Prof. Binark: Güvenli internet adıyla kamuoyu yanıltılıyor!

Prof. Binark: Güvenli internet adıyla kamuoyu yanıltılıyor!

IŞIL ÖZ / T24 Prof. Dr. Mutlu Binark ve Koray Löker, örgütlere bilişim teknolojilerini kullanırken az da olsa rehberlik edebilmek, ilk elden ihtiyaç duydukları teknik bilgiyi sunabilmek amacıyla  kapsamlı bir çalışmaya imza attılar: Sivil Toplum Örgütleri İçin Bilişim Rehberi     

Kitapta yeni medya ortamının özelliklerinden, bunun STÖ'ler ile toplumsal ve siyasal hareketler tarafından kullanılmasının önemine, bilgisayar ve internet mecrası için gereken teknik bilgilerden, sosyal ağ kullanımına kadar birçok konu ele alınıyor. Kitap ayrıca internet üzerinden yürütülen bazı başarı örneklerine de yer veriyor.   

Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mutlu Binark’ı çoğunuz  iletişim sosyolojisi, eleştirel medya okuryazarlığı ile yeni iletişim teknolojileri/yeni medya alanında çalışmalarından tanıyorsunuzdur sanıyorum.    

Koray Löker ise Pardus projesi ve Linux Kullanıcıları Derneği gibi çeşitli platformlarda özgür yazılım ve özgür kültür (copyleft) alanında yürüttüğü çalışmaların yanında Express dergisinde Radyo Brecht başlığıyla İnternet kültürüne ait tartışmaları derleyen sosyal medya sayesinde yakından takip ettiğim bir isim.   

Kendileri ile yayımladıkları rehber kitap üzerinden T24 için söyleşi yapma şansı yakaladım; STGM’nin yıllardır Türkiye çapında sivil toplum örgütlerini fikren ve lojistik olarak desteklemeye çalıştığını, yaptıkları çalışmaları yürütürken, örgütlerin bilgisayar ve İnternet okur yazarlığındaki eksikliği gözlemlediklerini ve rehber niteliğinde oluşan kitaplarının bu fikirle ortaya çıktığını öğrendim.  

Mutlu Binark, dünyada ve Türkiye’de sivil toplum örgütlerinin yeni medya ortamlarını ne şekilde  kullandıklarına ilişkin bir şablon çıkarıp, yeni medyanın özelliklerine göre değerlendirme yaptıklarını, bu değerlendirmelerin yaklaşık iki ay sürdüğünü söyledi. Koray Löker ekledi: “Büyük olasılıkla en çok zamanı nasıl olur da kısa ve derli toplu bir çerçeveyi çizebiliriz sorusuna yanıt aramakla geçirdik aslında. Bu tür çalışmalar ancak doğru bir külliyatın, birikimin parçası olduğunda anlamlı. Bu alanda çok daha fazla fikir geliştirmek, kullanım deneyimlerini artırmak ve paylaşmak gerekli.”  

Çalışma sırasında, Türkiye’de sivil toplum örgütlerinin yeni medyanın kendine özgü özeliklerini ve olanaklarını çok etkin bir şekilde kullanmadıklarını saptamışlar. Özellikle hedef kitlelerine veya yeni takipçi/destekçi yaratma konusunda oldukça faydalı olabilecek etkileşimsellik özelliği ile, kullanıcının katılımını sağlayan kullanıcı türevli içerik üretimi özelliklerinden Türkiye’deki STÖ’ler faydanmıyormuş.   

Mutlu Binark, Türkiye’de STÖ’lerin sosyal medyayı, özellikle Facebook’u kendilerini ve etkinliklerini veya kampanyalarını tanıtmak için kullandıklarını gördüklerini; ancak, sosyal medyanın yoğun kullanımının gerçekte siber uzam dışında o sivil toplum örgütü amacına uygun bir şekilde kitleleri aktive ediyor mu ya da bunu hangi koşullarda başarıyor; diye sormak gerekliliğinin altını çizdi ve uyardı: “Burada sosyal medyanın yoğun kullanımının mutlaka gündelik yaşamda bire bir benzeri etki yaratacağı gibi bir yanılsamaya da kapılmamak gerekli. STÖ’ler yeni medya ortamı ile hedef kitlenin genişletilmesini, yeni destekçi kazanmayı ve yurttaşları “politika” yapmaya çağırmayı ve dahil etmeyi daha etkili bir şekilde yapabilirler. Ancak, politika yapma çağrısı sadece siber uzamda kalmamalı, yaşama geçirilmeli. Bu da sosyal medya kullanımındaki “püf” noktası…
”

  

 Alternatif söz/söylem alanları yaratmalıyız…

  Önceleri Sivil Toplum Örgütleri, topluma ulaşan yolda medyayı da etkilemek, kendilerini dinletmek ihtiyacındaydılar. Yeni medya ortamı ile ihtiyaçlar da değişti kuşkusuz, sizce en belirgin ihtiyaçlar nelerdir?

