bu sorunlar toplumun sorunlarıyla çok ilintili şeyler. Kazanmak ve kaybetmek üzerinden her şeyin tanımladığı, yarışmanın hiçbir şekilde kıymetinin olmadığı bir sosyal ortam... Ya hata yapmayacaksın ve en iyi okula gireceksin, hata yaparsan da hayatın ona göre şekillenecek. Duygusal öğrenme diye bir şey yok. Sekizinci sınıf boyunca çocukların bütün dünyası TEOG üzerinden tanımlanıyor. İyi bir liseye girseler bile o TEOG soruları onların lisede başarılı olmasını sağlamıyor. Çünkü eleştirel düşünce, farklı bakış açısı, sentez gibi konular gündeme geldiği anda TEOG’la ilgisi yok. Bütüncül bir felaket tablosu. Bu tablonun yanında PISA hafif kalıyor.
Din kültürü ve ahlak bilgisi ile inkılap dersleri TEOG’daki 6 kategori arasında düşünebiliyor musun? İkisi de ezber ders. (Diğerleri İngilizce, matematik, fen ve Türkçe. )
- Ve ikisi de ideolojik kaygılarla konulan dersler.
1973’de Erbakan ile Ecevit koalisyonu kurduktan sonra ilk iş olarak Nihat Erim’in getirdiği 8 yıllık eğitimi kaldırıp 5 yıla düşürüp meslek ortaokullarını ve imam hatipleri yeniden açıyorlar. Bizim 8 yıllık zorunlu eğitime tekrar geçmemiz 1997. Türkiye 24 yıl boyunca zorunlu 8 yıl eğitim fırsatından mahrum. O dönemden başlayan eğitimde bir Türk-İslam sentezi durumu var. Sonucu da Milli Eğitim’in içinde muazzam bir Türk-İslam kadrolaşması. Bugünkü fatura hiçbir şekilde tek başına AK Parti’ye ait değil. AK Parti’den önceki laik ve ortada gözüken çoğu sağ ama zaman zaman sosyal demokrat partilerin bu tablonun devamlılığında rolü var. İmam hatip liselerini AK Parti açmadı, bunlar açtı.
Türk-İslam sentezinde denge iktidardan iktidara değişiyor.
Zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersini ülkeye armağan eden 12 Eylül darbesi. Milli Güvenlik dersini armağan eden de 12 Eylül darbesi. Milli Güvenlik gitti ama zorunlu din dersi duruyor.
- 2002’de AK Parti gelince eğitimde süreç nasıl bir seyir izledi?
Türkiye’de 2012’ye kadar eğitimde özgürleşme sağlandı ama sadece bazı kesimler için, herkes için değil. Başörtüsünün sınıfta takılmasıyla ilgili öğrenci ve öğretmenlere sınıfta bir alan açılırken kadın öğretmenin giyeceği eteğin boyuna karışan bir madde konuldu, ya da öğrencinin dövme yaptırmasıyla ilgili bir madde var. Kafa çok net! Ben bu konularda bir samimiyet görmüyorum. Şu yok yani; kardeşim ben kılık kıyafet yönetmeliğini çöpe atıyorum, okullar siz ne istediğinize karar verin. Bu yok. İlla ki devlet kılık kıyafet yönetmeliği yazacak, bunu da 40 bin okulda uygulamaya çalışacak.
Tamam AK Parti’nin yaptığı bir çok şey meşruydu ama çoğunlukçu bir pratik, çoğulculuğu hiç aramayan bir yaklaşım oldu. Kendi hedef kitlesi, mutlu etmek istediği ya da endişelendiği insanlarla ilgili adımları attı. Ama tıpkı 28 Şubat rejimi nasıl imam hatip ortaokullarını kapatıp liselere katsayıyı getirdi, AK Parti de benzer ruh haliyle ‘güç benim, torna tezgahının da başında oturuyorum’ dedi. Yeni müfredatlar yazılıyor şu an ve yine bir toplum mühendisliği inşasına gidiliyor.
- Neden bahsediyorsunuz?
Bakanlık bir ‘değerler eğitimi’ hazırlığında.
- Hangi değerlerin eğitimi?
