Yıldıray Oğur
(Taraf - 25 Eylül 2012)
İzmir’de öldürülen çiftçilerden Bahri Şirin’in oğlu Turgay Şirin böyle diyor. Tam olarak şöyle: “Babamı silahla vurduktan sonra başı kürekle ezilmiş görünce ‘Anne bunu PKK’lılar bile yapmaz’ dedim. Ancak katiller PKK’lı çıktı.”
9 ağustos günü İzmir Foça’da askerî servis aracının geçişi sırasında patlatılan bombadan iki gün önce yakınlardaki su kanalında evlerinden tarlalarını sulamak için çıkan üç çiftçinin (59 yaşındaki çiftçi Yusuf Kafalı, 55 yaşındaki Zekariya Toksuz ve 46 yaşındaki Bahri Şirin) başlarından vurulmuş cesetleri bulunmuştu.
Hiçbir düşmanları olmayan yaşlı köylüleri vuran silah Foça’daki saldırıyı yapan PKK’lılardan sağ yakalananlarından birinin evinden çıkmıştı.
2012 yılındaki bu korkunç faili meçhul katliamın aydınlanmasının üzerinden bir aya yakın bir zaman geçti. Benim yazımın çıkması üzerinden de iki hafta kadar.
Bugüne kadar ne PKK’dan bir açıklama geldi, ne bir insan hakları örgütü cinayetlerle ilgilendi ne de benzer faili meçhul cinayetlerle ilgili çevrelerden bir ses çıktı. Köşe yazarlarından özellikle de her gün Kürt meselesiyle ilgili kalem oynatanlardan bu yaşlı üç İzmirli köylünün akıbetiyle ilgilenen de çıkmadı.
Doğrudur, etrafımızda çok fazla ölüm var. Ama tarlalarını sulamaya giden İzmirli yaşlı üç çiftçinin trajik hikâyesi herhalde son 30 yıllık savaş döneminin en iç burkan, en mide bulandıran, korkutucu hikâyelerinden biri. Bugün PKK’nın her türlü demokratik adımın önündeki kör şiddetini anlamak için de ibretlik bir hikâye bu.
Belki de tam da bu gerçekle yüzleşmekten korkulduğu için görmezden gelindi üç yaşlı İzmirli çiftçinin akıbeti.
O yüzden fikri takip için son gelişmeyi de buradan duyurmak istedim. Aslında bu bir itiraf. Korkunç bir itiraf hem de. Ezilenlerin şiddetinin yine ezilenleri gözünü kırpmadan nasıl ezdiğiyle ilgili ibretlik bir itiraf.
Yakalanan PKK’lı Yunus Çiçek anlatıyor:
“Foça’da gerçekleştireceğimiz saldırı öncesi saklanmak amacıyla Gediz Ovası mevkiinde bulunuyorduk. Burada kamışların arasında saklanacaktık. Daha tam olarak saklanmadan önce köylülerden biri bizi gördü. Bu köylü bize ‘Ne yapıyorsunuz burada’ diye sorunca biz de kendisine tarlada çalışmak için geldiğimizi ve dinlendiğimizi söyledik. Daha sonra bu köylü yanımızdan ayrıldı. Bu olay gece vakitlerinde oldu. Ertesi gün gündüz öğle saatlerinde bizi kamışların içinde gören bir köylü yanımıza geldi. Köylü bizi görür görmez Burhan Bozkurt hemen başına iki üç el sıktı. İlk sıktığında kendi tabancası ile sıktı. İkinci ve üçüncü sıkmasında ise benim tabancamı kullandı. Ölen köylünün cesedini saklamak için kamışların arasına gömüyordum. O sırada Burhan Bozkurt bana ‘Ben su almaya gideceğim’ dedi. Su getireceği sırada yine köylüler onu görmüş. Benim yanıma geldikten sonra söylediğine göre iki köylüyü daha vurmuş. İlkine sıkarken üzerine kan bulaşmış. Diğer iki köylü onu bu şekilde gördüğü için onları da vurmuş. Daha sonra sularla birlikte yanıma geldi. Suları çantamıza koyup oradan ayrıldık.”
Musluk tamirinde kırılan üç fayans gibi. Kutsal davalarında önlerine çıkan üç karıncayı nasıl ezip geçtiklerini anlatıyor sanki. Maceranın sonu: Suları çantamıza koyup oradan ayrıldık.
Öldürülen üç çiftçinin ailesi de bu duyarsızlığa tepkili. Akla gelen ilk karşılaştırmayla yapıyorlar bunu. Uludere’de katledilen köylülerle ilgilenenler bizle neden ilgilenmiyor diye soruyorlar. Bu kadar kibarca sormuyorlar tabii. Ama başımıza ne geldiyse mağduriyetler arasında hiyerarşi kurmaktan, katiller arasında tercih yapmaktan gelmedi mi?
Babasının kürekle başı ezilmiş, defalarca vurulmuş başını gören oğlu annesine, “Anne bunu PKK’lılar bile yapmaz” demiş. İzmirli bir çiftçi bile bu kadar vahşet beklemiyor PKK’dan. Ama mağdur edilmiş bir halk için savaştığını söyleyen PKK bu kadar vahşice cinayetler işliyor.
Ve buna sessiz kalanlar hem barış ihtimaline hem de insanlığa ihanet ediyor.