PKK’da Öcalan’ın diktatörlüğünü reddedenler öldürüldü

PKK’da Öcalan’ın diktatörlüğünü reddedenler öldürüldü

 

T24- Bir dönem Abdullah Öcalan'ın en yakınındaki isimler arasında yer alan ve PKK'nın Avrupa sorumlusu olarak bilinen Avukat Hüseyin Yıldırım, örgüt içi cinayetler konusunda önemli açıklamalar yaptı. PKK'da “Öcalan'ın diktatörlüğünü reddedenlerin” öldürüldüğünü açıklayan Yıldırım, “Beyindiler ve hepsi öldürüldüler. 1987'de çok kanlı pratikler oldu” dedi. Yıldırım, örgüt içindeki şiddeti anlatırken, “PKK kendi içinde çok insan öldürdü. Tanıdığım, devrimciliğine inandığım insanlar vuruldu. Memkelekette kadın, çocuk demeden çok insan öldürüldü. Öcalan kendisini şiddet yoluyla kabul ettirmeye çalıştı. Bekaa çok insan öldürüldü. Kazsanız cesetler çıkar” ifadelerini kullandı.

Halen İsveç'te yaşayan Hüseyin Yıldırım, bu açıklamaları Taraf gazetesinde yayımlanmak üzere Neşe Düzel'e yaptı. Düzel'in Stockholm'de buluştuğu Yıldırım ile yaptığı ve yayını pazartesi günü başlayan söyleşinin ikinci bölümü (27 Temmuz 2010) şöyle:

Öcalan o zaman 'Ali arkadaş'tı

“O zamanlar sıradan bir insan gibiydi. Öcalan’ın evinde koltuklarda oturuyoruz, telefon çaldı. Öcalan, Bayık’a, ‘Dev-Yol. Kalk, sen konuş’ dedi. Bayık, elinin tersiyle ‘ben konuşmuyorum, sen konuş’ dedi. Öcalan o zaman ‘Ali arkadaş’tı.”

 

“Doğu Berlin beni almayınca, Sovyet diplomat geldi, beni, arabasıyla diplomat kapısından Doğu Berlin’e soktu. Kesire’nin de işini o yaptı. KGB’ydi. Kulağıma eğildi, ‘Adamınız sizin davanın adamı değil’ dedi. Meğer Prag’da Öcalan’la görüşen diplomat oymuş.”

 

“Öcalan, Sovyet elçisinin beni görmek istediğini duyunca, ‘vay, avukat arkadaşın burada olduğunu Sovyetler nereden biliyor? Git, öğren bakalım, ne istiyorlar?’ dedi.”

 

“Öcalan’la bu konuyu yüz yüze tartıştım. ‘Biz, çocuklarımıza özgür bir gelecek için yola çıktık. Ama biz, daha yolun başında iken çocuklarımızın katili olduk’ dedim.”

 

Kesire’nin öldürüleceğini, Şam’da anlamıştım. Nitekim tutuklandı, Yunanistan’daki kampa gönderildi. Gördüm, çok eziliyordu. Sokaktaki lümpenlerin elbiselerini ona yıkatıyorlardı.”

 