Bizde değerlerin ne olduğu hep kapalıdır. Milli ve manevi değerler denir. Dinle sınırlı kalsa bilirsin ki bir alan var. Ama mesela itaat etmek bizim için bir milli ve manevi değerse, müfredatın da tamamen itaat yanlısı olması. Öyle bir sosyal sermaye var ki etrafımızda Türkiye belki de tarihinin en büyük kırılmalarını yaşarken iki insan oturup tartışamıyor bile. Çünkü böyle bir formasyondan gelmiyoruz. Vatandaşa denildi ki hep ‘Kafa yormana gerek yok, biz hallediyoruz, sen uy. Otorite babansa, muhtarsa, takımdaki kaptansa, camideki imamsa onlar ne diyorsa yap. Eleştirel düşünmeye de gerek yok biz hallediyoruz.’ Alın size nasıl halletmişsiniz toplumda herkes konuşmak yerine kavga ediyor.
Ben eleştirel düşünmenin önemini anlattığım bir mülakat verdim geçtiğimiz aylarda. Milli Eğitim Bakanlığından adını vermek istemeyen bir yetkili ‘o yetişkinlerin okuldan sonra yapacağı iş’ demiş. Bakanlığın üst düzey bürokratı eleştirel düşüncenin okulda verilmemesi gerektiğini savunuyor düşünebiliyor musunuz? Bugün dünyanın her yerinde eleştirel düşünce ilk çağdaş beceri gerekliliğidir. Eleştirel düşünce de şöyle olmuyor ki; işini yaparken eleştirel düşün ama toplumsal meselelerde düşünme!
- Eleştirel düşünmeye yönelik alerji Türkiye’de iktidarın eleştiriden haz etmemesiyle doğru orantılı değil mi? Biz üyesi olmaya çalıştığımız AB’nin eleştirel raporlarını bile yok hükmünde sayan bir ülkeyiz nihayetinde.
1960’lardan sonraki eğitim ideolojisinin yönetimi bu ülkeye yapılmış en büyük haksızlık. Bu derecede katı düşünen, hiçbir şekilde eleştiriye açık olmayan. Sosyal değerler araştırmalarına bakın, tanımadığından korkan, güvenmeyen, düşman eden bir toplum. Acıklı bir tablo bu. Beni ülkeye dair endişelendiren Ankara’nın ne yaptığından ziyade toplumun bu şekilde eğitişmiş olması. Aktif yurttaş kafasında olmayan insanlar. Haklar konusunda bilinçli bir aktif yurttaş kafası şart ve bu erken çocukluktan (anaokulu) itibaren başlayacak. Empati ve iyi dinlemek üzerine kurulu bir anlayışa geçilmesi şart. En beceremediğimiz şey dinlemektir toplum olarak biliyorsunuz.
- Diyelim ki yarın Milli Eğitim Bakanlığı’nı Eğitim Reformu Girişimi’ne verdiler. İlk bir yılda yapacağınız şeyler ne olurdu?
Ulusal öğretmen strateji 2012’den bu yana bekletiliyor. 2012’deki halini biliyordum ve yeterli olmasa da iyi bir çabaydı. Onu uygulamaya alırım. Öğretmenin moralini yükseltmek, onlara özgür ve özerk bir alan vermek çok önemli. İkincisi milli eğitim bakanının başbakan yardımcısı düzeyinde güçlü olmasının şart olduğunu düşünüyorum.
O bir yıllık planlama o kadar önemlidir ki ben yarın koltuğa otursam mesela 4+4+4’e hayatta dokunmam çünkü o bir yılda daha önce yapılan hataları anlamak lazım. Öte yandan
Bakanlığın şu anda kararını aldığı iki şeyi uygulamaya çalışırım; zorunlu okul öncesi eğitim ve tekli öğretim. Bir de bazı kararları artık Ankara’nın yerele delege etmesi lazım, yerelin karşılığı okul olmalı bence ama en kötü ilçe idaresi bile Ankara’ya yeğdir.
Türkiye’nin bir eğitim felsefesine ihtiyacı var. ‘Eğitim ideolojik olmamalı, partiler üstü olmalı’ söylemini romantik buluyorum. Dünyanın hiçbir yerinde böyle değil. Hele hele Türkiye gibi ortak varoluş hikâyesini oluşturma sancıları çeken bir ülkenin eğitiminin nötr olması mümkün değil. Aksine kendi hikayesini oluştururken katkı yapar aktif yurttaş. Bunun için de bugüne kadar cumhuriyet tarihinde hiç yapılmamış bir şeyi yapmamız lazım. Parlamentoda anayasa komisyonuna benzer – ki çalışan bir anayasa komisyonu hayal edelim – nasıl bir yurttaş yetiştireceğimizi çalışacak katılımcı bir süreç başlatırdım. Din, milliyetçilik, insan hakları birlikte nasıl yaşayacak meselesi uzlaşmayla belirlenmeli ki benden sonra gelecek hükümetin yapacağı ilk iş bunu değiştirmek olmasın.
