Polis tekmesiyle bebeğini düşüren E.Ö: 44 kiloya düştüm, kimse ceza almadı

Polis tekmesiyle bebeğini düşüren E.Ö: 44 kiloya düştüm, kimse ceza almadı

2010’da Dolmabahçe'de polis tarafından tekmelendiği için bebeğini düşüren öğrenci E.Ö., “4 yıldır sağlığımla ilgilenmek zorunda kaldım hep. Bu olay olduğunda 58 kiloydum, şimdi 44 kiloyum. Kendimi toparlayamıyorum. Mesela hastanelere giremiyorum. Fobi oluştu. Korkuyorum” diye konuştu.

E. Ö., “Bana bunu yapanların ciddi biçimde cezalandırılmasını istiyorum. Birebir. Hem emri verenlerin hem eylemi gerçekleştirenin. Hem de soruşturmayı engelleyen polislerin, hem de polisi koruyan savcıların. Hepsinin cezalandırılmasını istiyorum. Bu şekilde konuyu kafamda bir rafa kaldırabilirim ancak” dedi.

2010’da Dolmabahçe'de polis tarafından tekmelendiği için bebeğini düşüren öğrenci E.Ö. son 4 yılda yaşadıklarını Radikal Gazetesi Yayın Koordinatörü Ezgi Başaran’a anlattı.

Ezgi Başaran’ın E.Ö. ile yaptığı söyleşi şöyle:

"Bunları okuyanların bana acımasını istemiyorum. Lütfen öyle yazmayın. Ortada acınacak değil herkes için korkulacak bir durum var."

Aralık 2010’da Başbakan’ın Dolmabahçe'deki ofisinde rektörlerle yaptığı ‘ilim’ toplantısını protesto etmek, daha doğrusu ‘Madem eğitimi konuşuyoruz, bizim de söyleyeceklerimiz var’ demek için bir grup öğrenci toplanmıştı. Bu küçük öğrenci grubuna 5 misli kalabalık bir polis grubuyla ve tabii gazla müdahale etti. Bu öğrencilerden 19 yaşındaki E.Ö. yerlerde sürüklendi tekmelendi. Hamileydi, bebeğini düşürdü. Polislere dava açtı, fakat ne MOBESE görüntüleri ne de E.’nin teşhis etmesi için o gün görev yapan polislerin fotoğrafları mahkemeye gönderildi. 4 yıl sonra, yani birkaç gün önce çıkan Adli Tıp raporu da “darp izine rastlanmamış” diyordu. Dolayısıyla dava düştü. Tüm bunlar olurken, vakit geçerken, bir bebek ölür, bir eziyet cezasız kalırken genç bir kadın da korkunç ve hayli zor günler geçirdi. “Evlenmeden hamile kalmış, protesto hakkını kullanmak için toplanmış bir kadın olarak elbette devletin gazabına uğrayacaktım” diyen E. ile konuştum. Onun bu 4 yılda başına gelenleri tarif için ‘sarsıcı’ ve ‘karanlık’ kelimelerinden başkasını bulamıyorum.

4 yıl önce başınıza gelenleri anlatabilir misiniz? -Başbakan, Dolmabahçe’deki ofisinde rektörlerle buluşmuştu. Biz de DİSK’e bağlı Genç-Sen üyeleri olarak ofisin yakınlarında kısa bir açıklama yapacaktık. Aslında madem eğitim konusunda konuşuyorsunuz, biz öğrencilerin de taleplerine kulak verin demek istiyorduk. Hatta “Anadilde Bilimsel Demokratik Eğitim” başlıklı bir dosya da hazırlamıştık. Onu da vermeyi planlıyorduk. Sayımız çok azdı. Bizim için orada biriken polis sayıca 5 kat fazlaydı. Dolmabahçe’deki camiinin orada bizi çevrelerdi. Benim elimdeki flamayı tuttu içlerinden bir tanesi. Ben vermedim. Dolayısıyla çekiştirdik. Bayrak kısmı polisin elinde, sopası benim elimde kaldı. Hem polis hem de ben sendeledik. Hemen sonra üstümüze gaz sıkmaya başladılar. Biz de Kabataş’a doğru kaçıştık. 30-40 metre gidebilmiştim ki omzumda bir el hissettim, beni yakaladı polislerden biri. Elimle elini ittirdim, “Vurma hamileyim” diye uyardım. Duydu ama özellikle sırtıma belime vurdu. Yere düştüm, bayağı bir tekmelendim. Karnımda küçük bir sancı hissettim. Pantolonuma baktığımda kan vardı. Herhalde bebeğim o sırada düştü.

