Prof. Ayata: Türkiye'de ahbap-çavuş kapitalizmi işliyor; kayırmacı gelir ve servet transferleri, sosyal yardımlara ayrılan kaynakları geçti!

Prof. Ayata: Türkiye'de ahbap-çavuş kapitalizmi işliyor; kayırmacı gelir ve servet transferleri, sosyal yardımlara ayrılan kaynakları geçti!

Prof. Dr. Sencer Ayata ile ‘yozlaşma’ ve ‘yolsuzluk’ söyleşimizin birinci bölümünde Türkiye Yolsuzluk Endeksi’nde AKP döneminde nasıl eridiğini ve bu erimeye yol açan uygulamaların hangi alanlarda yaygın olduğunu inceledik. Bugün ise neo-liberal ekonomi politikaları ve popülizm ile yolsuzluk arasındaki ilişki, ‘patronaj’ ve ‘klientelizm’ kavramları; ve yolsuzluğun nasıl önlenebileceği gibi konular üzerinde duracağız. 

TIKLAYIN | 1. parça: Prof. Sencer Ayata anlatıyor; Türkiye, Yolsuzluk Endeksi’nde AKP döneminde nasıl 54. sıradan 96. sıraya geriledi; yozlaşmanın yöntemleri ve yaygın olduğu alanlar neler?

Prof. Ayata, Türkiye’de artık “ahbap-çavuş kapitalizmi"nin işlediğini söyledi. Ayata, bu kavramı açarken Türkiye’de hukuk düzeninden uzaklaşmanın da yozlaşmada rol oynadığını dikkat çekerek, “Devasa büyüklükteki kaynaklar yandaşlara ve dini örgütlere devredildi. Devletin taşınır ve taşınmaz varlıkları yok pahasına, sembolik fiyatlar karşılığı satıldı. Devletten özel kesime muazzam bir kaynak transferi yapıldı. Düzen bu yolla değiştirildi” değerlendirmesinde bulundu. Ayata, söyleşinin ilk bölümünde vurguladığı gibi azalan denetimin bunların önünü açtığını ifade etti ve "Türkiye’de sosyal yardımlar için ayrılan kaynaklar kayırmacılıkla elde edilen gelir ve servet transferlerinin gerisinde kalmış durumda" dedi.

“Yolsuzluk, yolsuzluğun olağan gibi karşılanmaya başladığı bir toplumda daha kolay yayılır” diyen Ayata, “Yolsuzluğun ortadan kaldırılabileceği inancı zayıflayınca sıkça duyduğumuz gibi: yiyor ama yapıyor; hangisi yapmadı ki; gelen gideni aratıyor; olmadığı yer yok ki, gibi düşünceler ve deyimler öne çıkar” değerlendirmesinde bulundu.

Sencer Ayata ile geride kalan haftalarda uzun uzun, her yönüyle yolsuzluk ve yozlaşma üzerine konuştuk, nedenlerini; nasıl yaygınlaştığını; dünyadaki örneklerini ve bir ülkeyi nasıl uçuruma sürükleyebileceğini inceledik. Peki Türkiye’de yolsuzluk tamamen temizlenebilir ve önlenebilir mi. Sencer hocaya göre bunun yolu köklü bir kamu reformundan ve onu takip edecek adımlardan geçiyor: “Modern, özerk, yüksek eğitimli, profesyonel, etkin ve akılcı bir bürokrasi yaratacak bir kamu reformu. Ki bürokrasi tarafsız ve kamusal çıkarın bekçisi gibi hareket edebilen bir yapıya kavuşsun.”

Prof. Dr. Sencer Ayata’nın T24’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle…

- Popülizm ile yolsuzluk arasında bir ilişki var mı? “Aşırı sağ rejimler yolsuzluğa daha yatkın” gibi bir anlayış yaygınlaşıyor gibi gözüküyor…

Bu sorunun otoriterleşme ile ilgili boyutunu bir ölçüde konuştuk. Türkiye’de daha az üzerinde durulduğunu düşündüğüm farklı boyut üzerinde duralım. Popülist siyasetin düşünce, zihniyet ve ideoloji temellerine biraz inelim.