- Fethullah Gülen cemaatinin okulları Türkiye’nin eğitim haritasında nereye oturmuştu ve sonuçları ne oldu?
Tabii çok zor bir konu çünkü ben o okullarda iyi bir eğitim verildiğini düşünüyordum ama sonuçta eleştirel düşünmenin de itaat etmeye feda edildiği bir ideolojinin okulları. 15 Temmuz’a bakınca bu kadar katı bir itaat neyle açıklanabilir diye sormak lazım. Ben daha 15 Temmuz, hatta 17-25 Aralık olmadan şunu düşünürdüm hep. Türkiye’de iyi bir eğitimin alternatiflerine bakıyorsun. Askeri liseleri, cemaat liseleri, özel liseler, muazzam kendini geliştirdiysen devletin fen liseleri gibi parasız iyi liseleri. Ya paran olacak ya askeri ideolojiye girmeyi kabul edeceksin ya da dini ideolojiye girmeyi kabul edeceksin. Bu ne kadar büyük bir haksızlık. Milli Eğitim Bakanlığı herkesi yolda bırakmış, Türkiye’nin ortama çocuğunu vasata talim etmiş. Fetullah Gülen 70’lerde devletin anayasal görevi olan bu alandaki bu boşluğu görmüş. Yoksul ve zeki çocuklara eğitim vasıtasıyla toplamış.
- 15 Temmuz darbe girişiminde rol oynayan bir ya da birkaç neslin de oralardan çıktığı anlaşılıyor.
15 Temmuz darbe girişimine katılanların ifadelerini bir okuyorum ve o kişiyi çocuk olarak düşünmeye çalışıyorum. Bir çocuk düşün Anadolu’da, biri diyor ki ‘Sana iyi bir eğitim ve gelecek vereceğiz’ ve o ya da bu şekilde veriyor da. O çocuğun 15 Temmuz gibi bir olayda ifade veren kişi durumuna gelmesinin hikâyesi çok acıklı. Devletin Gülen’e muhtaç ettiği çocuk o. 1970’lerdeki çıkış noktası bu tabii. Sonradan cemaatin bir topluluk olmaya başlamasıyla son dönemde çocuklarını bu okullara yazdıranların motivasyonları başka tabii, o artık ideolojik bir tercihti. 15 Temmuz Türkiye’de devletin eğitim meselesindeki zafiyetlerini ve boş bıraktığı alanın ne kadar güçlü bir alan olduğunu kanıtladı.
Şunu diyebilse keşke birileri; ‘Bu 15 Temmuz bize çok şey öğretti. Bunlardan biri de çoğulcu bir eğitim sistemine ihtiyacımız olduğu’. Bu işleri bir gruba teslim etmek her zaman risk. Cemaatin boşalttığı yerlerin AK Parti’ye yakın İslami vakıflar tarafından dolduruluyor olmasından mutlu mu olmalıyız şimdi? Devlet bu işleri yapmalı, yapmıyorsa da bu işleri teslim ettiği grubun kendisine yakın olup olmadığına bakmadan teslim etmeli. Kendilerine yakın görüp görmedikleri diye bir kategorizasyona gittiği anda zaten iş bitiyor.
İmam hatip açacakken var olan okulu ona dönüştürmek gibi güven ortamını yıkan, moral bozan, kavga çıkaran işlerden sakınmak lazım. Paran var, bütçen var, yeni imam hatip yap. Başkasının okulunu gasp etme. Bir de imam hatiplere zorunlu felsefe ve dinler tarihi dersleri koymak gerekiyor. Dindar olacaksan ol ama eleştirel bir akla sahip olmak zorundasın. Türkiye’de bütün yaşayan insanların eleştirel akla sahip olmasının kritik başarı faktörü olduğunu düşünüyorum.
Marmara Üniversitesi’nde İşletme alanında lisans, Stanford Üniversitesi’nde Uluslararası Karşılaştırmalı Eğitim alanında yüksek lisans derecesine sahip. Eğitim alanında 20 yıllık deneyime sahip bir politika analisti ve eğitim uzmanı. Haziran 2015 genel seçimlerine İstanbul 2. Bölge’den bağımsız milletvekili adayı olarak katıldı. Türkiye çapında her çocuğun mahallesindeki okulda kaliteli eğitim alması için kampanya yürüttü. Liberya Eğitim Bakanlığı’ndan üstün hizmet ödülü var. Türkiye’de eğitime katkılarından ötürü 2012 Patricia Blunt Koldyke Sosyal Girişimcilik Ödülü’ne layık görüldü. AÇEV danışma kurulu ve ÖRAV yönetim kurulu üyesi.