Sonra ne yaptınız?

-O sırada göz altına alınmadım. Polis gittikten sonra ambulans çağırdık. Ambulans gelmedi. Taksi bekledik, o da uzun süre gelmedi. En sonunda Taksim İlk Yardım Hastanesi’ne götürüldüm. Orada gözaltına almaya, kelepçe takmaya çalıştılar. Ama yanımdaki arkadaşlar bunu engelledi. Beni o halde kadın doğum uzmanına çıkardılar. Ultrason yaptı. Bebeğin kalp atışlarını duymuyorum dedi ama bebeğin düşmüş cümlesini kurmadı.

Niye?

-Bilmiyorum. Herhalde sorumluluk polise kalmasın diye. Kadın doğum polikliniği holünün önünde 3 çevik kuvvet polisi duruyordu, dışarıda gazeteciler vardı. Öyle bir durumda hemen bunu söylemek istememiş olabilirler. Beni öyle bir gün boyunca beklettiler. Ertesi sabah 8-9 civarında bir kadın doktor geldi. Düşük başlamış dedi. Beni küçücük, çok pis bir odaya aldılar.

Yanınızda kimse yok muydu? -Hayır. Odada üç kişi vardı, ikisi doktor, biri de hemşire sanıyorum. Sedyeye yatırdılar. Ve çok kötü davrandılar. Makineymişim gibi. Bacaklarıma vurdular. O zaman korktum iyice ve istemiyorum yaptırmayacağım diye kalktım. İleride bebeğin olmaz, kanaman var filan diye beni ikna ettiler. Hemen bir kağıt imzalattılar. Tam okuyamadım ama bana bir şey olursa doktorlar mesul değildir anlamına gelen bir kağıt imzalattılar. Kürtajda iki yöntem varmış, sonradan öğrendim. Biri vakum, diğeri kazıma. Bana kazıma yöntemi uygulandı. Ve çok çok canım acıdı.

Anestezi?

-Hayır. Uyuşturulmadım, uyutulmadım. Çok acı çektim. Bir yandan da “Kendini kasma, bir şey yok, çocuğu yapmasını biliyorsun ama…” filan diyorlardı. Bacaklarıma vurdular. Masanın üstünde kutular vardı. Cenini o kutulardan birinin içine koyup, kutuyu fırlattılar. Yaşadıklarım içinde bana en çok koyan da o oldu. Bu kadar mı korkunç, bu kadar mı felaket bir şey de fırlatıp atılıyor? Ben o bebeği doğurmayı istiyordum.

Biraz ara verelim mi…

-Hayır anlatmak istiyorum, siz istiyorsanız verelim.

Yok sen devam edebiliyorsan ben de ederim…

-Odaya alındıktan sonra yanıma önlüklü bir adam geldi. Doktor mudur, kimdir bilmiyorum. “Bak” dedi, “dışarıda gazeteciler var, annenin babanın haberi yok. Gazeteciler senle görüşmek istiyor. Sen konuşma, biz de senin 600 liralık kürtaj ücretini kapatalım.” Ben kabul etmedim. O gün akşama doğru SDP’den iki arkadaş bana destek olmak üzere geldi. Ortada bir acayip olduğunu anladılar ve hastane raporlarının fotokopisini çektiler. Sonra gazeteci ordusuna yakalanmayalım diye beni kucaklarında yangın merdiveninden indirdiler. İnsan Hakları Vakfı’na gittik, orada kaldım. Bu arada hakkımda yasadışı örgüt üyesidir diye yalan haberler çıktı Sabah gazetesinde. Ayrıca Hem beni hem de doğmamış bebeğimi yasadışı ilan etmek için ellerinden ne geliyorsa yaptılar.

Anneniz ve babanızdan niye yardım almadınız bu süreçte?

-Çok üzülürler diye. Bir de 19 yaşında bir insanım, tüm bunlar başıma gelmiş. Rahatsız olacaklarını düşünmüştüm. Çok ilginçtir bu konuyu bir kez olsun açmadılar dört yılda.

Yok mu saydılar?