Popülist söylemin çıkış noktası toplumu elitler ve halk şeklinde ikiye bölmek. Elit tanımları aslında şu: Kendilerinden olmayan iş insanları, rakip siyasi partiler, entelektüeller, yazarlar, kendilerine oy vermeyen eğitim düzeyi yüksek kimseler, her türlü azınlıklar. İkincisi, elitler ve halk arasında uzlaşmaz bir çatışma olduğunu iddia ediyorlar. Üçüncüsü, gerçek milletin tek temsilcisi olarak kendilerini gösteriyorlar. Bizde de AKP’nin hâlâ yapmaya devam ettiği gibi, çalışanların yoksulluğundan, yolsuzluklardan, ülkenin geri kalmışlığından iktidar elitlerini sorumlu tutuyorlar. Ve halka ait olan egemenliğin halka, yani kendilerine geçtiğinde yozlaşmış elitlerin düzenine son vereceklerini söylüyorlar. Yerleşik düzenin yerine kendi düzenlerinin gelmesiyle sorunların çözüleceğini iddia ediyorlar.

Prof. Dr. Sencer Ayata

'Hedef karşı tarafı tasfiye etmek'

Popülist siyasetin hedefi, iktidara gelmek, iktidardaki elitleri, onlarla özdeşleşen kurumları tasfiye etmek. Yerine kendilerini, kendi kurumlarını, kendi düzenlerini getirmek. Otoriter popülist iktidarlarda yolsuzlukların neden bu ölçüde arttığını, yaygınlaştığını işte bu yaklaşım çerçevesinde değerlendirebiliriz. Şöyle ki, iki kutuplu bir toplum ve siyaset anlayışından yola çıkan bir iktidar sandıktan çıkınca görevini, “yerleşik düzenin varlığına son vermek ve iktidardaki elitleri tasfiye” olarak tanımlıyor. Çatışmacı bir siyaset anlayışını yürürlüğe koyuyor.

Bu görüş demokrasinin temel ilkesi olan çoğulculuk anlayışı ile taban tabana zıt. Kendisi “milletin yegâne temsilcisi” olunca başka güçlerin, kurumların, pozisyonların önemi ve değeri kalmıyor. Demokratik denge ve denetleme kurumları olarak ne varsa etkisizleştiriliyor. Yürütmenin, hatta yürütmenin başındaki kişinin, başbakan, cumhurbaşkanı, elini kolunu bağlayan ne varsa onlar ortadan kaldırılıyor. Parlamento, yargı, devletin özerk kurumları, medya, sivil toplum... Böylelikle dizginsiz iktidarın önü açılıyor. Kayırmak, kaynak aktarmak, torpil, bunları yapmak kolaylaşıyor.

Ahbap-çavuş kapitalizmi

Türkiye’de devlet ve kamu sektörü de bu anlayışla hızla özelleştirildi. Devasa büyüklükteki kaynaklar yandaşlara ve dini örgütlere devredildi. Devletin taşınır ve taşınmaz varlıkları yok pahasına, sembolik fiyatlar karşılığı satıldı. Devletten özel kesime muazzam bir kaynak transferi yapıldı. Düzen bu yolla değiştirildi. Yürütmeye ve sonrasında başkana verilen sınırsız güç sayesinde devasa kaynak transferi kolayca gerçekleştirildi. Kamunun parasının nasıl harcandığı konusunda hesap verme gereği de duyulmadı. Bu tür rejimler için “ahbap-çavuş kapitalizmi” de deniyor. Hukukun Üstünlüğü Endeksi bu tabloyu açıkça ortaya koyuyor. Türkiye 139 ülke arasında 117. sıraya düştü. Başlıca nedeni hukuka uymama ve bağımsız yargının aşınması.

- Peki neo-liberal ekonomi politikaları ve yolsuzluk arasında nasıl bir ilişki var?

Birincisi, neo-liberalizm devletin ekonomideki rolünün en aza indirilmesini öngörüyor. Bu kapsamda hızlı bir piyasalaştırma, ticarileştirme, metalaştırma süreci yaşandı. Bu süreçte Türkiye’de büyüme modeli ya da sermaye birikim tarzı büyük ölçüde değişti. Ekonominin odağı sanayiden inşaata, rant aktarımına kaydı. Partileşen devletle, devlet sayesinde zenginleşen yeni sermaye sınıfının hakim olduğu yeni bir siyasi-ekonomik sistem oluştu. Biraz önce değindik, yolsuzluklar önemli ölçüde bu alanda göze çarpıyor.

