Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, etkinliğini arttırmak için özel çaba sarf ettiği Diyanet İşleri Başkanlığı, son 10 yılda hem protokoldeki yeri hem de bütçe ve kadrosuyla, Türkiye'nin en etkili kurumlarından biri hâline geldi.
Geçmişten bu yana yapısı, faaliyet alanları tartışma konusu olan Diyanet, bu dönemde özel bir statüye kavuştu. Diyanet İşleri Başkanı, Cumhurbaşkanı Erdoğan'la doğrudan çalışan, kritik önemdeki kamu görevlilerinden biri hâline geldi.
Mehmet Görmez, bu kritik görevi tam yedi yıl yürüttü. Fethullah Gülen cemaatinin etkin olduğu, ardından iktidarla savaşa girdiği, 15 Temmuz darbe girişimini gerçekleştirdiği dönemde başkanlık koltuğunda Görmez vardı. Tahsis edilen lüks makam aracı, kadrolaşma iddiaları, bazı cemaatlerin eleştiri ve yayınları nedeniyle yıpranan Görmez, emekliye ayrılarak bu görevi bıraktığında, kulislerde, Erdoğan'ın bu koltuk için kimi seçeceği uzun süre tartışıldı.
2019 yılı bütçesi 10,4 milyar lira ile bakanlıkların birçoğundan fazla olan, 120 bin personelin bağlı olduğu Diyanet gibi bir kurumu yönetmek, Türkiye'nin yatırımlar, personel alımları ve harcamalar konusunda icra yetkisine sahip nadir kurumlarından birini de yönetmek anlamına geliyordu. Bu arada, kurumun 2020 bütçesinin 11 milyar 519 milyon liraya, personel sayısının 130 bine yükseldiğini anımsatalım. Bunun yanında, Türkiye Diyanet Vakfı gibi, milyonlarca lira bağış toplayan bir kurumun da Diyanet tarafından yönetildiğini unutmamak gerekiyor.
Erdoğan, Diyanet İşleri Başkanı olarak 17 Eylül 2017'de Prof. Dr. Ali Erbaş'ı seçtiğinde, camiayı yakından tanıyanlar, Diyanet'in artık daha çok tartışmaların odağında olacağını da konuşuyordu. Erbaş, "ılımlı" olarak nitelenen Görmez'e göre tartışmalı alanlarda çok daha agresif ve çatışmacı bulunuyordu. Yaşananlar, bu yorumları yapanları haklı çıkarttı.
Erbaş önce, 2016'da, Diyanet İşleri Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğü görevini yürütürken yaptığı açıklamalarla gündeme geldi. Açıklamaları, cumhuriyet tarihinin en tartışmalı konularından biri olan, tek parti döneminden bugüne taşınan, muhafazakârların sürekli gündeme getirdiği, "Kuran'ın yasaklandığı, ezan okunmasının engellendiği" gibi iddiaları destekler nitelikteydi.
Erbaş, tek parti dönemine ilişkin şu iddiada bulunuyordu:
"Benim babam da 1921 doğumluydu. Merhum. Onun hatıralarını hep dinleyerek büyüdük. Okula gittiğimizde, Kur'an kursuna gittiğimizde, Kur'an öğrenmek için gittiğimizde Karadeniz'in bir dağ köyü. Aman yarabbi bu ne korkudur ki Karadeniz'in bir dağ köyünden birisi bile dışarıda nöbetçi tutuyorlar acaba bir Jandarma gelir de bizim hocamızı alıp götürür mü, diye dışarıda bekliyor. Akşam evlerine Kur'an-ı Kerim'i götürmüyorlar. Tarlanın duvarlarında herkesin bir taşı var, o taşı çekiyor, Kur'an'ı taşın içine koyuyorlar, taşı oraya yerine koyuyor ki eve götürmesin Kur-an'ı. Bu ne korkudur, nerede yaşadık bunu biz. Bu nasıl bir şeydir?"
