Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi
31 Mayıs Cuma günü ve sonrasında kitlesel bir biçim alan ve artık tarihe Gezi Parkı direnişi olan geçen direnişin içinde birbiri ile oldukça uzak düşmüş hatta referandum sürecinde neredeyse küsme noktasına gelmiş insanlar vardı. Kemalistler, ulusalcılar, demokratlar, liberaller, feministler, dindarlar, farklı sol örgütler, LGBT grupları, ev kadınları, öğrenciler… Bir araya gelmesi oldukça zor olan bu insanları polisin şiddeti ve Başbakan’ın son derece sert konuşmaları barıştırdı.
Aralarındaki bunca farka karşın böyle farklı düşünce ve kimliklerden insanları bir araya getiren neydi? Onların İstanbul Taksim’den yayılarak farklı illerde meydanlara çıkmalarına ve korkusuzca polise kafa tutmalarına hangi istekler neden oldu? Bu birliktelik uzun süreli olabilir mi? Gezi direnişi siyasi örgüt yapısı kuvvetli olan gruplar ya da partiler tarafından ele geçirilebilir mi? Farklı grupların neleri “istemedikleri” yani “olumsuz” ifadeler içeren epeyce cevap var. En başta, Gezi’deki ağaçların yerinden sökülmemesi, vatandaşların yaşam biçimine karışılmaması, Başbakan’ın buyurgan bir dille vatandaşlara nasıl yaşamaları, kaç çocuk yapmaları gerektiğini söylememesi… Peki, bu soruya bir de olumlu açıdan cevap vermek mümkün mü? Yani istenmeyen politikalar değil de istenenler açısından... Elbette böyle bir soruya cevap verebilmek için bir araştırma yapmak gerekir. İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyelerinin yaptığı ve bu direnişe ilişkin ilk araştırmanın özet sonuçlarına göre, direnişe katılanlar her şeyden çok “özgürlüklere saygı” istiyorlar.
Şurası çok açık ki meydanlara polis ile çatışma riskine rağmen toplanan insanlar kendilerine nasıl yaşamaları gerektiğinin söylenmesini istemiyorlar. Bu Türkiye için son derece umut verici bir resim. Gezi direnişi seçimler ve kurumlar ile tanımlanan “temsili demokrasi” ile yetinmeyen ve vatandaşların kararlara dâhil olmasını sağlayan kanalları öne çıkaran “katılımcı demokrasi”yi talep eden insanları gün ışığına çıkardı. Aralarındaki onca farka rağmen bu direnişe katılanları birleştiren bence buydu. Cumhuriyet tarihinin başından beri edilgenliğe itilen ve görevlerle donatılmış Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları en nihayetinde haklar bilincine sahip olduklarını ve kararlara KATILMAK istediklerini haykırıyorlar meydanlarda… Farklı grupların ne istediklerini geçin bir kalem; katılmayı istemenin bizatihi kendisi önemli bir durum. Açıkçası ben direnişin neye karşı olduğundan ziyade içinde barındırdığı katılım isteğini önemli buldum. Gezi direnişi Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca hep kendisinden daha kapsayıcı ve buyurgan olan bir devletin ağır kabuğunu sırtından atmak isteyen bir vatandaşı gündeme getirdi. Garip ama, o ağır kabuğu eleştirme süreci AKP iktidarının özellikle ilk beş yılında zirve yapmıştı. Diyalektik koreografi yani her tezin kendisini yerle yeksan edecek anti-tezi aslında kendi içinde barındırması durumunu düşündüm ister istemez.
Gezi direnişi demokratikleşme literatürüne ekonomik gelişmenin demokratikleşme için yeterli olmadığının en son kanıtı olarak geçecek. Yıllanmış bu tartışmaya belki de son noktayı koyacak. Direniş sırasında atılan militarist sloganlar, ulusalcı tektipleştirme (herkes kırmızı olsun, herkes beyaz giysin…vb), korkunç cinsiyetçi küfürler tüm bu olağanüstü hareketin olumsuz yanlarıydı. Hala da bunlar gündemimizde. Umarım bu direniş, ille de bir insanın askeri olmak isteyen, etrafındakileri tektipleştirmeye çalışan, kendi muhakemesini beslemek yerine izci olmayı yeğleyenlerin eline geçmez. Bunun böyle olmaması için direnişin içinden farklı seslerin konuşması gerekiyor. Gezi Parkı’nda bu yönde ciddi bir çaba var. LGBT sembollerine bakıp “evladım bunlar PKK” mı diyen yaşlı teyzelere nazikçe LGBT’nin ne olduğunu anlatan gençler muhteşemler gerçekten… Siyasi eleştiri belki de ilk kez müthiş etkili bir mizah yolu ile yapılıyor. Bunun bu ülkede egemen olan mutlakçı ve erkek egemen siyasi dile karşı bir alternatifin tohumları olabileceğini düşünmek istiyor insan. Cinsiyetçi küfür ve sloganların üstünü çizen feministler bu dile olan tepkiyi çok etkili bir biçimde dile getirdiler.
Bir yanda muazzam bir diyalog, öte yanda marşlar ve militarist sloganlar var: işte size Türkiye’nin resmi. Diyalogu öne çıkaran gençlere destek olmak önemli; katılımcı demokrasi isteği en fazla onlardan geliyor.
Bir anlayışa göre siyasetin amacı insanlara nasıl mutlu olunacağını söylemek değil, onlara mutluluğu kendi tanımladıkları şekilde aramalarına olanak vermektir. Türkiye’de “Kemalizm” dediğimiz proje yıllarca insanlara nasıl yaşayacaklarını, nasıl giyineceklerini, hangi müziği dinleyeceklerin yukarıdan söyledi. Bugün Başbakan’ın yaptığı ise yine bu değil mi? Bu direniş Başbakan’ın da içselleştirdiği ve yaşamları yukarıdan biçimlendirmeye dair olan Kemalist sosyal mühendislik projesine karşı bir kalkışma haline gelebilir mi? İçinde bulunan Kemalist dile rağmen Kemalist ve muhafazakâr sosyal mühendislik projelerini karşısına alıp, katılımcı demokrasi taleplerini gündeme taşıyabilir mi? Bireysel özgürlüklere saygı isteğinin öne çıkması bu anlama gelebilir mi? Olabilir mi gerçekten?
Karşılıklı reddetmek yerine karşılıklı eleştiri öne çıkarsa Gezi’den katılımcı demokrasi yükselebilir. Hükümet iktidarda olduğuna göre çuvaldızı kendisine batırmalıdır. Karşılıklı reddiye ülkeyi çatışmaya sürükler... Ekonomik kriz değil belki ama çoğunlukçuluk ve siyasi maharetsizlik yüzünden ülke büyük bir krize sürüklenmiş olur… Uzun zamandır kimseyi dinlemeyen AKP yöneticilerine duyurulur.