* * *

NEDEN HÜSEYİN YILDIRIM

12 Eylül Anayasası’ndaki yapılacak değişikliklerle ilgili tartışmalar tırmanarak sürüyor ve konu her geçen gün doğru bir mecraya oturuyor. Çünkü bu tartışmalar sırasında olması gereken oluyor ve 12 Eylül’de insanlara çektirilen acılarla ve ‘darbeyle’ hesaplaşma da gündeme geliyor. 12 Eylül Anayasası’nın altlığını oluşturan darbe sürecinde özellikle Diyarbakır cezaevinde yaşanan korkunç işkenceler sık sık tartışmalara konu oluyor. Özellikle BDP’nin referandumda darbe anayasasının değiştirilip değiştirilmemesini oylayacak olan referanduma ‘boykot’ çağrısı yapması, o dönemde işkence görmüş birçok insanın, anayasa tartışmalarına ‘kendi anıları’yla katılmalarına yol açıyor. Biz de hem Diyarbakır cezaevini, hem Kürt politikasını, hem de PKK’yı yakından izleyen, bilen ve tanıyan Hüseyin Yıldırım’la 12 Eylül döneminin hukukunu, mahkemelerini, uygulamalarını, Diyarbakır zindanlarını, PKK’yı, Öcalan’ı, lider kadrosunu, PKK’nın kuruluşunu, Suriye’yi, Bekaa’yı, Öcalan’a muhalefeti, PKK’nın dünkü ve bugünkü politikalarını konuştuk. İlk gün avukat Yıldırım’ın poliste ve cezaevinde yaşadıklarını okudunuz. Avukat Hüseyin yıldırım bir dönem Abdullah Öcalan’ın çok yakınında yer aldı. Şam’a Bekaa’ya gidip geldi. Hatta bir ara PKK’nın Avrupa sorumlusu olarak tanındı. Daha sonra Öcalan’la yolları ayrıldı, Hollanda’da suikast girişimine uğradı. Avukat Hüseyin Yıldız halen İsveç’te yaşıyor. Biz de kendisiyle Stockholm’de konuştuk. Gördüğü işkencelerin sonucunu bugün de beyninde ve bedeninde uyuşmalarla ve ağrılarla yaşamaya devam eden Hüseyin Yıldırım, dizlerinden de sakatlanmış olduğu için yürümekte çok zorluk çekiyor.

* * *

İKİNCİ BÖLÜM

Hüseyin Yıldırım’la Stocholm’de yaptığımız ve dün birinci bölümünü yayımladığımız konuşmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz..

* * *

NEŞE DÜZEL: Ben hiçbir zaman PKK’lı olmadım, dediniz. Sizi, Türkiye’den Suriye’ye PKK kaçırdı. PKK’lı olmayan birini niye kaçırdılar?

HÜSEYİN YILDIRIM: Ben o dönemde binlerce tutuklunun avukatlığını yaptım. Sıkıyönetim ve darbe mahkemelerinde neler yaşandığını gördüm. Diyarbakır’da, Elazığ’da, Mamak’ta, Konya’da davalara gittim geldim. Yaşanan vahşete onların direnişlerine, savunmalarına her yerde tanık oldum. Ayrıca ben dünya kamuoyunu tanıyordum. Onların avukatlığını yaptığım için ben içeri alınınca dünyadan protestolar oldu. PKK de akılsız değil. Benim gördüklerimi, yaşadıklarımı, tanıklık ettiklerimi dünyaya anlatmamın PKK’ye yarayacağını, puan kazandıracağını biliyorlardı. Neyse... Öcalan’la kısa mesafede bir başka eve gittik. O gece orada yattım. Ertesi gün Öcalan kendi odasını bana verdi.

Niye?

Kendi döşeğini düzeltti, salladı falan... “Avukat arkadaş burada yatsın, bu odada masa var, yazısını rahat yazar” dedi. Benden Diyarbakır cezaevinde yaşananlarla ilgili örgütün gazetesine bir yazı yazmamı istedi. Ben yaşanan gerçeklerin iki sayfalık bir özetini yazdım, direnişleri isim vererek anlattım. Yazıyı aldı okudu, “Bu yazı taraflı olmuş. Siz tarafsız kalın” dedi. Öcalan, Diyarbakır’daki direnişlerin halka mal olmasını istemiyordu.

Diyarbakır cezaevinde yaşanan işkencelerden sonra insanlar dağa çıkmadı mı, PKK böylece hızla büyümedi mi?

Öcalan, kendisinden başka kimseden söz edilmesini istemiyordu. Bana, “Nereye gitmek istiyorsunuz” diye sordu. Eşi Kesire’yi işte orda ilk defa gördüm. “Avukat abi, İsviçre’ye gitsin” dedi. Bana hemen sahte bir pasaport verildi.

Şam’da ilk karşılaşmanızda Öcalan’la başka neler konuştunuz

O zamanlar sıradan bir insan gibiydi. Mesela bir gün Cemil Bayık’la birlikte Öcalan’ın evinde koltuklarda oturuyoruz. Telefon çaldı. Öcalan, Bayık’a, “Telefon eden Dev-Yol. Kalk sen konuş” dedi. Bayık, elinin tersiyle Öcalan’a, “Ben konuşmuyorum, sen konuş” dedi. Öcalan o zaman “Ali arkadaş”tı.

