Prof. Ahmet İnsel: 16 Nisan’da post-demokrasi oylanacak

Prof. Ahmet İnsel: 16 Nisan’da  post-demokrasi oylanacak

Cumhuriyet yazarı Prof. Ahmet İnsel, 16 Nisan'da yapılacak anayasa referandumuyla ilgili olarak "Post-demokrasi yaklaşımı, adı üzerinde (demokrasi sonrası), demokrasiyle ilişkinin bittiği, demokrasinin sonrasına geçildiği, Tayyip Erdoğan’ın tabiriyle tramvaydan inildiği durağın adıdır. Bu çerçevede 16 Nisan’da halkoyuna sunulan anayasa değişikliği önerisi dört dörtlük bir postdemokrasi projesidir" dedi.

Ahmet İnsel'in "16 Nisan’da post-demokrasi oylanacak" başlığıyla yayımlanan (4 Mart 2017) yazısı şöyle:

Bugün Türkiye’de Tayyip Erdoğan etrafında kümelenmiş, genellikle seküler gelenekten gelen, bazıları geçmişte sol hareketlerde veya liberal çevrelerde yer almış, gerçek demokrasi kılıfı altında bir “post-demokrasi” projesini dile getiren bir çevre var. Bu çevrenin en fazla kullandığı gerekçe, demokrasi için halkın liderle bütünleşmesinin gerekli ve yeterli olduğu, temsili demokrasinin aracı kurumlarına ihtiyaç olmadığıdır. Bazen “devrimci” bir doğrudan demokrasi savunusuna dönüşen bu iddianın dayanağı, siyasal ve toplumsal konularda yegâne doğruyu halkın bildiğidir. Bu yaklaşıma göre demokrasi, halkın iradesini bir şefe, bir mercie teslim etmesiyle gerçekleşir. Demokrasi bir süreç değil, bir andır. Seçimle başlar ve biter. 

Dünyada post-demokrasi söylemi 20. yüzyılın son yıllarında ortaya çıktı. Liderle halkın yek vücut olduğu iddiası üzerine kuruldu. Bu iddiaya göre, halk/millet iradesini, kendisiyle hemhal olduğuna inandığı kişiye seçim yoluyla teslim eder. Dolayısıyla bu yaklaşım, bütün güçleri halk/millet adına elinde tutan bir şeflik rejimini savunuyor. Bunu 2007’de Birikim dergisinde yayımlanan “Post-demokrasi, iyi yönetişim ve Caudillo” başlıklı yazıda ele almıştım.  Post-demokrasi ideolojisi, doğruyu bilen yegâne merci olarak ilan edilen halkın yetkilendirdiği kişinin, vekâleten doğrunun tekeline sahip olduğunu söyler. Gerçekte şeflik rejimlerinin hemen hepsinde, Şef veya Önder doğrunun tekeline sahip olma yetkisini vekâleten değil, asaleten kullanır. Doğrunun tekeli Şef’te olduğu için, bunu kurumsal olarak dengeleyecek, denetleyecek ve sınırlandıracak bütün güçler millet iradesine karşı çıkmış olurlar. Yegâne doğruyu halk ve onun seçimle yetkilendirdiği Başkan biliyorsa ve bu ikisi hemhal haldeyse, o zaman yargıçların da milletle bütünleşmiş Başkan’ın iradesine tabi olmaları gerekir. Keza medyanın da. Günümüz dünyasındaki bütün otoriter popülist liderler için yargı ve medya hep bir tehdit unsuru olarak hedef gösteriliyor. Bunun en yakın örneği ABD, Trump.  Post-demokrasi yaklaşımı halkın egemenliği fikrini bir aritmetik çoğunluğa indirger. Bağımsız bütün kurumları iktidar, dolayısıyla “millet” için bir tehdit olarak görür. Bunları denetimi ve yönetimi altına almak için hem siyasal baskı yöntemlerini hem de mali baskı araçlarını kullanır. Rusya’da Vladimir Putin’in, iktidarın dikeyi olarak tanımladığı güç yoğunlaşmasında ilk hedef medyadır. Millet/halkın iradesini temsil eden bir tek merci olmalıdır. O da seçilmiş Başkan’dır.  Post-demokrasi rejiminde siyasal partiler büyük ölçüde işlevlerini kaybeder. Zaten post-demokrasiye geçişi hızlandıran etmenlerden birisi, siyasal partilerin temsil krizidir.  Post-demokrasi savunucuları kişilerin bir kimlikle doğrudan aidiyet kurdukları temsil biçimlerini yüceltir. Seçmenlerin parti programına değil, bir kişinin şahsına, temsil ettiği kimliğe (dinsel, kültürel, sosyal, vs...) oy verdiğini, dolayısıyla Şef’in ya da Başkan’ın şahsında kendilerini gördüklerini iddia ederler. Bu nedenle, milleti temsil etmenin tekeline sahip olmasının ötesinde, Başkan’ın millete ikame olması postdemokrasi yaklaşımı açısından doğal ve meşrudur. Bunun düzenli aralıklarla yapılan seçimlerle teyit edilmesinin, rejimin bir demokrasi olma niteliğini koruması açısından yeterli olduğunu kabul ederler.  Bugün bu post-demokrasi başlığı altında sayabileceğimiz birçok şeflik rejimi var. Kimisi bütün kamu kurumlarını mutlak yönetimi altına alıp iktidarın kurumsal denetlenme yollarının hepsini kapatıp medyayı da ya susturup ya teslim alarak ülkeyi yönetiyor. Kimisi, Türkiye’de veya Rusya’da olduğu gibi, bunlara ilaveten devletin yasal şiddet tekelini suiistimal ederek, kendisi için tehdit olarak gördüğü herkesi temel hak ve özgürlüklerinden yoksun bırakıyor. Ya da keyfi biçimde her an yoksun bırakılma tehdidi altında yaşamaya mecbur kılıyor.  Post-demokrasi yaklaşımı, adı üzerinde (demokrasi sonrası), demokrasiyle ilişkinin bittiği, demokrasinin sonrasına geçildiği, Tayyip Erdoğan’ın tabiriyle tramvaydan inildiği durağın adıdır. Bu çerçevede 16 Nisan’da halkoyuna sunulan anayasa değişikliği önerisi dört dörtlük bir postdemokrasi projesidir.