Almanya Başbakanı Angela Merkel'in Türkiye ziyareti öncesinde bir mektup yazarak, ziyaretin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’na destek şeklinde algılanacağını söyleyen 100 akademisyene tepki gösteren Yeni Şafak yazarı Prof. Yasin Aktay, "Anlaşılan 'hep muhalif' aydınımız yavaştan iktidar emperyalizmin hizmetine girmiş bulunuyor. Zaten hep öyle değil miydi?" dedi.
Yeni Şafak yazarı Aktay, yazısında "Anlayacağınız bu aydın cinsinin demokratlıkları sentetik, düşünsel yönelimi militan özelliktedir, takviye vites olmadan arabayı yürütemezler. Bu takviye dün Ordu idi. Bugün ordudan umutlarını kesmiş dışardan beklenti içerisindeler. Farkları bu" ifadelerine yer verdi.
AKP Siirt Milletvekili Yasin Aktay'ın Yeni Şafak gazetesinin bugünkü (26 Ekim 2015) nüshasında yayımlanan yazısı şöyle:
Ahmet İhsan Tokgöz'ün Alpay Kabacalı tarafından yayına hazırlanan Matbuat Hatıralarım başlıklı metninde ilginç bir hadise nakledilir. Dönemin Sultan Abdülhamid muhalifi Servet-i Fünûncuları bu karşıtlıklarını fırsat buldukça şova dönüştürmektedir. Böyle bir dönemde İngiltere'nin Güney Afrika'daki Kap Kolonisi'nde sömürgeci güç İngiltere'ye karşı Boer'ler tarafından bağımsızlık mücadelesi yürütülmeye başlanmıştır. Bu dönemde Sultan Abdülhamid'in İngiltere ile ilişkileri oldukça düşük bir profilde olduğu için Servet-i Fünûncular bu olayı bir fırsata dönüştürürler ve emperyalist İngiltere'ye, mazlum Boer'lere karşı yürüttükleri katliamlarda başarı(!) dileklerinde bulunmak, yanlarında olduklarını iletmek üzere İngiltere'nin Payitaht'taki Büyükelçiliği'ne giderler. Sultan Abdülhamid'e karşı duyulan öfke söz konusu. Siyaseten muhalif olmak da öfkeli olmak da insanî duygulardır, anlaşılabilir. Ancak bu öfkeyi biraz olsun dindirmek ve siyasî bir takım kazançlar elde etmek için başvurulan yolların bu derece basit ve pespaye olması insanımızın eskiden beri tekraren gördüğü düşük mertebelerden. Bu hadise Türkiye'de militan aydının öz-oryantalizminigöstermesi açısından dikkate değerdir. İlerleyen dönemlerde de bu aydın cinsi iktidara etki edebilmek için bir takviye vitese daima ihtiyaç duymuştur. Bu takviye vitesi zamanın ruhuna göre değişkenlik gösterir. 1960'lı yıllarda Türkiye'deki sosyalist militan aydının devrin şartlarından sıyrılabilmek için gözünü diktiği tek mecraOrdudur. Parlamentarizmi savunduğu için Yön dergisi tayfası ve Milli demokratik Devrimciler tarafından afaroz edilen Mehmet Ali Aybar'ın da 27 Mayıs darbesini kutsadığı, bir içerik kazandırmak için mücadele ettiği unutulmamalıdır. 1960'ların sonuna gelindiğinde birbirinden oldukça farklı gözüken bu sosyalist gruplar arasındaki tek nüans; bir tarafın ilk elde Ordu'ya “gel gel" etmesine karşın diğerlerinin son alternatif olarak Ordu'ya “gel gel" etmeleridir. Bu mecradan gelen hınçlı aydın ya da bu mecra tarafından kutsanmadıkça entelektüel olamayacağını düşünen kompleksli aydının güce tapınmasının tarihi oldukça eskidir anlayacağınız. Güçlü olduğunu düşündüğü mecradan daima takviye talebinde bulunur. Bu takviye talebi ve toplumla irtibat kuramaması onu zamanla militanlaştırır. Türkiye'de bağımsız düşünmekle övünen ama daima bir yerlere göbekten bağlı olmuş bir aydın profili var. Bu profili düşündüğümde aklıma hep Fransa'nın bir dönem Cumhurbaşkanlığı'nı yapmış olan, V. Cumhuriyet'in