Cumhuriyet yazarı Ahmet İnsel, yapılan uzun vadeli uluslararası karşılaştırmaların, parlamenter demokrasilerin, başkanlık sistemlerinden daha hızlı büyüdüğünü gösterdiğini belirterek "Bu tür karşılaştırmaları her ülkenin özelliğini dikkate alarak temkinli biçimde yorumlamak gerekir. Ancak OHAL’deki Türkiye’yi ve dayatılan gidişatı dikkate alınca, gelecek beşaltı yılda, değil 2023 hedeflerine biraz yaklaşmak, 2010’daki durumu arar hale geleceğimiz apaçık görülüyor" dedi.
Ahmet İnsel'in "2023 hedeflerinin başına gelenler" başlığıyla yayımlanan (29 Kasım 2016) yazısı şöyle:
Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanı seçildiği gece yaptığı konuşmada, 2023 hedefinin Türkiye ekonomisini iki bin milyar dolar seviyesine çıkararak, dünyada onuncu büyük ekonomi yapmak olduğunu ilan etmişti. Bu da takriben kişi başına ortalama gelirin 25.000 dolar olması demekti. 2014’te milli gelirimiz 799 milyar dolardı. Dolayısıyla hedef, dokuz yılda milli geliri üç katına çıkarmaktı. Bunun gerçekleşmesi imkânsız bir büyüme hızı gerektirdiğini belirtenlere, 2003-2009 arasında kişi başı milli gelirin üç bin dolardan dokuz bin dolara yükseldiği hatırlatılıyordu. Cumhurbaşkanı seçiminin üzerinden iki yıldan fazla zaman geçti. 15 Temmuz darbesi öncesinde, 2016 yılı milli gelirinin 721 milyar dolara düşeceği tahmin ediliyordu. 2015’te 722 milyar dolara gerilemişti. Türk lirası son üç ayda yüzde on değer kaybetti. 2016 büyüme hızı beklentisi de yüzde 2’ye doğru iniyor. Dolayısıyla 2016’da milli gelirin 721 milyar dolardan daha düşük gerçekleşmesi kuvvetli bir ihtimal. Buna bağlı olarak, 2014’te 10.390 dolar olup, 2015’te 9.286 dolara gerileyen kişi başına ortalama gelirin 2016’da 9.000 doların altına düşmesi mümkün. Kasım 2015 seçimlerinin ardından revize edilen Orta Vadeli Programda 2016 ortalama dolar kuru 2.99 olarak tahmin edilmişti. 2017 için hükümetin tahmini kurun 3.12 olması, 2018’de de 3.24’e çıkmasıydı. Büyüme konusunda değil ama döviz kuru konusunda hedefler öngörülenden çok daha hızlı biçimde gerçekleşiyor! Bunun anlamı, büyüme hızı yüzde 23 arasında salınan ekonominin önümüzdeki yıllarda 2023 hedefine yaklaşmak yerine, tam tersine hızla uzaklaşacağı. Türk lirasının hızla değer kaybetmesinin yarattığı ithalat kaynaklı fiyat artışlarının yapacağı enflasyon baskısı da işin cabası olacak. Türkiye ekonomisi 2000’lerde elbette üç kat büyümemişti. TL’nin aşırı değerlenmesinin yarattığı bir abartılı veri ortaya çıkmıştı. Ama AKP hükümeti bunu yıllarca böbürlenme vesilesi yaptı. Sabit fiyatlarla hesaplandığında 2002-2010 arasında toplam büyüme yüzde 40 oldu. Küçümsenmeyecek ama uzun dönem eğilimlerinden çok farklı olmayan bir büyüme yaşandı. 2010-2015 arasında toplam büyüme sabit fiyatlarla yüzde 24 oldu. Ama Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesini izleyen dönemde büyüme hızı giderek yavaşladı. Bundan birkaç yıl önce, olası bir tehlike olarak ele alınan, Türkiye ekonomisinin orta gelir tuzağına takılması ve uzun bir dönem kişi başına gelirin on bin dolar seviyesinde kalması riski, gerçek olmaya başladı. Doların önümüzdeki dönemde değerleneceği dikkate alınırsa, gelecek yıllarda kişi başı on bin dolar seviyesine dönmek bile hayal olabilir. BETAM’ın 7 Ekim’de yayımladığı, “Orta gelir tuzağı sorunu hassasiyetini koruyor” başlıklı araştırma notu, bu yerinde saymanın nedenlerini ortaya çıkarmaya çalışıyor. Araştırma, dolar kuru etkisini bir yana bırakıp büyümenin kaynaklarını inceliyor. Çıkan sonuç, emek verimliliğinin büyümeyi doğrudan belirleyen en önemli değişken olduğu. Son dönemde emek verimliliğinde artışın yavaşlamasıyla büyümenin yavaşlaması arasında yakın bir ilişki var. Emek verimliliğinin uzun vadeli belirleyeni emeğin kalifikasyonunun artması, yani eğitimin kalitesidir. Kısa vadede ise yapılan yatırımların niteliğidir. Sabit sermaye dış yatırımlarının durduğu, kısmi çıkışların yaşandığı bir ortamda ve yapısal olarak iç tasarruf oranı son derece düşük olan bir ekonomide, bütün bu göstergeler gelecek için karamsar bir tablo çiziyorlar. AKP çevreleri, bu tablo karşısında, bu sefer başkanlık sisteminin ekonomiyi büyümesini engelleyen ayakbağlarından kurtarıp, 25.000 dolar hedefini yakalamayı sağlayacağı vaadini dile getiriyor. Halbuki yapılan uzun vadeli uluslararası karşılaştırmalar, genel olarak demokratik rejimlerin otoriter rejimlerden daha hızlı büyüdüğünü gösterdiği gibi, parlamenter demokrasilerin de ortalama olarak başkanlık sistemlerinden iktisadi büyüme açısından daha başarılı olduğuna işaret ediyor. Bu tür karşılaştırmaları her ülkenin özelliğini dikkate alarak temkinli biçimde yorumlamak gerekir. Ancak OHAL’deki Türkiye’yi ve dayatılan gidişatı dikkate alınca, gelecek beşaltı yılda, değil 2023 hedeflerine biraz yaklaşmak, 2010’daki durumu arar hale geleceğimiz apaçık görülüyor.