Gevşetilen kurallar

İkincisi, esnekleştirme politikaları. Başlangıçta amaç bürokratik formaliteleri, hukuki düzenlemeleri ve devletin denetimini azaltarak piyasaya dinamizm kazandırmaktı. Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de siyasi iktidar bu kapsamda kendi yararına gördüğü alanlarda yasaları ve uygulamaları gevşetti. İş ve çalışma hayatına yönelik kapsayıcı hukuki düzenlemeler geri plana itildi. İktidara yakın firmalar üzerindeki denetimler azaltıldı. Kuralların gevşetilmesi usulsüzlüklerin, ihlallerin, yolsuzlukların önünü açtı.

Devletin ekonomiye müdahalesi yön değiştirdi

Üçüncüsü, devletin ekonomiye müdahalesinin biçimi değişti. Bir zamanlar devletin ekonomiden çekilmesinin yolsuzluğu azaltacağı yönünde bir liberal görüş vardı. Bu görüş doğrultusunda kamu işletmeleri tasfiye edildi. Ama devletin ekonomiye müdahalesi ortadan kalkmadı, hatta arttı. Yolsuzluklar arttı ve daha geniş alanlara ve faaliyetlere yayıldı. Devlet müdahalesi yolsuzluğun aracı haline geldi. 

Sonuçta özel alan ile kamu alanının, siyaset ile ekonominin, siyasi elitler ile ekonomik elitlerin iç içe geçmesi sonucu yozlaşma sistemin işleyişinin bir parçası hâline geldi.

- O zaman bazı durumlarda partizanlık ve yolsuzluk arasında simbiyotik bir bağ da var, diyebiliriz sanırım…

Türkiye’de nüfusun büyük bölümü henüz asgari bir geçim güvenliği sağlayabilmiş değil. Dahası bireysel risklerin üstesinden gelecek bir sosyal güvenceye kavuşmuş da değil.  Vatandaşların ihtiyaçları ve talepleri ile kamunun, devletin bu imkânları karşılama düzeyi arasında büyük açık var. İyileşmeler oluyor, yardımlar yapılıyor ama gelirler düşük, güçlü bir sosyal devlet mevcut değil. Böyle olunca bireyler sorunlarını bireysel düzeyde çözmeye çalışıyorlar. Hâliyle, erişebildikleri siyasetçilerden, belediyelerden, devletten kendileri ve yakınları için çeşitli iyilikler, kolaylıklar talep ediyorlar. Parti ile kollanan vatandaşlar arasındaki ilişkiler en geniş toplumsal tabanda bu zemin üzerine oturuyor.

Siyasetin amacı kişisel kazanca dönüşüyor

İkinci yaygın kesişme alanı piyasa ekonomisi. Kayıtlı-kayıtsız milyonlarca küçük girişimci var. İrili ufaklı işletmeler var. Küçük işletmelerin işyerini genişletme, ruhsat alma, bayilik, meşru ya da yasal olmayan uygulamalara göz yumulması gibi talepleri oluyor. Bu tür talepler özellikle iktidar partisinin tabanında çok önemli bir yer tutuyor. Kimi girişimciler siyasete bu tür avantajlardan yararlanmak için doğrudan katılıyorlar. Ya da dışarıdan destek oluyorlar. Partilerin mahalle temsilcilerinden başlayarak ilçe ve il temsilcileri bu kesimin isteklerini karşılamak için çalışıyorlar. Parti yerel örgütlerinde çalışanlar arasında bazıları, hatta iktidar partisinde çoğu siyasette ve kamuda elde ettikleri gücü kişisel yararları ya da siyasi destek aldıkları yakınları kollamak için kullanıyorlar. Yukarılara çıktıkça çapı giderek büyüyen yolsuzlukların temelinde bu yerel yapı, ilişkiler, kültür, değerler ve siyaset anlayışı yatıyor. Vatandaşların irili ufaklı ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik taleplerden başlayan klientelistik ilişkiler yukarıya doğru çıktıkça bugün devlete hakim olan patronaj sistemine dönüşüyor.