kurucusu Charles de Gaulle'ün şu lafı gelir: “Elbette komünistler de Fransa'ya hizmet ettiler. Ancak hizmet ettikleri tek ülke Fransa değildi. Dahası ilk hizmet ettikleri ülke de Fransa olmadı." Fransız milliyetçisi ve esasen bir asker olan de Gaulle bu lafı elbette bir tarihsellik içerisinde söyledi, muhatapları çok farklıydı. Ancak bu cümleler bugünün Türkiye'sinde kendine ve içinde yaşadığı topluma yabancılaşmış militan aydını anlatma açısından işlevsel olabilir. Öyle ki de Gaulle'ün cümlesindeki komünistler kelimesini çıkarıp Türkiye'deki cins anlamıyla “militan aydınlar" tamlamasını koyduğunuzda birçok şeyi anın gerçekliği açısından anlaşılır kılabilirsiniz. Türkiye'de çeşitli üniversitelerde ders veren bazı öğretim üyeleri, emekli olmuş ama 1960'lı yıllardaki militanlığını hatırlamış bazı eski akademisyenlerle birlikte geçtiğimiz günlerde Almanya Başbakanı Merkel'e bir mektup yazdılar. Türkiye'ye ziyaret gerçekleştirecek Merkel'e “Türkiye'ye gelmeniz Türkiye'deki hükümete, Cumhurbaşkanına siyasal destek olarak algılanır" diye uyarıda bulunup ziyaretini iptal etmesini istediler. İlgili mektubu imzalayan isimlerin listesi incelendiğinde bu toplumla kurdukları irtibatın derecesi hakkında az çok bir fikir sahibi olunabiliyor tabii. Yeşillerin, bu aydın cinsinin Merkel'le irtibat kurması dolayısıyla verebileceği tepkiyi bir kenara bırakıyorum; Merkel'in Almanya ve Avrupa için ne anlama geldiğini bilmeyecek kadar safdillikle hareket ediyorlar. Komünist bir Yunanlı ile “Merkel'den destek istedik" diye konuştuklarında o komünist Yunanlı bizim militan aydın cinsimize nasıl bakar dersiniz? Kısacası tıpkı öncülleri gibi şuursuzca, şov yapabilmek için ilk göz kırpana tav oluyorlar. Tarihçi Halil Berktay'ın bu mektubu gönderenlere ilişkin “neo-mandacı" tanımı çok yerinde, evet, ama galiba “yetmez". İşin komik tarafı ise kendilerine yöneltilen eleştirileri milliyetçi refleks olarak yorumlamaları. Milliyetçi ve faşist retorikleri, içerisinde bulunduğu topluma yabancılaşmış bu aydın tipi için günümüzde her kapıyı açan bir maymuncuk adeta. Düşünce ve tutarlılık açısından dibe vurmuş, içine doğdukları kültürün ahlâkî değerlerini hiçe saymış aydının bu cinsinin vereceği ahlâk derslerine ve Türkiye'ye yönelik sahte ilgilerine karnımız tok. Bizdeki bu acınası aydın portresinin serencamı oldukça ilginç ve öğreticidir. Bugün Merkel'e mektupla işve edip, “ben buradayım ihtiyacın olduğunda benden elbette faydalanabilirsin, ama karşılığında benim savaş açtığım siyasallığa meşruiyet kazandırma, beni üzme ve beni gör" diyen militan aydın tipinin öncüleri dün de “zinde kuvvetler" safsatasıyla “Ordu-Gençlik elele" sloganları atıyordu. Tesadüf bu ya, Merkel hücresi bir tıp terimi. Avuçiçi ve ayak tabanı derisinde bulunan, hissetme dokularını oluşturan epitel hücreler olarak tanımlanıyor. Şimdilerde Merkel'e aşık militan aydınların toplandığı yer olarak anlamakta bir beis yok. Anlaşılan “hep muhalif" aydınımız yavaştan iktidar emperyalizmin hizmetine girmiş bulunuyor. Zaten hep öyle değil miydi? Anlayacağınız bu aydın cinsinin demokratlıkları sentetik, düşünsel yönelimi militan özelliktedir, takviye vites olmadan arabayı yürütemezler. Bu takviye dün Ordu idi. Bugün ordudan umutlarını kesmiş dışardan beklenti içerisindeler. Farkları bu.