-Sanırım bana böylesinin iyi geleceğine inandılar. Adli Tıp’ın psikiyatri bölümünden bir doktor onlara “Durumu kötü, hiçbir şekilde konuyu deşmeyin” demiş. Herhalde o yüzden. Bu arada durumum gerçekten çok kötüydü. 1.5 ay Çapa’nın psikiyatri bölümünde kaldım, kendimi zor toparladım. Post- Travmatik Sendrom teşhisi kondu. İki gün yoğun bakımda yatmak zorunda kaldım. Annemler bu halime şahit oldukları için yaşadıklarımı bilmiyormuş gibi davranma yolunu seçtiler. Örneğin televizyonda bir kürtaj sahnesi olduğunda hemen kanalı değiştiriyorlardı filan.

Bu arada İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’a, Beyoğlu Emniyet Müdürü Osman Yıldırım’ın da içinde bulduğum bir grup görevliye dava açtınız değil mi?

-Evet, işkenceden. Fakat Çapkın ve Yıldırım’la ilgili şikayetlerimizin işleme konulmamasına karar verdi savcı. Yani polisler hakkındaki incelemeyi durdurdu. Dolayısıyla Çapkın ve Yıldırım ile ilgili dava açamadık. Davanın geri kalanında da devlet önümüze çıkarabileceği tüm engelleri çıkardık. Savcılık emniyetten MOBESE kayıtlarını istedi. 10 gün içinde siliniyor dediler, göndermediler. O gün görev yapan 200 kadar Çevik Kuvvet polisinin fotoğrafını istedi teşhis etmem için… Göndermediler. 4 yıl boyunca Adli Tıp’tan rapor çıkmadı.

1 hafta önce o rapor çıktı ama değil mi?

-Özetle, darp ve cebir izine rastlanmadı, düşük kendiliğinden olmuştur diyor rapor. 4 yıl sonra… Halbuki bizim o gün Çapa’nın adli tıbbından çok detaylı bir rapor almıştık. Kemik testlerinde darba maruz kaldığım açık bir şekilde yazıyor. Fakat mahkeme bu raporu kabul etmedi. Diğeri de 4 yıl sonra bu şekilde geldi. Dolayısıyla savcı takipsizlik kararı verdi. Avukatlarım bu sonucu bekliyorduk diyorlar.

Bu süre zarfında üniversite ne oldu, lise sondaydınız, üniversiteye girecektiniz…

-Planladığım hiçbir şeyi yapamadım. Üniversite sınavına girdim birkaç defa ama oldu. Anadolu Üniversitesi Uluslararası İlişkiler’i kazandım, kayıt yaptırdım ama yapamadım. İstediğim yeri kazanamadım çünkü kafamı toparlayamıyorum. 4 yıldır sağlığımla ilgilenmek zorunda kaldım hep. Bu olay olduğunda 58 kiloydum, şimdi 44 kiloyum. Kendimi toparlayamıyorum. Mesela hastanelere giremiyorum. Fobi oluştu. Korkuyorum. Herkesin benim nasıl düzeleceğime dair bir fikri var. Ailem, arkadaşlarım “Bir üniversiteye girse kurtulacak” diyorlar. Halbuki öyle değil. Avukatlarım merak etme AİHM’e gideceğiz, çok haklıyız, AİHM Türkiye’yi adil yargılamayı engellediği için tazminata mahkum eder diyor. Bu da değil istediğim. Tazminat filan kan parası gibi geliyor. Hayır bunu istemiyorum.

İstediğin nedir?

-Bana bunu yapanların ciddi biçimde cezalandırılmasını istiyorum. Birebir. Hem emri verenlerin hem eylemi gerçekleştirenin. Hem de soruşturmayı engelleyen polislerin, hem de polisi koruyan savcıların. Hepsinin cezalandırılmasını istiyorum. Bu şekilde konuyu kafamda bir rafa kaldırabilirim ancak.

Çok üzgünüm, gerçekten. Bir kadın olarak, bu ülkenin bir parçası olarak, bir gazeteci olarak bunları yaşamak zorunda kaldığın için çok üzgünüm…

-Ben de. Ben sisteme her bakımdan itiraz ediyordum. Bildiri okumak için, eğitim dosyasını vermek için o gün orada bulunmam, evlenmeden hamile kalmış olmam… Bunların hepsi devletin sistemine aykırı, dolayısıyla beni ezmek için elinden geleni yaptı. Başarılı da oldu. Ama bunları okuyanların bana acımasını istemiyorum. Lütfen öyle yazmayın. Ortada acınacak değil herkes için korkulacak bir durum var. Bunu anlatmayı istedim sadece.