~Ali arkadaş mı?

Kod adı Ali’ydi. “Ali arkadaş” diyordu herkes ona. Suriye Alevi ya... Bu yüzden kendisi Ali olmuştu, karısı Kesire’nin adını da Fatma koymuştu. Karısının kardeşinin adını da Hasan Hüseyin yapmıştı. Daha sonra PKK’nın tepesindeki ilişkiler tamamen değişti. Öcalan’la Cemil Bayık’ın resmini gördüm. Cemil Bayık esas duruşta ayakta dikiliyor. Öcalan koltukta oturuyor.

PKK’ya ne zaman katıldınız siz?

Anlatayım... Ben Şam’dan ayrılıp İsveç’e geldim. Bana sahte bir pasaport ayarladılar ve yanıma da, daha sonra Avrupa’da kendilerinin öldürdüğü Enver Ata’yı verdiler. Zaten PKK’nin içinde kafası çalışanları hep öldürdüler. İsveç’teki ilk günlerimde Uluslararası Af Örgütü’nden insanlar beni ziyaret etti. Üç gün Diyarbakır’daki zulmü anlattım, beni doktorlara havale ettiler ve işkence izleri hâlâ belirgin diye rapor aldılar. Burada gazetecilerle, televizyonlarla röportajlar yaptım. Diyarbakır’ı anlattım. Bana İsveç hükümeti kısa sürede mülteci pasaportu verdi. Daha sonra Danimarka parlamentosunda Diyarbakır’ı anlattım. İskandinav ülkelerinde demokrasi daha gelişmişti, onlara, “Bu işkenceleri durdurun, bu insanlar imha edilecek” dedim. Sonra Köln’e gittim.

Bütün Avrupa’yı dolaştınız mı?

Evet dolaştım, öğleden önce Viyana’daydım, öğleden sonra Londra’da... Diyarbakır işkencesini dünyaya anlattım. Zaten benim insan olarak görevim, dünya kamuoyuna bu zulmü anlatmaktı. O dönemde evet, benim çevremde PKK vardı. Beni Avrupa’da dolaştıran PKK’ydi. Benim anlatımlarımdan PKK büyük güç ve yarar sağladı. PKK’ye kan verdim ben, hepsi doğru ama... Diyarbakır’daki direnişleri anlatmak da benim insanlık görevimdi. Ben Avrupa’ya geldiğimde PKK Almanya’da en fazla 600 kişi yürütebiliyordu. Bir sene sonra sokaklarda on bin kişi yürüttü. Çünkü insanlar Diyarbakır’da yaşananlardan etkilendiler.

Avrupa’da PKK adına hangi görevleri yaptınız?

Ben Avrupa’da herkese Diyarbakır’ı anlatıyordum ve PKK adına, ben orta yerdeydim. Onun pratikleriyle ilgili eleştirilere ben muhatap oluyordum ve onu savunuyordum. Bana, “PKK, kadın, çocuk öldürüyor” diyorlardı. Ben, “Bunun sorumlusu, çoluk çocuğun arasına karargâh kuran devlettir” diyordum. Cevabım beni tatmin etmiyordu ama bunu söylemek zorundaydım. Çocukların, sivillerin öldürülmesini onaylamıyordum ama o bir iç sorundu.

Böyle demekle, PKK’nın üyesi gibi konuşmuş olmuyor musunuz?

Ama ben bu konuyu Öcalan’la yüz yüze tartıştım. “Biz, çocuklarımıza özgür bir gelecek için yola çıktık. Ama daha yolun başındayken çocuklarımızın katili olduk” dedim.

PKK’dan ne zaman ayrıldınız?

Aslında ben, PKK’nin Avrupa sorumlusu Çetin Güngör öldürüldüğü zaman PKK’yle ilişkilerimi koparmalıydım ama yanlış hesap yaptım. Belki öldürülenleri geri getiremeyiz ama bundan sonraki ölümleri belki durdururuz. “Öcalan’la yüz yüze görüşmeliyim” dedim. Düşünebiliyor musunuz? Çetin Güngör’ü öldürmekle görevlendirdikleri adamı benim evime getirdiler.