Siyasette başarının yeni tanımı

Siyasi partilerde ve toplumda kişilerin taleplerini yerine getirme bir siyasi performans, bir başarı ölçüsü hâline gelmiş durumda. Daha çok kişiye kişisel avantaj sağlama politikacının ve milletvekilinin başarı hanesine yazılıyor. “Vatandaşa dokunmaktan” da çoğu durumda bu anlaşılıyor.

Bu arada yerel toplulukların toplu talepleri de oluyor. Ama bireysel sorunları çözme daima önde gidiyor.  Muhalefet vekilleri kişisel talepleri yerine getirmekte daha çok zorlanıyor. Çünkü kendi partilerine bağlı yerel yönetimler dışında kamuya erişimleri zayıf. Hatta onlara da yeterince erişemiyorlar. O durumda vatandaşlar, hatta partisi yöneticiyi, vekili başarısız buluyor, yeterince çalışmadığını düşünüyor. Ama bütün bu çalışkanlık bir kişinin isteği yerine getirilirken çoğunun isteğinin yerine getirilmemesi anlamına geliyor. Yani özünde dışlayıcı bir sistem.

- Biraz önce değindiniz, yolsuzluk ile patronaj ve klientelizm arasındaki ilişkiyi biraz açabilir miyiz?

Klientelizm özü itibarıyla kişisel bir ilişki. Temelinde siyasi destek veren kişiye çeşitli yararlar sağlanması yatıyor. Kollama, kayırılma ilişkisi. Destek veren kişiye patron, destek gören kişiye duruma göre “adam” yahut yandaş diyoruz. Siyasi patron kolladığı kişiye, kuruluşa, gruba iş bulma, para verme, çeşitli hizmetlerden ve kaynaklardan yararlandırma şeklinde destekler verebilir. İşlediği bir suçtan dolayı ceza almasını dahi önleyebilir.

Siyasi patron bu gücü partisi sayesinde elde ediyor

Yarar sağlayan kimse, yani patron, dağıttığı kaynağı nereden buluyor sorusu önemli olan? Varlıklı bir kişi kendi kaynaklarını dağıtabilir. Fabrikasında iş verebilir, para verebilir. Ne var ki günümüzde şahsi kaynakları dağıtarak siyasi destek sağlama önemli ölçüde geri plana düşmüş durumda. Yaygın olan yöntem patronun kamuya, devlete ya da yerel yönetimlere ait kaynakları aktarması. Siyasi patron bu gücü partisi sayesinde elde ediyor. Bu sayede kamuya iş yaptırabiliyor.

Siyasi destek arayanlar arasında adam tutmak için yarış kızıştıkça, destek verenlerin beklentileri de yükseliyor. Pazarlık güçleri artıyor. Ama aralarındaki manevi bağlılık, sadakat boyutu zayıflıyor. Maddi yarar hesabı öne çıkıyor. Bu nedenle ilişkilerde istikrar pek olmuyor. Siyasi partilerin her kademesinde görülen sürekli rekabetin ve çekişmenin önemli bir nedeni de bu tür ilişkiler.

Klientelizmin ve siyasi patronaj sisteminin özü kamu kaynaklarının ya da parti içi konumların kişisel çıkar nedeniyle tercih edilen kişilere tahsis edilmesi. Hâliyle yakını olmayan çoğunluk haksız şekilde dışlanmış oluyor. Devletin işleri ve kamuda görevler akrabalara, dosta ahbaba, destekçilere veriliyor. Kişi, şirket, dernek vakıf. Atamalar, ihaleler, kayırma, kollama. Yolsuzluklara yol açan usulsüz, gayrimeşru, hukuk dışı ilişkiler bu zemin üzerinde oluşuyor.