Erbaş, göreve geldikten sonra, yıllardır bürokrat olarak görev yaptığı Diyanet İşleri Başkanlığı'nı yeniden dizayn etmeye başladı. Aynı dönemde Diyanet, Fethullah Gülen cemaati ile ilgili kritik bir rapor üzerinde çalışıyordu. Bu çalışmalar Erbaş'ın gözetiminde devam etti. Ancak aynı dönemde, Erbaş'ın da cemaatle sıkı bağlantıları olduğu iddiaları konuşulmaya başlandı. Ancak bu bağlantılardan önce Erbaş'ın İslami kesimin önemli isimleriyle, eğitimi sırasında kesişen yollarını anımsamakta fayda var. Zira Erbaş, ilk gençliğinden bu yana İslami camia içerisinde büyümüş, dünya görüşünü ve ideolojisini bu camia içerisinde şekillendirmiş bir isim.
Kişisel sitesindeki özgeçmişine göre, 1961 Ordu Kabadüz Yeşilyurt Köyü doğumlu olan Erbaş, ismi Diyanet'in araç tahsis etmesi iddialarıyla gündeme gelen Seher Erbaş ile evli ve dört çocuk babası.
İlkokulu köyünde okuduktan sonra 1980 yılında Sakarya İmam Hatip Lisesi'nden, 1984 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun oldu. Aynı fakültede 1987 yılında "Kur'an'daki Tekrarlar" isimli Tefsir Usulü teziyle yüksek lisansını, "İlahi Dinlerde Melek İnancı" isimli Dinler Tarihi teziyle de 1993 yılında doktorasını tamamladı. Aynı yıl Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Anabilim Dalı'na yardımcı doçent olarak atandı. 1998'de doçent, 2004'te profesör oldu. 2006-2011 yıllarında aynı fakültede dekanlık görevini ifa etti.
Musikiye büyük ilgisi olduğu anlatılan Erbaş, 1993-2013 yılları arasında Dinler Tarihi, Kur'an-ı Kerim, Dini Musiki dersleri vererek aynı fakültede 20 yıl hocalık yaptı. 10 yıl boyunca Sakarya Üniversitesi Mühendislik Fakültesi'nde Uygarlık Tarihi, Fen Edebiyat Fakültesi'nde ise felsefe dersleri verdi. 2008 yılında Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Önlisans İlahiyat Fakültesi Genel Koordinatörlüğü görevini üstlendi.
Diyanet'te 2011'de görev yapmaya başladı. 2011-2017 yıllarında Diyanet İşleri Başkanlığı'nda Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğü görevini yürütürken 8 Haziran 2017'de Yalova Üniversitesi Rektörü oldu. Ancak bu göreve tam başlayamadan 18 Eylül 2017 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Diyanet İşleri Başkanlığı görevine atandı. Arapça ve Fransızca biliyor.
Erbaş'ın ideolojik dünyasını anlayabilmek için ilk gençlik yıllarındaki bağlantı ve tercihlerine bakmak gerekiyor. Erbaş, lise yıllarında kökeni İttihat ve Terakki'ye dayanan, ilk yıllarında pantürkist ideolojiyi benimseyen, 1960'lardan sonra daha muhafazakâr bir hatta yer alan Milli Türk Talebe Birliği'nin (MTTB) etkinliklerine katılmaya başladı.
"Sağın insan kaynağı" olarak nitelenen, 1960'lardan sonra ideolojisi Necip Fazıl Kısakürek ve dergisi Büyük Doğu üzerinden şekillenen MTTB'den yolu geçen isimler arasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, eski Meclis başkanları İsmail Kahraman ve Bülent Arınç, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş da bulunuyor.
Erbaş, İstanbul'da yüksek öğrenime başladıktan sonra Sabahattin Zaim Üniversitesi'nin de kurucusu olan vakfın muhazafakâr camiada büyük önem atfedilen Vefa İlim Yayma Yurdu'nda kaldı, vakfın etkinliklerine katıldı.
AKP hükümetinin de büyük önem verdiği İlim Yayma Vakfı'nın yurdunda özel dersler alan Erbaş, Fatih İsmailağa Camii'nde İrfan Sönmez, Haseki Eğitim Merkezi'nde Mehmet Savaş gibi isimlerden de özel ders alarak birçok çevreyle tanıştı.
