T24 - Sarp Apak, konservatuvarı bitirip doğru İstanbul'a gelmiş. "Hep TV'de olmak, iyi bir komedyen olmak istedim" diyor. Şimdi hayali ileride bir gün kendi tiyatrosunu açmak.
İpek İzci'nin Radikal gazetesin de yer alan söyleşisi şöyle: Açık söyleyeyim, ağırlıklı olarak tiyatro konuşacağımızı hiç tahmin etmemiştim Sarp Apak’la buluşmaya giderken. Yalan Dünya’yı konuşmaktı niyetim. Sarp Apak ki kendisini ‘Avrupa Yakası’nda Anadolu rockçısı Tanrıverdi olarak tanıdık. Arkasından ‘Kavak Yelleri’ geldi.
Bu sezon ise Cihangir’deki oyuncuları anlatan ‘Yalan Dünya’da, şöhretin ilk şokunu üzerinden yeni atmış Emir olarak karşımızda! Sadece dizi çekmedi elbette Apak. ‘Beyaz Melek’, ‘Güneşi Gördüm’ ve ’O… Çocukları’ filmlerinde de gösterdi kendini. Ve fakat bir okullu olarak tiyatro, hayatında çok geri planda kalmış! Neyse ki ileride kendi tiyatrosunu açarak bu durumu telafi edeceğinin sinyalini veriyor. En büyük şikâyeti ise oyunculuğun meslek olarak fazla hafife alınması...
Nasıl bir oyunculuk serüveni?
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ni 2004’te bitirdim. İki seçenek sunuluyor mezunlara: Ya bölgelerde idealist bir şekilde Devlet Tiyatroları’nda tiyatro yapıyorsunuz ya da İstanbul’a gelip büyük kumarın içine dahil oluyorsunuz. Benim gözüm hep İstanbul’daydı. Hep televizyonda olmak istedim. İyi bir komedyen olmak istiyordum. Bu, sektördeki sekizinci senem. Heyecan verici bir sekiz seneydi. Kötü anılarımın hepsini tolere ederim. Bana kötü günler yaşatan kötü insanları da affettim gitti...
Devlet Tiyatroları’na olan bakışınızda bir değişim oldu mu?
Evet, oldu. Devlet Tiyatroları’nda çalışan dönem arkadaşlarım da var, ağabeylerim, ablalarım da var… Yıllarca bu savaşı izledim, kim haklı, kim haksız. En sonunda şunu fark ettim ki haklı olan bir kişi var o da sensin! Sen neyden zevk alırsan olay odur… “Devlet Tiyatrosu doğru” diyorlar diye Devlet Tiyatrosu’na gidip mutsuz olmanın âlemi yok. Ben o yüzden o öğreti zorunludur ya da geçerlidir diye kendimi kasmadım hiç. “Ben İstanbul istiyorum” dedim, benim için en doğrusu buydu. Ama yanlış anlaşılmasın, Devlet Tiyatrosu’nda çalışan arkadaşlarıma çok saygı duyuyorum, Erzurum’da, Van’da çalışan arkadaşlarım var.
Ama bir dizi oyuncusu kadar yorulmuyorlar sana söyleyeyim. Kimse bunu okuyunca isyan etmeyecek çünkü öyle. Dizi oyuncuları genelde beş-altı gün yoğun çalışır, Devlet Tiyatrosu prova dışında sadece oyun günlerinde çalışır. Yorulmak değil zaten önemli olan, nerede mutlu olduğun! Ben orada mutlu olacağımı düşünsem giderdim, hiç düşünmezdim.
İstanbul’a geldiğinizde hiç mi mutsuz olmadınız?
İlk başta oldum. Kimse İstanbul’da tozpembe bir hayat yaşamıyor. İstediğin gibi gitmiyor herşey, planlar altüst oluyor.
Peki tiyatro yapmak istemiyor muydunuz?
Yoo, çok istiyordum ama bu şehre gelip de kenarda, köşede kalmayı kabul etmeyecek kadar güçlü egolarım varmış benim. Bu şöyle bir iş: Sokakta otobüs durağında beklerken orada bekleyen teyze bile sizi kırabiliyor.
Nasıl yani, ne diyor o teyze?
“Ne iş yapıyorsun oğlum?” diye soruyor. “Oyuncuyum” diyorsun. “Ha o da lazım” diyor. Bu ülkede bütün oyuncuların çok mutlu olduğu zannedilmesin. Hepimiz acılar yaşıyoruz. Siz hayatınızı adıyorsunuz bu mesleğe ama biri çıkıp “Ben oyuncu olmaya karar verdim” de diyebiliyor. Bu tıpkı “Şu an 30 yaşındayım ve mimar olmaya karar verdim” demem gibi bir şey...
Tiyatroyu bu kadar geri plana atmanız neden?