Kayırmacılık siyasi sistemi yıpratıyor

Klientelizme olumlu bir taraftan da bakılabilir mi? Eğitim, gelir ve örgütlenme düzeyi görece düşük toplumlarda devlet ile vatandaşlar arasında büyük bir kopukluk yaşanıyor. Klientelizm ikisi arasında bağ kuruyor. Bu sayede siyasetin dışında kalan toplum kesimleri bireysel yollardan da olsa siyaset ve devletle bağ oluşturuyor. Sınırlı da olsa katılım imkânı sağlanıyor. Ama klientelizm hizmet ve yararın eşitsiz dağıtımı demek. Yarar görenler daima tercihli kişiler ve gruplar. Sayıları ne kadar çok olursa olsun kaynak dağıtımdan ancak bir azınlık yararlanıyor. Çoğunluk ise dışlanıyor. Böyle olunca siyasi partiler belli kişilere özel menfaat sağlayan kuruluşlar olarak algılanıyor. Toplumda itibarları sarsılıyor. Güven kaybına uğruyorlar.

- O halde yolsuzluğun yoksulluğun da başlıca nedenlerinden birisi olduğunu da söyleyebiliriz, öyle değil mi? Bu ilişkiyi biraz açalım…

Eşitsizlikler ve yolsuzluklar; toplumda güvenin aşınmasından insan hakları ihlallerine, hukukun çiğnenmesinden demokrasinin zayıflamasına çok sayıda siyasi sorunun başlıca kaynağı. Ekonomide verimliliği, istikrarı, büyümeyi olumsuz yönde etkiliyor. Toplumsal gerilimlerin ve çatışmaların tırmanmasına yol açıyor. Günümüzde sürekli üzerinde durulan geçim sıkıntısı, sağlık ve eğitim sorunları, yoksulluğun artması gibi sorunlar da eşitsizliğin sonucu.

Acemoğlu: En zengin yüzde 1 ulusal gelirinin yüzde 30’unu elde ediyor

Türkiye gelir, servet, sosyal sınıf, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin derin olduğu bir ülke. Kültürel kimliklere ilişkin ayrımcılık ve dışlayıcılık da önemli bir konu. Gelir dağılımının özellikle son birkaç yılda daha da bozulduğunu biliyoruz. Aslında konunun uzmanları gelir dağılımının daha da bozuk olduğunu iddia ediyorlar. Nitekim Daron Acemoğlu Türkiye’de en zengin yüzde 1’in milli gelirden aldığı payın yüzde 30’a ulaştığını belirtiyor. Kaldı ki servet dağılımındaki eşitsizlik çok daha büyük.

Eşitsizliğin ve yoksulluğun başlıca nedeni olarak siyaset

Ama eşitsizlik salt ekonomik bir sorun değil. Aynı ölçüde siyasi bir sorun. Eşitsizlik ve yolsuzluk ilişkisi de bu noktada işin içine giriyor. Kaynakların nasıl dağıtılacağı büyük ölçüde siyaset tarafından belirleniyor. Vergiyi kimler ödüyor? Devlet harcamalarından kimler ne ölçüde yararlanıyor? Türkiye’de eşitsizliğin ve yoksulluğun çok önemli bir nedeni kamu kaynaklarının siyasi iktidar tarafından saydamlıktan uzak, savurganca ve iktidara yakın kişileri ve çevreleri kayırıcı biçimde dağıtılması. Dolayısıyla yolsuzluğun yaygınlaşması ile yoksulluk ve eşitsizliğin artması birbirine paralel süreçler. Şöyle ki yüksek maliyet karşılığı verilen ihaleler, yüksek enflasyona neden olan faiz politikaları ya da son dönemde gördüğümüz gibi kur garantili mevduat gibi uygulamalar devletin kaynaklarının yoksul kesiminden alınarak iktidarın yakınlarına aktarılması anlamına geliyor.

Yozlaşma büyümeyi ve sosyal gelişmeyi engelliyor

Söz konusu kaynaklar daha büyük oranda üretkenliği artıracak yüksek teknolojilere, eğitime, sağlığa ya da sosyal harcamalara yönlendirilebilirdi. Eşitsizliği ve yoksulluğu azaltmak için de kullanılabilirdi. Büyüme daha hızlı olurdu. Günümüzün içinden çıkılmayan birçok sorununu çözmek mümkün olabilirdi. Ama bu yola gidilmedi. Nitekim gelişmiş ülkelerde sosyal harcamalar GSYMH’nin dörtte biri düzeyinde. Bazı ülkelerde daha da yüksek. Bizde sosyal harcamalar için ayrılan pay yüzde 16-yüzde 17. Türkiye’de sosyal yardımlar için ayrılan kaynaklar kayırmacılıkla elde edilen gelir ve servet transferlerinin gerisinde kalmış durumda.