Sakarya Üniversitesi'nde hocalık yaptığı yıllar boyunca İstanbul'daki İslami çevrelerle bağını sürdürdü, etkinliklere katılıp dersler verdi. 1990'lı yıllarda başörtüsü yasağına karşı etkinliklere katıldı.
1997-2002 yılları arasında Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekan Yardımcılığı görevini yürüten Erbaş, 2006-2011 yılları arasında da iki dönem aynı fakültenin dekanlığını yaptı.
Erbaş'ın görev yaptığı yıllarda, 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminin kilit isimlerinden olan firari Adil Öksüz de Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde akademisyendi. Erbaş, aynı dönemde, Kültürlerarası Diyalog Platformu'nda (KADİP) yönetim kurulu üyeliği de yaptı. Gülen cemaatinin kurduğu KADİP, "dinlerarası diyalog" başlığı altında faaliyet gösteriyordu. Bu dönemde KADİP'in başkanı, 1993-1995 yılları arasında Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde dekanlık yapan ve adı Adil Öksüz ile anılan firari Suat Yıldırım'dı.
Erbaş, Adil Öksüz'ün 2003'teki doktora tez jürisinde yer aldı. Öksüz'ün "Ceza Hükümleri Açısından Tevrat ve Kuran" başlıklı doktora tezine onay veren isimlerden biriydi. ODA TV'nin Erbaş göreve geldiğinde yaptığı habere göre, aynı tez jürisinde, firari Suat Yıldırım da vardı.
Dinler tarihi konusunda kitapları bulunan Erbaş, Gülen cemaatinin Abant Toplantıları'nda da sıkça görülen isimlerden biri oldu. 2013'te Vatikan'da, halen firarda olan Suat Yıldırım'la çektirdiği fotoğraf da Erbaş'ın Gülen cemaati ile bağlantılarına dair iddialar kapsamında çok konuşuldu. Erbaş ve Yıldırım onaylı Adil Öksüz'e ait tezi YÖK'ün sisteminde bulmak artık mümkün değil.
Ancak Erbaş'ın kitaplarını özgeçmişinde ve piyasada bulmak mümkün. Erbaş'ın çeviri bazı kitaplarının yayınevi Gülen cemaati ile bağlantılı olan ve sonradan kapanan İnsan Yayınları… Ali Erbaş'ın, yine 2016'da kapatılan Ufuk Yayınevi'nden çıkan kitabı da bulunuyor.
Erbaş'ın mazisine dair bu noktalar, hükümet cephesinde, Gülen cemaati bağlantısı olarak görülmüyor. Erbaş'ın da bir dönem İslami kesimdeki hemen herkes gibi Gülen cemaati ile yollarının kesiştiği ancak safının belli olduğu, Gülen cemaatinin karşısında yer aldığı, ideolojik olarak da Gülen cemaati ile yollarının kesişemeyeceği yorumları yapılıyor.
Bütün yaşamı boyunca dinleri, dinler tarihini, inançları araştıran Erbaş, bir cemevini ilk kez 2018'de ziyaret etti. Tunceli'de cemevine giden Erbaş, ilk kez bir cemevine geldiğini beirterek, "Aynı düşünceye, aynı inanca sahibiz. Kıblemiz, kitabımız, peygamberimiz bir" dedi.
Erbaş, göreve geldiğinden bu yana açıklamalarıyla sürekli gündemde yer aldı. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın hazırlattığı kamu spotunda kadının erkeğe çay ve kek getirmesi görüntülerinin çok eleştirilmesi üzerine, "Bir kamu spotu hazırladık. Bunu da hazmedemediler. Bununla ilgili Meclis'e önerge bile verdiler. Kadın da erkek de görevini yapacak. Bizim bu anlayışımızın dışında olan kesimler sürekli bir şeyler pompalamaya çalışıyor" dedi.
