Politik Ekoloji Çalışma Grubu, Cumhurbaşkanlığı kararıyla eski AKP milletvekili aday adayı Prof. Melih Bulu'nun rektör olarak atandığı Boğaziçi Üniversitesi'ne ilişkin yaptıkları açıklamada, "Boğaziçi Üniversitesi’nde su yüzüne çıkan anti-demokratik, tepeden inmeci ve dayatmacı uygulamaların karşısında olduğumuzu kamuoyuna duyururuz" dedi.
Politik Ekoloji Çalışma Grubu, Boğaziçi Üniversitesi'nde rektör atama kararının ardından çıkan protestolara ilişkin açıklama yaptı.
Açıklamada, "Ekosistemler, farklı bileşenleri arasında eşgüdüm ve işbirliği bulunan, her birinin işlevi farklı olan ve ancak birlikte yaşamı oluşturan bütünlerdir. Oysa üniversite mekanının, “inovasyon ve girişimcilik ekosistemi” olarak tanımlanması ve bu anlayışla yeniden şekillendirilmesi, farklı bileşenlerin bir arada yaşamını oluşturmak değil; bilimsel bilgi üretim süreçlerinin gitgide daha fazla piyasalaşması ve şirketleşmesi anlamına geliyor" ifadesi kullanıldı.
Politik Ekoloji Çalışma Grubu tarafından yapılan açıklama şöyle:
"Biz, aşağıda imzası olan Politik Ekoloji Çalışma Grubu üyeleri olarak, Türkiye’de ekoloji mücadelesinin, yaşam alanlarını ve kent hakkını savunanların, suyunu toprağını havasını temiz tutmak isteyenlerin, kuşun kurdun böceğin yaşam hakkını savunanların yanında ve içinde olan, onlarla beraber bilgi üreten araştırmacılar olarak bu kez de Boğaziçi Üniversitesi’nde su yüzüne çıkan anti-demokratik, tepeden inmeci ve dayatmacı uygulamaların karşısında olduğumuzu kamuoyuna duyururuz.
Ülkemizde aşama aşama yitirilen bireysel ve kolektif hak ve özgürlükler, dizginlenemeyen piyasalaşma, gemi azıya almış ekolojik yıkım ve iyice aşındırılmış bilimsel özgürlük ve özerklik iç içe geçen sorunlardır. Bunların karşısında, yaşam alanlarını savunmak için yerelde karar, yetki ve söz hakkı isteyen ekoloji mücadelesinin her bileşeni gibi, bugün Boğaziçi Üniversitesi de bir adalet ve demokrasi mücadelesi veriyor. Katılım ve karar alma hakkı mücadeleleri olan, tepeden inmeci, dayatmacı ve baskıcı uygulamalara karşı yürütülen bu direnişlerin topluma birer suç unsuruymuş gibi gösterilmesine ısrarla karşı duruyoruz. “Okul için değil, hayat için öğrenmeliyiz” (non scholae sed vitae discimus) diyen Seneca gibi, özgür ve özerk üniversiteleri fen bilimleri, sosyal ve beşeri bilimler ile sanatın işbirliğiyle, yarına bırakmaya değer bir hayatın bilgisini üreten yaşam alanları olarak görüyoruz.
Türkiye’nin ve dünyanın farklı yerlerinde havasını, suyunu, toprağını, tüm canlı yaşamını savunanlardan öğrendiklerimizden biri de şu:
Ekosistemler, farklı bileşenleri arasında eşgüdüm ve işbirliği bulunan, her birinin işlevi farklı olan ve ancak birlikte yaşamı oluşturan bütünlerdir. Oysa üniversite mekanının, “inovasyon ve girişimcilik ekosistemi” olarak tanımlanması ve bu anlayışla yeniden şekillendirilmesi, farklı bileşenlerin bir arada yaşamını oluşturmak değil; bilimsel bilgi üretim süreçlerinin gitgide daha fazla piyasalaşması ve şirketleşmesi anlamına geliyor. Ekosistem ve ekoloji gibi kavramların özel sektör ve piyasa odaklı girişimcilik gibi pratikleri cilalamak için kullanılması bize, yaşama dair kavramların nasıl gasp edilebileceğini gösteriyor. Bu doğrultuda, üniversiteleri araştırma ve bilgi üretiminin şirketlerle iç içeliğini teşvik eden yerler olarak değil; insan ve insan olmayan tüm aktörlerin arasındaki ilişkilerin adalet ve eşitlik temeline dayanarak kurulduğu politik ekolojik mekanlar olarak görüyoruz. Bu anlayışla biz, yönetimsel özerkliğin tesis edilmesinin ve kararların aşağıdan yukarıya alınmasının, üniversiteleri sosyal ve ekolojik yaşam alanları olarak inşa etmenin gereklerinden biri olduğunu savunuyoruz.
Üniversitelerin yönetimsel özerkliği, kamusal bilgi üretimini mümkün kılarak, insan ve çevre sağlığının korunmasında, toplumsal ve ekolojik adaletin sağlanmasında vazgeçilmez bir rol oynar. Özerk, eşitlikçi ve kendi kendini yöneten üniversiteler, farklı fikirlerin özgürce tartışıldığı bilim kültürünün koşuludur. Çalışanın, emek verenin ve hak edenin değil, irtibatta olanın, sessiz kalanın ve boyun eğenin yetkinlik, yeterlilik ve işe uygunluğundan bağımsız şekilde “kariyer” basamaklarını tırmandığı bir ülkede, özgür ve özerk bilim kültürüne sahip çıkarak bugünü ve geleceği demokratik bir biçimde şekillendirecek kurumlara ihtiyaç olduğu aşikardır. Üniversitelerin, günümüzün en yakıcı sorunlarına çözüm üretecek, müesses nizamı sarsacak sorular soracak bir yer olması gerektiğine inanıyoruz. Bu anlamıyla üniversitelerin toplumsal işlevi ikame edilemez ve evrensel değerinden koparılarak piyasacı bir zihniyete teslim edilemez. Tıpkı ekosistem bileşenleri gibi bilimsel üretiminin mekanları metalaştırılamaz. Tüm bu sebeplerle, bugün Boğaziçi Üniversitesi’nde tanık olduğumuz ama uzun süredir yaşam alanlarımızda maruz kaldığımız dayatmacı uygulamaların karşısında durmayı zaruri bir toplumsal görev olarak addediyoruz."
İmzacılar:
Adnan Mirhanoğlu, Akgün İlhan, Alevgül Şorman, Alper Akyüz, Ayfer Bartu Candan, Ayşen Eren, Barış Gençer Baykan, Bengi Akbulut, Çağdaş Dedeoğlu, Duygu Avcı, Duygu Kaşdoğan, Ekin Kurtiç, Emel Türker, Ethemcan Turhan, Esra Başak, Fikret Adaman, Gökçe Yeniev, Gül Özerol, Irmak Ertör, Kerem Mert İspir, Mine Islar, Nafiz Güder, Özlem Öz, Pınar Gerçek, Sezai Ozan Zeybek, Sevgi Mutlu, Sinan Erensü, Tarık Nejat Dinç, Umut Önder, Zeynep Kadirbeyoglu