- Geçen yıllarda “Çalıyor ama yapıyor”, “Parayı gömerken görsem inanmam” gibi söylemler yaygınlaşmıştı. Türkiye’de bazı kesimler yolsuzluğa karşı hissizleşti mi? 

Yolsuzluk, yolsuzluğun olağan gibi karşılanmaya başlandığı bir toplumda daha kolay yayılır. Politikacılar, bürokratlar, baskı grupları, seçmenler yozlaşma ağının parçası olarak görülür. Yolsuzluklar hoşgörüyle karşılanmasa bile görmezden gelinir. İnsanların bencil olduğu, hep kendi çıkarlarını koruyacağı, kimsenin farklı davranmayacağı anlayışı yerleşir. Yolsuzluğun ortadan kaldırılabileceği inancı zayıflayınca sıkça duyduğumuz gibi; yiyor ama yapıyor; hangisi yapmadı ki; gelen gideni aratıyor; olmadığı yer yok ki gibi düşünceler ve deyimler öne çıkar.

Toplumda yolsuzluk ve ayrımcılık algısı artıyor

Diğer yandan toplumda yolsuzluk algısının ortama bağlı olarak değiştiğini de biliyoruz. Bireylerin ve ülkenin ekonomik durumunun iyiye gittiği dönemlerde yolsuzluk algısı azalmakta,  kötüye gittiği dönemlerde artmaktadır. Yolsuzluk algısını artıran nedenlerin başında vatandaşa eşit muamele yapılmaması, ayrımcılığın görünürlüğünün artması gelmektedir. Son birkaç ayda yapılan bazı araştırmalar, Türkiye’de yolsuzluk, eşitsizlik ve adaletsizlik algısının yükseldiğini göstermektedir.

Yolsuzluğa toplumsal yatkınlığın sosyolojik altyapısı

- Bu konuştuklarımız doğrultusunda şunu sormak istiyorum; bazı toplumlar yolsuzluğa daha mı yatkın? Bunu nasıl açıklayabiliriz?

Bu soruyu çok farklı açılardan ele almak mümkün. Daha az konuşulan bir yönü üzerinde duralım. Türkiye dünyada başka insanlara güvenin en düşük olduğu toplumlardan birisi. Aile, sülale, komşular, yakın arkadaşlar dışında yabancılara ve kurumlara pek güvenmiyoruz. Araştırmalar Türkiye’de üniversiteler, TSK gibi birkaç kurum dışında kurumlara güvenin son derece düşük olduğunu gösteriyor. Belediyeler, siyasi partiler, hatta parlamentoya güven maalesef düşük.  Böyle olmakla birlikte vatandaşların devletten, yerel yönetimlerden, çeşitli kurumlardan istek ve talepleri azalmıyor, sürekli artıyor. Kurumlar giderek büyüyen beklentilere yeterince karşılık veremiyor. O nedenle sorunlar kritik mevkilerde bulunan yakın kimseler vasıtasıyla çözülmeye çalışılıyor. Diğer yandan daha fazla varlık sahibi olanlar siyasi bağlantılarını daha fazla kazanmak amacıyla kullanıyor. Hukukun sınırlarını zorlayan yöntemler, hukuku çiğneyen yaklaşımlar yaygınlaşıyor. Ve sıradan olaylar gibi algılanıyor.

Parti ya da kamu görevi yapan kişinin başta aile fertleri olmak üzere yakınlarını kayırması, elindeki imkânları onlar için kullanması özverinin, bağlılığın, vefakârlığın ifadesi olarak da görülebiliyor.  Yakınlarına böyle davrananlara hayırlı insanlar olarak bakılıyor. Böyle olunca yurttaşlık bağı, eşit yurttaşlık anlayışı, gayri şahsi ve yansız davranış ideali hâliyle geri plana itiliyor. Aile, hemşeri, yandaş çıkarları kamusal sorumlulukların önüne geçiyor. Bu koşullar altında modern, liyakate dayalı, gayrişahsi, etkin bir devlet sistemi oluşturmak hâliyle zorlaşıyor.

