Orhan Miroğlu
(Taraf, 28 Temmuz 2012)
Dün Erbil’deki bazı dostlarla görüştüm. Gidişattan memnun görünmüyorlardı.
PKK’nin Suriye’deki gerçek varlığının abartıldığı, ve Türk halkının “ikinci Kürdistan kuruluyor” diye korkutulduğu kanaatindeydiler.
Kürt siyasetçi Rojhat Amedi, El-Parti’nin (Suriye’deki Kürdistan Demokrat Partisi) genel sekreteri Abdulhekim Beşar’ın açıklamalarını hatırlattı. Beşar, PYD’nin Kürt şehirlerinde kontrolü ele geçirdiği haberlerinin gerçeği yansıtmadığını ifade ediyor ve Basçıların askerî güçlerini geri çekmediklerini, sadece bazı şehirlerde idari binaları PYD’ye teslim ettiklerini ifade ediyor.
Kobanê’nin dışında bir geri çekilme sözkonusu değil.
Anlaşılan o ki PYD ve diğer Kürt grupları arasındaki çelişkiler ve gerilim Erbil anlaşmasına rağmen sürüyor.
PYD silahlı gruplara sahip, bu gruplar isyan başladıktan sonra Esat’ın izniyle Suriye’ye sokulmuşlardı.
Bu, “savaş hâli” yaşayan bir ülkede elbette önemli bir avantaj. Suriye’deki diğer Kürt partilerinin böyle bir avantajı yok, çünkü hiçbiri silahlı mücadeleyi benimseyen bir gelenekten gelmiyor.
PYD-PKK’nin ise Suriye’de ne silahlı ne sivil rejime karşı bir mücadelesinin olduğu söylenebilir. PKK burada yaşayan Kürt nüfusa beklemelerini, asıl mücadelenin Türkiye Kürdistan’ını yani “büyük parçayı” kurtarmak için verilmesi gerektiğini tavsiye edip durdu.
Suriyeli Kürtler, Kürtleri vatandaş dahi kabul etmeyen Baas’a karşı değil, Türkiye’ye karşı savaşmak için dağa çıkıyorlardı.
Şimdi de Esad gitmeden Suriye’de özerklik kurduk demeye getiriyorlar.
Peki, Erbil, Ankara, Washington’u ve Suriye devriminin müstakbel varislerini karşısına almaya hazır bir Kürt Özerk Bölgesi nasıl yaşayacak ve korunabilecek, bu mümkün mü?
Siz sırf kendinize ait bir egemenlik alanı kuruyorsunuz diye kim size niçin destek versin?
Afrin veya Kobanê’de, Rusya’nın eliyle dünya pazarlarına sunacağınız petrol kaynaklarınız mı var?
Yoksa İngilizler ve Amerikalılar, Kürdistan geçen yüzyılda kurulamadı şimdi bu tarihsel hatamızı tamir etmenin ve büyük Kürdistan’ı PKK eliyle kurmanın zamanı diye mi düşünüyor?
PYD kendi silahlı gücünü önemsiyor, ama başka Kürt gruplarının silahlanmasını istemiyor.
Salih Müslüm, “Peşmergeler kardeşimizdir, ama şimdilik onlara ihtiyacımız yok” diyor.
Gerillalara ihtiyaç var da neden peşmergelere ihtiyaç yok peki?
Bu tablo içinde, Mesut Barzani’nin derdini Türkiye’ye anlatması çok kolay olmayacak, çünkü hükümetin birtakım paranoyalara pirim verdiği, abartılara itibar ettiği kanısındayım.
Öyle bir psikoloji yarattılar ki sanki gökten üstümüze her gün bir tane Kürdistan yağıyor!.
Utanmasalar kaçın Kürtler geliyor diye manşet bile atacaklar!
İşte “ikinci Kürdistan da kuruldu, sıra üçüncüde sonra da büyüğünde” diyeninden tutun da, “yeryüzünde PKK ve Öcalan’ın dışında hiçbir Kürdün kıymeti harbiyesi kalmadı” diye buyuranına, “işte Sevr’in yıl dönümüne yaklaştık”.. diye korku pompalayanına kadar döktüren döktürene..
Amaç hükümetin Kürt politikasını yok etmek, Türkiye’yi inkâr ve imha sürecine yeniden sokmak..
Suriye’deki muhtemel peşmerge varlığından ve “Kürt Ulusal Konseyi’nden” Türkiye rahatsız.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Erbil’e götüreceği mesajların muhtevası da bu çerçevede olacak gibi görünüyor.
Ama her şeye rağmen, Erbil-Ankara arasındaki dostluğun, güven ve işbirliğinin zarar göreceği bir aşamada değiliz henüz.
Defalarca yazdım, Türkiye açısından sorun, Kürtlerin statü elde etmesi filan değil diye.
Sorun bu statünün kimin eliyle ve nasıl kullanılacak olmasında.
Bu noktada PKK’nin “sol” tahayyülü, siyasi tercihleri, başvurduğu yöntemler, bütün aktörler açısından problem teşkil ediyor. Çünkü bu tahayyül ve tercih, hem Türkiye’de hem Suriye’de silahlı güce ve mücadeleye dayalı olarak hayata geçirilmek isteniyor.
Osman Öcalan’la beraber 2004’te PKK’den ayrılan Botan-Nizamettin Taş, geçen hafta durumu PKK açısından analiz eden bir yazı kaleme aldı.
Taş, Irak’ta başlayan süreci PKK’nin neden doğru okuyamadığını şöyle açıklıyor:
“...Sosyalist sistemin dağılmasından sonra eski anti-emperyalist yaklaşımların artık sorunların çözümüne yetmeyeceğini savunuyorduk. Buna karşılık, şimdi yönetimde olan ve bizim kendilerini dogmatik solcu olarak eleştirdiğimiz arkadaşlarımız Amerikan müdahalesinin Saddam diktatörlüğünden daha çok kendilerini tasfiye etmeye yönelik olduğunu ve bunu boşa çıkarmak amacıyla tüm Ortadoğu halklarını birleştirmek gerektiğini ileri sürüyorlardı. Çünkü onlara göre sosyalizm bayrağını yeryüzünde ayakta dalgalandıran PKK ve onun lideri Abdullah Öcalan’dan başkası değildi.
Bu tür ultra düşüncelerin, artık demode olmuş, eski ideolojik argümanların bir tezahürü olarak dile geldiğini ve gerçeklere kesinlikle uymadığını biliyorduk.”
PKK’deki bu ideolojik konumlanma, aradan geçen on yıl içinde zayıflamadı, daha da güçlendi.
Bu ideoloji ve siyaset anlayışı, şimdi sanki Suriye’de uygulama alanına sokuluyor.
Böyle bir planın başarı şansı yok, ama Kürtleri içerden böler ve Suriye devrimiyle, Ankara ve Erbil’le karşı karşıya getirir mi derseniz, evet bu olabilir..
Ama Esad çekip gittiği gün her şey bambaşka bir safhaya girer, gelişmelere biraz da Esad’ın son hamlesi olarak bakılabilir.