Ali Erbaş, 9 Kasım 2018'de, Kadir Mısıroğlu'nu hastanede ziyaret etti. Atatürk karşıtı açıklamaları büyük tepki çeken Mısıroğlu, Erbaş'a, "Şeyhülislam" olarak hitap ederken, ziyaretin "Tarihi bir hadise" olduğunu söyledi. Çok tepki çeken ziyaretin 9 Kasım'da gerçekleştirilmesi, 10 Kasım'da Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Atatürk için bir açıklama yapmaması ve hutbe yayımlamaması da eleştirilerin büyümesine yol açtı. Diyanet'ten, 9 Kasım'daki ziyaretin, insani duygularla yapılan bir hasta ziyareti olduğu açıklaması yapılırken, diğer eleştiriler yanıtlanmadı. Erbaş da "Farklı beklentilerle kişileri itibarsızlaştırmak kul hakkını ihlal etmektir" dedi. AKP Sözcüsü Ömer Çelik de konuyla ilgili olarak, "Hasta ziyaretinin siyaseti olmaz" açıklamasını yaptı.
Ancak Cumhur İttifakı'nın ortağı MHP'nin lideri Devlet Bahçeli'nin bu ziyarete tepkisi sert oldu. Bahçeli, "Fesli provokatörü, meczubu ziyaret için bula bula 9 Kasım'ı mı buldun? Yılın diğer tarihleri torbaya mı girdi? 10 Kasım'dan bir gün önce mi hasta ziyaretini hatırına getirdin? Mustafa Kemal'e inançlarımıza uymayan şekilde saldıran şahsı 10 Kasım'ın arifesinde ziyaret etmek nasıl bir aklın mahsulüdür? '10 Kasım saat 9'u 5 geçe kenefe gidin' diyen, Yunan galibiyetine özlem çeken çukur şahsiyete geçmiş olsun demek, bunu da milletimize kafa tutar gibi ulu orta yapmak, fesli münafığı manen onaylamak, arka çıkmak değil midir? Ne istiyorsunuz cumhuriyetten? Diyanet İşleri Başkanlığı'nın görevi kurucu değerlere ihanet eden vatansızları anma ve alkışlama değildir" dedi. Tartışma, ittifak içerisinde büyütülmedi ve sular duruldu. Bahçeli, Mısıroğlu'nu Cumhurbaşkanı Erdoğan ziyaret ettiğinde, ölümünden sonra mesaj yayımladığında sessiz kalmayı tercih etti.
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Erbaş'ın açıklamaları, bugün ilgisiz gibi dursa da, İstanbul Sözleşmesi'nin kaldırılması kampanyasına kadar uzanan adımlara zemin hazırladı.
Erbaş, boğazı kesilerek öldürülen Emine Bulut cinayetinden sonra, "Dinimizde kadının canı, onuru ve hakları dokunulmazdır ve emanettir" açıklamasını yaptı. "Emanet" söylemi tepki çeken Erbaş, geri adım atmadı.
Asıl büyük tartışma ise LGBTİ+ konusunda çıktı. İlk tartışma 5 Temmuz 2019'da Diyanet İşleri Başkanlığı'nın tüm camilerde okunan ve web sitesinde de yayınlanan Cuma Hutbesi'nde nikâhsız birlikteliklerin haram, eşcinselliğin de sapkınlık olarak nitelendirilmesi üzerine yaşandı. Tartışma yaratan hutbe ile ilgili geri adım atılmadı.
26 Temmuz 2019'da Diyanet İşleri Başkanlığı, "Beden mahremiyeti ve tesettür" başlıklı cuma hutbesinde, "Özellikle erkekler için beden sağlığını da tehdit eden dar giysiler, mahremiyetin korunmasını sağlamadığı için tesettür bilincine uymaz" ifadelerine yer verdi. Erkeklerin de cinsiyetsizleştirildiği tartışmalarının fitili ateşlendi. Diyanet'in sitesindeki birçok tartışmalı fetva ve yanıt büyük eleştirilere rağmen muhafaza edildi ve kaldırılmadı.
Ali Erbaş, konuyu gündeminde tutmaya devam etti. 2020'nin Ramazan ayının ilk hutbesinde, Erbaş, "Ey insanlar. İslam, zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lutiliği, eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti? Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir bunun hikmeti. Yılda yüz binlerce insan gayrimeşru ve nikâhsız hayatın İslami literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu HIV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim" ifadelerini kullandı.