Toplumsal yatkınlığın böyle bir sosyolojik alt yapısı olduğunu söyleyebiliriz.

- Biraz geniş bir soru ile bitirelim hocam; Yolsuzluk tamamıyla önlenebilir mi? Önlemenin yolu nerelerden geçer?

Yolsuzlukla mücadele siyasetten topluma, medyadan kültüre çok alanda birden aynı anda yürütülmeli. Çünkü yolsuzluk çok boyutlu bir sorun.

Yeniden demokrasi ve hukuk devleti

Kuvvetler dengesinin iyi işlemesi yolsuzluğu önlemenin temel koşulu. Son dönemde yöneticinin kişisel alanı ile kamu görevi, kamu ile özel alan birbirine geçmiş durumda. Yetki sahiplerinin ve gücü elinde tutanların yolsuzluk yapmalarını önlemenin en vazgeçilmez aracı kuşkusuz hukuk devletinin sağlam temellere oturtulması. Hukukun, aile ve parti bağlarının üstünde tutulması. İktidarın paylaşıldığı, sınırlandırıldığı kuralların ve kurumların güçlendirilmesi. Daha net bir ifadeyle Meclis’in denetleme yetkisinin artırılması. Yolsuzluk iddialarının peşine düşülmesi ve yolsuzluk yapanların cezalandırılması sağlanmadan diğer önlemlerin yetersiz kalacağı kuşkusuz. Bu açıdan en vazgeçilmez unsur yargı bağımsızlığı. Özerk kurumların yeniden etkili hâle getirilmesi. Bunlar olmazsa olmaz temel ön koşullar.

Köklü kamu reformu

Yolsuzlukları önlemek için köklü bir kamu, devlet reformuna ihtiyaç var. Modern, özerk, yüksek eğitimli, profesyonel, etkin ve akılcı bir bürokrasi yaratacak bir kamu reformu. Ki bürokrasi tarafsız ve kamusal çıkarın bekçisi gibi hareket edebilen bir yapıya kavuşsun.

Yolsuzluk bilgi karartmasının olduğu yerde yapılır

Yolsuzluk niteliği gereği gizli yapılır, bilgi karartmasının olduğu yerde çoğalır. Bu bakımdan toplumun doğru bilgilendirilmesi, bu amaçla medyanın yolsuzlukla alakalı her türlü bilgiyi açığa çıkarması büyük önem taşımaktadır. Yolsuzluğun maliyetini hesaplamak, ekonomik gelişmeyi nasıl olumsuz etkilediğini anlatmak siyasetin ve medyanın işidir. Özellikle medyanın kısıtlandığı yerlerde bilgi açığı büyür. Bu nedenle haberin üzerine gidilmeli, araştırmacı gazeteciliğin önü açılmalıdır. Yolsuzluğu açığa çıkartmaya çalışanlar korunmalıdır.

Toplumun katılımını sağlamak

Geçmişte benzer sorunlar yaşamış olan demokratik toplumlarda köklü değişim, yolsuzlukla mücadeleye toplumsal katılımın artmasıyla sağlandı. Bu amaçla geniş tabanlı toplumsal koalisyonlar oluşturuluyor. Bu koalisyonlarda, bu mücadelelerde yer alanlar sistemin işleyişinden çıkar sağlamayan, hatta tersine zarar eden gruplar. Patronaj sisteminin dışında kalan işverenler niteliksiz hizmetlerden, kamu yatırımlarının yüksek maliyetlerinden rahatsızlık duyuyor. İlerici, eğitimli, profesyonel, orta sınıflar bu mücadelede başı çekiyor. Örgütlü işçi kesimi bu mücadeleye destek veriyor. Kısacası etkin ve dürüst bir yönetim arzulayan sosyal grupların oluşturduğu toplumsal koalisyonlar. Bizde de siyasetin hedefi bu konuda duyarlılık gösteren toplum kesimlerinin seferber edilmesi olmalı. Bu amaçla toplumun örgütlenmesi ve sivil toplumun güçlendirilmesi. Aksi hâlde yolsuzluğun sadece dillendirilmesi yetmiyor. İyi niyetli, sert açıklamalar soruna çözüm olmuyor.

