Prof. Atilla Yayla: Altan kardeşler ve Nazlı Ilıcak'a verilen cezaya üzüldüm, çok ağır, vicdanen rahatsız edici!

Prof. Atilla Yayla: Altan kardeşler ve Nazlı Ilıcak'a verilen cezaya üzüldüm, çok ağır, vicdanen rahatsız edici!

Prof. Dr. Atilla Yayla* 

Ahmet Altan,  Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak ilk derece mahkemesi tarafından ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Olması gerektiği ve beklendiği gibi bu karar toplumda geniş yankılara yol açtı. Hem geleneksel hem de sosyal medyada çeşitli yorum ve değerlendirmeler yapıldı. Bana göre bu yorum ve değerlendirmelerin çoğu aceleci, tek taraflı ve önyargılıydı. Düşünceler kadar duyguları, nefretler yanında sempatileri de kapsamaktaydı.

Ben de bu konudaki düşüncelerimi ve değerlendirmelerimi -- yazıyı dağıtmamak için -- madde madde aktarmak istiyorum.

(1) İnsanların gazeteci veya akademisyen olması onları suç işlemek ve suçlanmaktan masun ve dolayısıyla yargılanmadan muaf kılmaz. Hiç kimse kanunların dışında ve üstünde değildir. Önemli olan, sanıkların müşahhas suç isnatlarından hareketle, somut delillere dayanarak ve âdil yargılama ilkelerine uyarak yargılanmasıdır.

(2) Devam etmekte olan yargılamalar “olağanüstü hâl yargılamaları” değil “olağanüstü hâl döneminde yapılmakta olan yargılamalar”dır. İkisini birbirine karıştırmamak lâzım. Olağanüstü hâl her ne kadar gözaltı süresi gibi konularda yargılama sürecine etkide bulunmaktaysa da, sanıklar olağan mahkemelerde, ülkenin standart yargı teorisi ve pratiğine göre yargılanmakta. Olağanüstün hâl ilan edilmiş olmasaydı da bu tür yargılamalar olacaktı, olmalıydı. Olağan üst hâl kaldırılsa da yargılamalar devam edecek.

(3) Devam eden yargılamalar 28 Şubat yargılamalarıyla karşılaştırılamaz, benzeştirilemez. 28 Şubat’t,a ortada yargılamaya konu edilecek suçlar yoktu. 28 Şubat sürecinde birçok insan uydurma suçlardan mahkemelere taşındı, delil yokluğunda veya sahte delillerle mahkûm edildi ve haksız yere hapse atıldı. Hâlâ 28 Şubat darbesinin hapishanelerde çile dolduran mağdurları var. Oysa şimdiki yargılamalarda somut suçlar söz konusu. Bu suçlar soru çalmak ve sıradan insanlara şantajyapmaktan siyasîlere kumpas kurmaya ve nihayet darbe teşebbüsüne kadar uzanıyor. Bu yüzden 28 Şubat yargılamalarını şimdiki yargılamalarla karşılaştırmak ya cehaletin ya da kötü niyetin yansıması.

(4) Bu cezaya üzüldüm. Tanınmış şahsiyetler olan, geçmişlerinde Türkiye demokrasisinin gelişmesine hizmetleri bulunan, vesayete karşı mücadelede risk alan, demokrasi cephesine mühimmat taşıyan bu isimlerin mahkûm edilmesi elbette sevinilecek bir durum değil. Engizisyon mantığıyla bu insanların üstünü çizmek, tüm hayatları boyunca ve her şeyde yanlış ve yanılmış olduklarını iddia etmek haksız ve yanlış.

(5) Takdir edilen cezanın çok ağır olduğunu düşünüyorum. “Ağırlaştırılmış müebbet hapis” cezası “yavaşlatılmış idam cezası”na eş. Sanıkların böyle bir cezayı hak etmiş olmak için ağır suçlar işlemiş olmaları lâzım. Dâvâ iddianamesini okumadım. Bütün bilgim gazetelere ve köşe yazarlarının sütunlarına yansıyanlardan ibaret. Ceza yargılamalarından anladığımı ve hukuk pratiği uzmanı olduğumu iddia edecek de değilim. Gelgelelim birçok kimse gibi ben de bu cezaların çok ağır olduğunu düşünüyorum. Böyle bir ceza, silâh kullanarak insan katletmiş veya insanların katledilmesi için emirler vermiş kimseler için istenen cezalar seviyesinde. Bu yüzden insanı vicdanen rahatsız eden bir tarafı var.

(6) Bu kimselerin cezalandırılma sebeplerinden biri “darbeden haberdar olmak”; diğeri “darbeye giden yolu hazırlamak” için çaba sarf etmek, faaliyet yürütmek. Şimdi bu iddialara biraz daha yakından bakalım.

Darbeden haberdar olma konusunda üş şık var:

(a) Sanıklar darbe olacağı yolunda, gazetecilik faaliyetleri çerçevesinde bir bilgi edinmiş ve popüler medya ile kamuya ulaşma imkânları olmasına rağmen toplumu ve yetkilileri bundan haberdar etmemiş olabilir. Bu durumda bir suç var mı, bilmiyorum. Eğer bu şık gerçekleştiyse, sanıkların darbenin gerçekleştirilmesinden memnuniyet duyacak olmaları, kendilerini kahraman ve devrilen iktidarı “hain” ve “demokrasi düşmanı” olarak sunacakları kuvvetle muhtemel. Ama bu bir spekülasyon -- ve olmamış bir şeyle alâkalı spekülasyonlara dayanarak suç tesis edilemez.  