İnsan hakları savunucuları, LGBTİ dernekleri, hukukçular bu sözlere tepki gösterdi. Ankara Barosu'nun yaptığı açıklamaya, farklı barolar ve hukukçular da destek verdi. Ancak bu kez iktidar, kararlı biçimde Erbaş'ı sahiplendi. Önce ardı ardına destek açıklamaları yapıldı, ardından baroların neden bu tartışmalara katıldığı gündeme geldi. Hemen ardından büyük kentlerde birden fazla baro kurulabilmesine, Türkiye Barolar Birliği'nin yapısının değiştirilebilmesine olanak sağlayan çoklu baro düzenlemesi hükümetin gündemine alındı. Çoklu baro düzenlemesinin zemini de Diyanet tarafından döşendi. İstanbul Sözleşmesi'nin kaldırılması gerektiği tartışmaları da yine bu açıklamadan sonra alevlendi.
Diyanet, artık hükümetin attığı kritik adımlarla ilgili tartışmaları başlatan, bu konudaki ideolojik hattı oluşturan bir kurum görüntüsü de veriyordu. Erdoğan'ın etkinliğini, etkisini ve saygınlığını artırmak için özel uğraş verdiği Diyanet'in geldiği noktayı gösteren en önemli ve tarihi olay, Ayasofya'nın müze statüsünden çıkarılarak ibadete açıldığı gün yaşandı. Hutbe için kürsüye çıkan Ali Erbaş, "gelenek" diyerek açıklasa da elinde tuttuğu kılıçla, dünyaya net bir meydan okuma mesajı verdi. Erbaş'ın, "Bizim inancımızda vakıf malı dokunulmazdır, dokunanı yakar. Vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar" sözleri ise devletin memurunun devletin kurucu liderine lanet okuduğu şeklinde yorumlandı ve büyük tartışma yarattı. Erbaş, "geçmişi değil bundan sonrasını kast ettiği" gibi kısa bir açıklamayla konuyu geçiştirdi ancak Ayasofya'da verdiği hutbe ile verdiği mesajı da bu mesajla tarihe geçtiğini de çok iyi biliyordu.
Ancak tartışmalar büyüdü. Türk Silahlı Kuvvetleri, sadece milli bayramlarda fotoğraf paylaşma geleneğini bozdu ve hutbenin ardından Instagram sayfasından Anıtkabir'i korumakla görevli askerlerin yürüyüşünün fotoğrafını paylaştı.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, iki kez Erbaş'ın sözleriyle ilgili açıklama yaptı. Kalın, CNN Türk'e yaptığı açıklamada, "Ali Erbaş Hoca, vakfiyeden alıntı yaptı. Hutbede Atatürk'e dil uzatılması diye bir şey söz konusu değil. Çünkü Atatürk bu vakfiyeyi ortadan kaldırmış değil. Dönemin şartları içerisinde oranın müze olarak kullanılmasına karar verilmiş. Atatürk'e lanet okundu sonucunu çıkarmak, çok iyi niyetli bir değerlendirme olmaz. Biz de böyle bir şeyi kabullenemeyiz. Bırakın başka bir yerde Cuma hutbesinde lanet okunmasını doğru bir yaklaşım olarak kabul etmeyiz. Rejim tartışmasına dönüşüyor olması suni bir gündemdir" açıklamasını yaptı. Kalın, bir başka açıklamasında da Erbaş'ın hutbesinin yanlış yorumlandığını söyledi.
AKP Sözcüsü Ömer Çelik de Ayasofya'daki hutbeden sonra başlayan "Hilafet" tartışmaları üzerine, "Cumhuriyet gözbebeğimiz" açıklamasını yaptı ve "Kurtuluş Savaşı'mızın başkomutanı, devletimizin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve İstiklal Savaşı kahramanlarını rahmetle ve saygıyla yad ediyoruz. Tarihten bugüne kesintisiz bir halka olarak devam eden mücadele azmimizi daha da kuvvetli kılıyoruz" dedi.
En kritik adım ise yine Diyanet'ten geldi. Diyanet İşleri Başkanlığı, Erbaş'ın elinde kılıçla okuduğu hutbenin "lanetleme" ile ilgili kısmını, internet sitesinden kaldırdı.