Nasıl?

O adam üç gün benim yanımda kaldı. Bu adamın, Çetin Güngör’ü öldürmesi için gönderildiğini ben nereden bileyim? Çetin Güngör benim Tunceli’de kapı komşumdu. Babası benim dostumdu. 1988’de Mehmet Ali Birand’la Brüksel’de karşılaştım. Milliyet gazetesine röportaj yapmak için kendisini Öcalan’la görüştürmemi istedi benden. Birand’a, yolda, “Çetin Güngör’ü niye öldürdünüz, diye sor Öcalan’a” dedim.

Sordu mu?

Sordu. Öcalan’ın cevabı, “Ne zaman olsa öldürülürdü” oldu. Çetin Güngör sıradan biri değildi. Yazılarıyla muhalefet ediyordu. Zaten Dilaver Yıldırım da, Enver Ata da, sıradan insanlar değillerdi. Bunlar, PKK’nin ilk kurulucularıydı. Apo’nun diktatörlüğünü reddediyorlardı. Beyindiler ve hepsi öldürüldüler. 1987’de çok kanlı pratikler oldu.

Neler oldu, ne yaşandı?

PKK, kendi içinde çok insan öldürdü. Tanıdığım, devrimciliğine inandığım insanlar vuruldu. Memlekette kadın, çocuk demeden çok insan öldürüldü. Köyler basıldı. Öcalan kendisini şiddet yoluyla kabul ettirmeye çalıştı. Mehmet Ali Birand’a döneyim...

Öcalan’la nerede buluştunuz?

Mehmet Ali Birand’la kalktık Bekaa’ya gittik. Apo hazırlanmış, beyaz elbiseler giymişti. O konuşmada Apo ilk kez, “Biz bağımsızlık istemiyoruz. Bizim ülkeyi bölmek istediğimizi kim söylüyor?” dedi. Ben, ilk kurşunu işte orada aldım.

Niye?

Eğer bağımsızlık istenmiyorsa, silahlı mücadele niye yapılıyordu o zaman? İnsanlar, Diyarbakır’da “Bağımsız Kürdistan” sloganı atıyorlardı. Bu lafı, PKK’da bir başkası söylese, o anda PKK tarafından kurşuna dizilirdi. Birand bile şaşırdı. “Bu bir strateji değişikliğidir. Merkez komitenizden, politbüronuzdan onay aldınız mı” diye sordu.

~Ne cevap verdi?

Apo, “Bizim merkez komitesi, politbüro diye bir yapılanmamız yok. PKK, genellikle benim yönetimimde gelişen bir harekettir” dedi. Ve işte o gün, diktatörlüğünü resmen ilan etti. Zaten daha sonra her öldürülen için, “Benim yerime göz dikmişti, beni tasfiye edecekti” diye konuştu. Öcalan, kendisini silah zoruyla, şiddet yoluyla kabul ettirdi. Bekaa kampında çok insan öldürüldü. Kazsanız cesetler çıkar.

İnsanlar niye öldürüldü?

Öcalan’ın çevresinin ajanlarla sarılı olduğu havasını vermek için, bir sürü kişiyi ‘ajan’ diye kurşuna dizdiler.

Peki, bildiğim kadarıyla size de suikast girişiminde bulunuldu. Siz, ne zaman bir suikast girişimine hedef oldunuz?

1988’de Öcalan’la görüştükten sonra benim için artık her şey netleşti. Ben Bekaa’da bir ay boyunca Öcalan’ı izledim. Onun, Kürt davası diye bir derdinin olmadığını anladım. Bir gün bana, “Seni Cemil Esat’la görüştüreceğim” dedi. Cemil Esat, o sırada Suriye Devlet Başkanı Hafız Esat’ın kardeşi. Apo’nun bir numaralı dostu. Müşterek bazı şeyler yapıyorlardı. İsveç’e dönünce, Avrupa’daki merkezi topladım.

Niye?