(b) Sanıklara FETÖ ile olan temaslarında örgüt mensupları FETÖ'nün çok güçlü olduğunu söylemiş ve yakında Erdoğan yönetiminin darbe ile gönderileceği ima edilmiş olabilir. Bence en kuvvetli ihtimal bu. Sanıkların tutum ve davranışlarındaki, zaman zaman saldırganlığa varan ataklığın da bundan kaynaklanmış olabileceğini düşünüyorum. Ancak bu da bir spekülasyon ve böyle olsa bile bunun suç teşkil edeceği çok şüpheli.

(c) Sanıklara FETÖ tarafından darbe yapılacağı ve darbenin kesin zamanı bildirilmiş olabilir. Bu ihtimal bence zayıf. Hem bunu gösteren bir delil yok, hem de darbeciler darbeyle ilgili muhtemel haber sızmalarını önlemek için bunu yapmaktan kaçınır. Ne de olsa bu kimseler (Altanlar ve Ilıcak) birer kamusal figür -- ve konuşmayı ve ilgi çekmeyi seven tipler. FETÖ'nün muteber elemanları gibi ketum değiller. Bu kimselere verilen bir bilgi çok geçmeden herkese malum hale gelirdi. Bu yüzden FETÖ böyle bir riski göze almış olamaz.

Bu şıklar arasında en kuvvetlisi, dediğim gibi, ikincisi.

(7) Sanıkların “darbeye zemin hazırlamak” için faaliyet yürüttükleri iddiası çok geniş. Bir defa bu insanların ana faaliyeti yazmak, çizmek ve konuşmak. Oysa darbe somut bir aktif faaliyetler dizisine dayanıyor. Sanıkların bu aktif faaliyetlerin herhangi birinde, herhangi bir kapasitede rol aldığına dair bir iddia, bir suçlama yok. Bu tür bir iddia, eğer olacaksa, spesifikleştirilmeli ve delillerle desteklenmeli. Abartılı ve kibirli muhalefet de kimileri tarafından darbeye zemin hazırlama gibi okunabilir. Ama bu tehlikeli bir yol. Bir defa bu yola girilirse insanları suçlamak çok kolaylaşır.

(8) Sanıkların darbe teşebbüsü öncesi aylarda iyi -- yani ilkeli ve demokrat -- bir duruş sergilemedikleri kanaatindeyim. Hem dilde hem muhtevada normalin epeyce dışına çıktılar. İktidara muhalefeti meşru demokratik sınırların ötesine taşımaya çok istekliydiler. Özellikle Altan kardeşlerin sağda solda Erdoğan için “yakında indirilecek... Mursi'den beter edecekler... Cesedini yerlerde sürükleyip bir çöplüğe atacaklar” türünden lâflar ettiği, birden çok kişi ve kaynak tarafından tekrarlanıyor, doğrulanıyor. Bunun meşru muhalefet çizgisi olduğu elbette söylenemez.

(9) Buna rağmen bu aşırı ve yanlış sözlerin cevabının ceza yargılaması değil ahlâkî kınanma, ayıplanma, aynı fikirde olmayanlar tarafından ağır biçimde eleştirilme olması bana daha doğru geliyor.

(10) Kamuya yansıyan bilgilere göre dâvâ dosyasında bu insanların FETÖ'nün organik parçası olduğu, emir komuta zinciri içinde hareket ettiği, kendilerine verilen talimata göre faaliyet yürüttüğü yolunda bir iddia yok. “Örgüte üye olmadan örgüte yardım etmek” ise dar anlamda yorumlanması ve yine somut kanıta bağlanması gereken bir iddia. Bu kişilerin meşru muhalefet sınırları dışına çıkmaya teşne olduğunu kabul ediyorum. Bu tavrı kınıyorum da. Ancak, bunun müeyyidesinin de yargılanmak ve müebbet cezası verilmek olduğu kanaatinde değilim.

(11) Her şeye rağmen yargılama süreci bitmiş değil. Dava önce istinaf mahkemesine ve sonra belki de Yargıtaya gidecek. Dolayısıyla sonuca daha epeyce zaman ve yol var. Berberoğlu dâvâsındakine benzer bir şekilde cezanın aşağıya doğru inmesi ve hattâ beraate dönüşmesi olasılığının kuvvetli olduğuna kaniyim. Hattâ böyle olmasını diliyorum.

Yazıyı bitirirken bir kere daha işaret etmek isterim ki, Türkiye legalizme saplanmaktan uzak durmalı. Her hatayı, kusuru, kabahati suç gibi algılamamalı ve ceza hukuku mevzusu haline getirmemeli. Yargı sistemimiz iyi çalışmalı. Savcılar çok ciddî iddianameler hazırlamalı ve yargıçlar bu iddianameleri kılı kırk yararak değerlendirmeli. Hepsinde, ama özellikle de ağır cezalandırmalarda,  kamu vicdanını ikna edecek kanıtlar sunulmalı. Bu dâvânın bu kıstasları tam olarak karşılamada önemli ölçüde başarısız kaldığını düşünüyorum.

Umuyorum ki hiçbir suçlu cezasız kalmaz, yargılamalarda yapılan haksızlık ve yanlışlıklar ise fazla zaman geçmeden düzeltilir ve böylece adalet yerini bulur. 

* Bu makale ilk olarak Serbestiyet'te yayınlanmıştır