T24 Haber Merkezi
Polis Akademisi’nin “Covid-19 Salgını ve Sonrası Devlet, Demokrasi ve Güvenlik” raporuna göre Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi salgınla mücadelede önemli bir imkân sağladı.
Koranavirüs salgınıyla Türkiye'nin mücadelesinin de değerlendirildiği raporda "Türkiye’de yakın zamanda geçilmiş olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yönetim modeli, salgınla mücadelede ve alınan tedbirlerin uygulanmasında etkinliğin sağlanması ve uyumlu işleyişin ikame edilmesi bakımından çok önemli bir imkân sağlamıştır" denildi.
Raporda salgın sürecinin ülkelerdeki mevcut siyasî iktidarları değiştirici etkilerinin de söz konusu olabileceği vurgulandı.
Hırsızlık vakalarının azaldığı ancak ev içi şiddetin artığı da raporda yer alıyor.
Rapora göre salgın sonrası beklentiler şöyle:
Covid-19’la mücadele süreci, salgın sonrası dönemde ‘‘ulus devlete ilişkin değerlerin güçleneceği” ve “ulus devlet anlayışının zayıflayarak küresel değer ve politikaların gelişeceği” yönünde olmak üzere iki farklı görüş doğurmuştur.
Salgın, devletleri ulus devlet reflekslerine döndürmenin yanında, onları demokratik rızaya dayalı, şeffaf, hesap verebilir, kapsayıcı ve kültürel farklılıkları önemseyen siyasî değerleri benimsemeye zorlamaktadır.
Geniş katılımlı uluslararası yapıların, salgın sürecinin yönetilmesi ve koordine edilmesindeki karar alma becerileri ve etkinlik düzeyleri dramatik şekilde zayıflamış, uluslararası işbirliği ve dayanışma, asgarî seviyeye gerilemiştir.
Mevcut uluslararası ve ulus ötesi yapı ve kuruluşların işlevlerinin giderek azalacağı, bunların yerine, daha fazla hedef odaklı, yeni uluslararası ve bölgesel organizasyonların oluşturulacağı düşünülebilir.
Covid-19 salgını, bir yönüyle de, neoliberal politikaları benimseyen devletlerin kriz yönetimi sürecindeki noksanlıklarını ve yönetim mekanizmalarının işlevsizliğini ortaya çıkarmıştır.
Yaşanmakta olan sürecin, devletleri sağlık, ekonomi ve güvenlik konusunda çok daha fazla aktif rol almaya ve inisiyatif göstermeye iteceği; planlamacı sosyal devlet uygulamalarının yönetsel olarak bundan sonraki dönemde öne çıkacağı öngörülebilir.
Salgın sürecinde, çoğu zaman, otoriter devletlerin virüsle mücadeleye karşı aldığı tedbirlerin liberal demokrasiyle yönetilen ülkelere göre çok daha etkin şekilde uygulanma şansı olduğu yönünde yanlış bir algı söz konusu olmuştur.
Demokratik Batı ülkelerinin bir kısmında yaşanan olgu, aslında demokrasilerin krizi değil, çok parçalı karar alma süreçlerinin ve dağınık yönetim yapılarının kriz yönetimindeki başarısızlıkları olmuştur.
Salgınla mücadelede ülkeleri başarılı kılacak temel hususun, otoriter yönetim anlayışları olmadığı, demokratik niteliğe sahip, şeffaf, hesap verebilir ve politikaların yürütülmesinde toplumsal rızayı önceleyen etkin siyasal yönetimlerin ahenkli işleyişlerinin olduğu ortaya çıkmıştır.
Salgın süreci; sağlık, tabiat ve gıdayla ilgili konuların da ulusal güvenliğin bir parçası olması gerektiğini göstermiştir. Devletler, artık güvenlik sahasında bir paradigma değişikliğine gitmek zorundadır. Geleneksel güvenlik anlayışı önem kaybetmeye başlamış, insanî güvenlik anlayışının önemi artmıştır.
Salgınla beraber, Türkiye başta gelmek üzere, pek çok ülkede polis teşkilatlarına, öncesinden farklı olarak yeni görevler yüklenmiştir. Bu faaliyetlerle birlikte, polisin vatandaşların gözündeki meşru gücü kuvvetlenmiş ve koruyucu, kollayıcı işlevi artmıştır.
Önümüzdeki dönemde, dünyadaki kolluk teşkilatlarının bünyesinde, salgın gibi olağanüstü durumlarla mücadele konusunda yeni birimlerin kurulması muhtemeldir.
Salgınla beraber suç türlerinde ve verilerinde de değişim söz konusudur. Ev, konut gibi meskenlere yönelik yapılan hırsızlık oranlarında dünya genelinde bir azalma görülürken, aile içi şiddet vakalarında tüm dünyada bir artış söz konusu olmuştur.
Buna ilaveten, tıbbî malzeme kaçakçılığı, sahte tıbbî malzeme üretimi, kötü amaçlı yazılımlar ve fidye yazılımları dâhil olmak üzere siber suçlar ve internet uygulamaları temelli uyuşturucu ticareti suçlarında da belirgin bir artış olduğu tespit edilmiştir.
Salgın, ülkelerin göçmen politikalarını da etkilemiş, özellikle Avrupa ülkelerinde, aşırı sağ eğilimli siyasî partilerin yabancı düşmanlığı üzerinden dillendirilen milliyetçilik söylemlerini ve küreselleşme karşıtı görüşlerini güçlendirmiştir. Bu durum, yeni çatışmaları ve güvenlik sorunlarını tahrik eder mahiyettedir.
Yaşanan gelişmelerin, ülkelerin kendi içindeki demografik hareketleri şekillendirebileceği; sağlık ve gıda güvenliğindeki etkilerine bağlı olarak, kırsal alanlara dönük bir ilgiyi artırabileceği söylenebilir. Bu kapsamda, toprağa dönüş ve ziraî faaliyetlere daha fazla yönelme gibi sonuçlara sebebiyet verebileceği beklenilebilir.
Covid-19, güvenlik güçleri tarafından kullanılan ve meşruiyeti sorgulanan, demokratik toplum idealleri ve ferdî özgürlüklere karşı tehdit oluşturabilen yeni teknolojilere dayalı mücadele araçlarını da gündeme taşımaktadır.
Toplumu sürekli gözetim altında tutma imkânı veren bu sistemler, bir yandan virüsle mücadelede önemli bir fonksiyon icra ederken, diğer yandan da devletlerin vatandaşlar üzerindeki kitlesel gözet imlerini arttırmasına hizmet etmektedir.
İnternet tabanlı teknolojiler yaygınlaşarak, devletleri ve toplumları kendisine daha çok bağımlı kılmaktadır. Bunun neticesinde, geniş tabanlı siber saldırıların ülkelerin sağlık, ekonomi ve güvenlik gibi alanlardaki alt yapılarını daha fazla hedef alacağı öngörülmektedir.