Onlara üç şey söyledim. “Bir, benim Diyarbakır’da tanıdığım PKK’ye evet, Apoculuğa hayır. İki, felakete doğru gidiliyor. Ben, felaketin militanı olmam. Üç, her şeye bir kişi karar veriyorsa, bunun ismini bulun” dedim. İnanır mısınız, kitle nefes aldı, çok rahatladı. Kitle beni çok destekledi. Ama sonra silah, suikast devreye girdi.

Suikast girişimi nasıl oldu?

Hollanda’da bir arkadaşıma gelmiştim. Gece bir kafede otururken iki kişi bizi çapraz ateşe aldılar, pencereden 29 mermi sıktılar. Arkadaşım çenesinden yaralandı. Ben kalçamdan vuruldum. Beş kurşun ise kazağımdan geçti. Zaten Apo’nun kendisi de benim için “Kıl payı kurtuldu” diyor. Hastaneye kaldırıldık. Daniel Mitterand ve pek çok politikacı devreye girmişler, bizim bulunduğumuz kat güvenlik nedeniyle boşaltıldı, polis nöbet tuttu. Elçiliklerden bize ziyarete geldiler.

Peki, siz Kesire Öcalan’la nasıl tanıştınız?

Kesire’yi ilk Şam’da gördüm. Benimle İsveç’e gelmek istedi. Daha önce İsveç’e iltica etmişti ve pasaportu vardı. Ama Apo bırakmadı. Kesire sıradan bir insan değildi. Daha bilinçlidir o.

Kesire’nin eğitimi nedir?

Öğretmen okulu mezunuydu. Apo’ya biraz yol gösteren de Kesire’ydi. Apo’nun kendisi söylüyordu.

Ne diyordu?

“O, aristokrat bir aileden geliyordu. Biz ise köylü çocuğuyuz. Kesire, benim için, ‘ben bunu parmağımda oynatırım’ diye düşünüyor” diyordu. 1978’de evlenmişlerdi ve Kesire, Apo’yu parmağında oynatıyordu. Ama ben, Şam’daki konuşmalarından Kesire’nin öldürüleceğini anladım. Nitekim 1986’da PKK kongresinde Kesire yerden yere vuruldu ve tutuklandı.

Neyle suçlandı?

Tasfiyecilikle suçlandı. Yunanistan’daki kampa gönderildi. Gittiğimde gördüm, orada çok eziliyordu. Sokaktaki lümpenlerin elbiselerini ona yıkatıyorlardı. O kadar yardıma ihtiyacı vardı ki.

Kesire de sizinle aynı zamanda mı ayrıldı PKK’dan?

Anlatayım... Ankara’dan arkadaşı Nadire vardı. Hollanda sorumlusuydu. Kesire’nin durumuyla ilgili ona haber verdirdim. Kesire’yi kamptan onlar kaçırdılar ve Berlin’e getirdiler. Benimle birlikte PKK’dan ayrılan arkadaşlardı bunlar. Biz o sırada PKK Devrimci Birlik diye grup kurmuştuk. Aslında ben Kesire’nin bize katılmasını istemiyordum.

Kesire’yle aynı harekette olmayı niye istemediniz?

Kesire suçludur. PKK içinde bir sürü insanın kanına girdi. Tetiği kendisi çekmedi ama onların öldürülmelerine neden oldu. Çünkü örgüt içinde hainlik tartışmalarını başlattı. Arkadaşlarıma, “Madem bu kadını getirdiniz, bu kadınla çatışmayın. Bu kadın bize bildiklerini anlatsın” dedim.

Kesire size neler anlattı?

Kesire beni, Apo’yla ilgili olarak “Kendine çok dikkat et” diye uyardı. Apo için, “Bağlı olduğu güçleri harekete geçirir” dedi.

Kesire’nin babası MİT’çi değil miydi?

Babası için, “ne ajandır, ne de değildir” derim. Ama şu var, bu mücadelenin içinde herkes MİT’çi ve ajan ilan edildi. İşin doğrusu da bence şu. Asıl MİT’çi olanlar, kendilerine kimse dokunmadan işlerini gördüler, ellerini sallayıp gittiler

~Peki, ya PKK’nın kurucularından pilot Necati? O MİT ajanı değil miydi?