Ahlaki değerler ve yolsuzluğun önlenebileceğine inanmak

Yolsuzluğa karşı çıkmak tabii ki ahlaki bir duruş gerektiriyor. Her türlü parasal ahlaksızlığa ilişkin toplumsal hoşgörüsüzlüğü azaltmak için yeni bir moral ve ahlaka ihtiyaç var. Toplumda yolsuzluğu kınayan ahlaki normların yaygınlaştırılması ve güçlendirilmesi kendi başına önemli bir konu. Ancak bu sayede yapılaması imkânsız gibi görünenleri yapmak mümkün hâle gelir. Hiçbir şeyin değiştirilemeyeceği inancının getirdiği karamsarlık, işlerin daha da kötüleşeceği yönündeki düşüncelerin kanıksanması önlenebilir. İşte bu nedenle siyaset dünyasının, alternatif politikaların ve daha iyi bir dünyanın olabileceği konusunda toplumu ikna etme çabaları artırılmalı. Sistem sürekli ve her alanda yolsuzluk üretiyorsa sadece yolsuzluğun cezalandırılması yetmez. Sistemin değiştirilmesi gerekir.

Prof Sencer Ayata ile Türkiye ve Dünya, Toplum ve İnsan

Pandemi sonrası dünya | Prof. Sencer Ayata: Ufukta, gücünü bilimden alan uzman otoritesinin, siyasi otoritenin önüne geçeceği yeni bir aydınlanma görünüyor

Yoksulluk ve Eşitsizlik | Prof. Sencer Ayata: Sokak hareketlerinin ortak noktası eşitsizlik; kaynama noktası ise yoksulluk, dışlanma, ayrımcılık, ötekileştirme

Gençlik 1. parça | Prof. Sencer Ayata anlatıyor: Z kuşağı türdeş mi, ‘medya tekeli’ nasıl kırılıyor, Y kuşağından sonra Z kuşağı da AKP’den uzaklaşıyor mu?

Gençlik 2. parça | Prof. Sencer Ayata: Genç kesimde modernlik ve laiklik, dindarlık ve muhafazakârlığın önüne geçti; muhafazakâr alanda İslamcılık gerilerken milliyetçilik öne çıkıyor

İttifaklar 1. parça | Prof. Sencer Ayata anlatıyor: ‘Yeni anayasa’ manevrası ne sonuçlar üretebilir; partilerin ittifaklar içindeki durumları ne, CHP otoriterleşmeye karşı neden kritik bir önem taşıyor?

İttifaklar 2. parça | Prof. Sencer Ayata: Oy kaybı yaşayan MHP reformlar konusunda düşünüldüğünden esnek davranabilir; CHP ve İyi Parti seçmenleri arasında geleceği temsil eden ve hızlı büyüyen nüfus öne çıkıyor

Kutuplaşma 1. parça |Prof. Sencer Ayata: Muhafazakâr mahalle ile mahallenin çocukları arasında giderek belirginleşen bir fay hattı oluşuyor

Kutuplaşma 2. parça | Prof. Sencer Ayata: Başkanlık anayasası iktidara dışlayıcı otoriterlik, muhalefete çoğulculuk, Türkiye'ye ise sertleşen kutuplaşma getirdi

Dünyada ve Türkiye'de sosyal demokrasi 1. parça | Prof. Dr. Sencer Ayata anlatıyor: Almanya seçimleri yeni bir sol dalgayı mı haber veriyor?

Dünyada ve Türkiye'de sosyal demokrasi 2. parça | Prof. Dr. Sencer Ayata: 1980 sonrası uygulanan neo-liberal politikalar Latin Amerika’da solu, Türkiye’de ise AKP’yi iktidara taşıdı!

Dünyada ve Türkiye'de sosyal demokrasi 3. parça | Prof. Dr. Sencer Ayata anlatıyor; CHP sosyal demokrat mı, sorunları ve imkânları ne, gündeminde ne olmalı?

Yolsuzluk ve yozlaşma 1.parça Prof. Sencer Ayata anlatıyor; Türkiye, Yolsuzluk Endeksi’nde AKP döneminde nasıl 54. sıradan 96. sıraya geriledi; yozlaşmanın yöntemleri ve yaygın olduğu alanlar neler?