Tiyatro geri planda kaldı çünkü bunların hepsi bir arada yapılacak işler değil. Tiyatroya gerçekten sağlıklı zaman ayıramayacaksam, benim yüzümden provalar erteleniyorsa, benim programım uymadığı için oyunlar yer değiştiriyorsa ben öyle tiyatro yapmak istemiyorum. Paramparça, bölük pörçük olmak istemedim yani.
İleride yapmak ister misiniz peki?
Elbette, zaten benim hedefim kendi tiyatromu açmak. En büyük hayalim 150-200 kişilik bir salonum olsun, sevdiğim arkadaşlarımla tiyatro yapayım. Arada hoşuma giden bir proje olursa, dizi, sinema filmi yaparım. O kumpanya ruhunu, o bizim hayranlık duyduğumuz oyuncuların bir arada hem üretip hem de eğlendiği bir yerim olsun çok istiyorum.
Planlı mı yaşarsınız yoksa akışına mı gider?
Planlarımı pek uygulayamıyorum. Bir şey çıkıyor ve her şey değişiyor.
Örneğin?
Kavak Yelleri’nde oynarken bir yıl İzmir’de yaşamam gerekti tekrar. O yüzden bizim sektörde büyük kararlar, büyük konuşmalar doğru değil. İki–üç tane önemli şey var ama çok istediğim: Oynadığım bir filmle Cannes’a gitmek, Cannes’da ödül almak ve kendi tiyatromu kurmak. Dizini yap, tekkeni döndür dışında bir şeyler yapmak, heyecan verici bir oyuncu olmak istiyorum.
Hep komedi oynuyorsunuz
Çocukluğumdan beri en çok heves ettiğim şey insanları güldürmekti, buradan besleniyorum ben. O yüzden hep oraya yakındım.
Misal bir seri katil rolü geldi?
Birinde “Seri katili oynamak istiyorum” dedim, dalga geçtiler.
Sizden beklenmediği için mi?
Aynen. İnsanları fanusluyorlar. Benim fanusum kondu artık ve o fanusu kırmam örneğin Nuri Bilge Ceylan veya Zeki Demirkubuz gibi birinin bana inanarak bir rol vermesiyle ve o filmin başarılı olmasıyla olabilir. Tabii ki dizide de drama oynarım ama Türk televizyonlarında şu anda komedi yapmayı tercih ederim. Ama sanırım lokomotifim hep komedi olacak.
Biraz Yalan Dünya’yı konuşalım... Sonuç eğlenceli, peki kamera arkası?
Güzel Sanatlar’ı kazandığımda programa bir baktım, dans, şan... “Bu okul mu ya?” dedim. İkinci sene o dans dersi bildiğin geometri oldu! Yani size ait olduğunda ve işe dönüştüğünde hiçbir şey o kadar eğlenceli olmuyor. Ama bizim Yalan Dünya’da şansımız komedyen bir tayfa olmamız.
Tabii ki çekimlerde çok eğlendiğimiz oluyor, ama gece dörtte önünüzde beş sayfa daha iş varken her saniye de “Haha hihi” değiliz. Üstelik komedi yaptığımız için suratımızı asma, neşesiz veya mutsuz olma lüksümüz de yok sette. Oyunculuğun psikolojiyle uğraşılan tarafını atlıyor insanlar. Oynuyoruz, bir ton para kazanıyoruz, binlerce kız bizi kapıda bekliyor gibi düşünülüyor… Öyle bir şey yok! Daha eğlenceli bir set olamazdı.
Ama tabii ki çok yoruluyoruz. Bu düzen devam ettiği sürece de bu konu kapanmaz. Genelde bizde ders ancak öyle alınır. Bir kuyu vardır uyarırlar, oraya birisi düşer ölür, o zaman kapatırlar. Onun gibi bir şey bekleniyor sanırım. Ölümler de oldu çalışma saatleri yüzünden. Böyle bir eğlence sektöründe böyle bir çalışma asla sistemi olmamalı.
Son olarak ajansa yazılıp, oyuncu olanlara ne diyorsunuz?
Oyunculuğu değersizleştiren bir bakış açısı var. “Oğlum bir baltaya sap olamadı, ajansa yazdıralım, oyuncu olsun”. Aslında kimse oyuncu olmak istemiyor, herkes ünlü olmak istiyor. Mankenlerle takılsın, çok para kazansın istiyor. Ünlülere olan bu merak, düşkünlük... Popüler kültür tehlikeli. Toplum böyle delirdi. Bu popüler kültür delirtti insanları.
Oyuncular Sendikası’na üye misiniz?
Evet. Sendika istediğimiz noktaya gelirse, bu ülkede bu mesleği yapmak isteyen insanlar için vazgeçilmez olur. Amerika’da sendika üyesi olmayan biri, dizi, sinema veya reklamlarda oynayamıyor. Üstelik sendika sizin belli bir yeterlilikte olduğunuzun da kanıtı oluyor. Bu çok sağlıklı bir sistem.