Onun MİT ajanı olduğu açık. Kemal Pir, “Ben onu vurmak istiyordum, Apo engelliyordu” diyordu. Bence Kesire, başta Apo’nun gizli ilişkilerini bilmiyordu. Bir dönem sonra bunu öğrendi. Apo, Kesire’yi devre dışı bıraktı çünkü o yakınında olduğunda o ilişkileri sürdüremezdi. Kesire Yunanistan’dan kaçırıldığında, Doğu Berlin ona on günlük kalma izni verdi. Biz Sovyet Elçiliği’yle görüştük ve orada daha uzun kalmasını sağladık.

PKK’lılar böyle elçiliklerle rahatça görüşebiliyorlar mıydı?

Ben görüşüyordum... İlginçtir, Bekaa’daydım. Bana, “Sovyetler’in Lübnan elçisi seninle görüşmek istiyor” dediler. O dönemde Apo, Sovyetler’e ateş püskürüyordu. Prag’da görüştüğü Sovyet elçisi ona yüz vermemişti.

Elçilerle neler görüşülüyor peki?

Ulusal kurtuluş hareketine destek isteniyor. Öcalan, “Moskova’ya biraz gidip dinlenmek istiyorum” diyor. Elçi, “Hayır Moskova’ya gelemezsiniz. Dinlenmek isterseniz, Bulgaristan’daki dostlarımıza telefon ederiz, orada dinlenirsiniz” diyor. Öcalan Bulgaristan’a gidiyor ve ev veriliyor kendisine. Öcalan, Sovyet elçisinin beni görmek istediğini duyunca, “Vay, avukat arkadaşın burada olduğunu Sovyetler nereden biliyor?” dedi. “Git bakalım ne istiyorlar” diye de ekledi.

Sovyet elçisi sizden ne istedi?

Kimlerle ilişkimiz olduğunu sordu. “Sizin istihbaratınız bunu çok iyi biliyor” dedim ben. “Burnunuzun dibinde bir halk kaçıncı kez katliamdan geçiyor” diyerek Sovyet politikasını eleştirdim. “Haklısınız, size yardım etmek istiyoruz” dedi. Beni uğurlarken, “Sizinle irtibatı kaybetmek istemiyoruz, tekrar görüşmek istiyoruz” diye konuştu.

Tekrar görüştünüz mü peki?

Kesire’nin Doğu Berlin’de kalabilmesi için Sovyet Elçiliği’ne gittiğimde karşıma aynı diplomat çıktı. Aslında kendisi KGB’ydi. Hatta bir keresinde Doğu Berlin beni sınırdan içeri almadı. Diğer iki arkadaşımı ise aldı. Bana, “Sen çok tanınıyorsun, başımıza iş açılır” dediler. Bu durumu Sovyet diplomata ilettim, o kendi arabasıyla gelip beni diplomat kapısından Doğu Berlin’e soktu. Kulağıma eğildi, “Sizin adamınız sizin davanın adamı değil” dedi. Meğer Prag’da Öcalan’la görüşen oymuş.

İstihbarat örgütleriyle görüşmek normal midir? Bir solcu olarak istihbarat örgütleriyle görüşmeyi nasıl içinize sindiriyorsunuz?

Özgürlük mücadelesi diyorsunuz ve istihbarat örgütleriyle görüşüyorsunuz. Bu tür mücadelelerde istihbaratla görüşme zorunluluğu var. Zaten dünyanın her yerinde bu tür savaşlarda devrede olanlar istihbarat örgütleridir. Eğer Sovyet yetkilileriyle, hükümetiyle görüşmek istiyorsan bunun kanalı istihbarattır.

Olof Palme suikastıyla PKK’nın bir ilişkisi var mı?

Zannetmiyorum. Bu, uluslararası bir suikast bence. Palme’nin ulusal kurtuluş mücadelelerine yakın bir yaklaşımı vardı. Vietnam savaşında elçilerle birlikte ön safta yürüdü.,. Reagan İskandinavya’ya atom başlıklı füzeler yerleştirmek isterken, o, Stockholm’de barış konferansı topladı.