   

 Koray Löker:  Yeni medya sadece biçimi değiştirmedi, merkezden herkese yerine herkesten herkese bir yapı inşa etmeyi mümkün kıldı. Sivil toplum örgütleri, hangi alanda çalışıyor olurlarsa olsunlar her zaman tabandan bahsetmeyi, yatay olmayı över. Eğer yeni medyayı sadece iletişim boyutuyla ele almaya kalkarsanız, bu gerçek dönüşümü ıskalıyorsunuz. Yeni medya araçlarını doğrudan birer kaynak, değer olarak kullanınca örgütlenme yapınız da değişiyor ve gerçekten demokratik, yatay bir yapı kurmak kolaylaşıyor. Türkiye'de özgür yazılım konusunda kurulan ilk dernek, Linux Kullanıcıları Derneği, üyeleri arasında coğrafi avantaj/dezavantajları ortadan kaldırabilmek, çalışmaları yürütme biçimini mesai engellerine takılmayacak bir yapıya evriltmek için adresini İnternet olarak gösterdi. Dernek çalışmalarına katılmak için gereken tek şey İnternet bağlantısı. Böylece dünyanın her yerinden ve saatinde işleyişe katılmak mümkün. Aksi durumları nice örgütte görüyoruz, daha çok zaman ayırabilen, dernek merkezine daha yakın yaşayanlar çalışmalarda yoğun olarak bulundukları için kendiliğinden iktidarlar meydana geliyor. İnternet üzerinde bunlarla aranıza mesafe koymak mümkün, ama buna alışmak gerekiyor.   

 Mutlu Binark:  Yeni medya ortamlarının enformasyonel kapitalizmin ideal meta ortamları/ürünleri olduğunu ve yeni ekonominin  önemli alanları olduğunu göz önünde tutarak, STÖ’ler yeni medya ortamına önem vermeli. Görüyoruz ki Türkiye’de ana akım geleneksel medya muhafazakar ve yeni sağ ideolojinin hegemonya tesisindeki ideolojik aygıtı olarak hareket ediyor. Ana akım geleneksel medyanın çeşitli hak örgütlerine ve barış dili üretmeye çalışan sivil toplum örgütlerine ne kadar kapalı olduğunu, ayrıca ana akım geleneksel medyanın mülkiyet yapısını ve sahiplik ilişkisini de biliyoruz. Bu koşullar altında, söylemlerini duyurmak, kamuoyunu bilgilendirmek ve siyasalarına destek bulmak için yeni medya ortamlarının sağladığı olanaklardan yararlanmak gerekli. Özellikle, maliyet düşüklüğü, hız, yaygınlık, etkileşimsellik ve hiper metinsellik gibi özellikleri yeni medya ortamındaki içeriğin/sözün ve imgenin hızla dağılmasını ve paylaşılmasını sağlıyor. Bu özellikler STÖ’ler için ana akım geleneksel medyada yer bulamama, hatta eksik ve yanlış temsile karşı avantaj olarak ortaya çıkmakta. Bu nedenle yeni medya ortamı önemli. Özellikle  yeni sağ ve muhafazakar ideolojinin hegemonik söylemine karşı farklı ve alternatif söz/söylem alanları yaratmak gerekli. Bir de yeni medya ortamlarının, özellikle sosyal medyanın ve video paylaşım ağlarının ırkçı, cinsiyetçi ve yabancı düşmanı toplumsal örgütlenmeler tarafından başarılı bir şekilde kullanıldığını da görüyoruz. O zaman neden toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan, hak savunuculuğu yapan sivil toplum kuruluşları da etkin bir şekilde yenimedya ortamlarını kullanmasın? 

  

 STÖ'lerin yeni medya kullanım pratiklerinde dikkat etmesi gereken en önemli husus nedir?

  

 Mutlu Binark:  STÖ’lerin dikkat etmesi gereken, web ortamının giderek tecimselleşmesi ve tekelleşmesi, dijital uçurum, elektronik gözetim ve dijital denetim ile kolektif eylemin zayıflaması olgularıdır. Leah A. Lievrouw, yeni medya ortamlarında varolan bu sorunlara dikkat çekiyor: “Yeni Medya ekolojisi, toplumsal eşitlik, dayanışma, mahremiyet ve güvenlik, siyasal ve ekonomik katılım, özgürlük ve denetim, uzmanlık bilgisi, popüler bilgi konularında çelişkili durumlara sahiptir.”  

Siber uzamın sadece kendisinde varolmak ve STÖ’nün eylem ve etkinliklerini yalnızca siber uzamda sınırlı tutmak, yurttaşın kolektif eyleminin ve kamusal alandaki katılım pratiklerinin zayıflamasına yol açacaktır. STÖ’ler İnterneti web ortamında halihazırda mevcut bu sorunların ve olumsuzlukların farkında olarak kullanmalıdır. Bu farkındalık için de STÖ çalışanlarının yeni medya okuryazarları olması gerekir. Yeni medya ancak bu sayede toplumsal yaşamın her alanının demokratikleşmesinde bir kanal rolü oynayabilir.

    Koray Löker:  Reklamcılardan uzak durmayı öğrenmek gerektiğine inanıyorum. Kitapta incelediğimiz pratiklere içerik yönünden yaklaşmak çerçevenin dışında kalacağı için mesafeli durduk, ama örneğin Greenpeace'in “seninki kaç cm” kampanyası kadar saçma bir kampanya görmedim. Maço espri anlayışına sığınmanın mazareti “çok tutuyor” ise kadın bedenini metalaştıralım, o da tutuyor? Çizgiyi bir yerde çekmek gerekiyor ve bunun en doğru yöntemi kendini geliştirerek, örgüt içinde uzmanlaşmak. Siyaset kurumunun çıkmazları arasında da aynı durum yok mu? Reklam ajansıyla çalışan parti kadar saçma bir başka şey olabilir mi? Bir siyasi partinin en özgün sermayesi fikir ve iletişimi değil mi? Onu birinden kiralıyorsa ne anladım ben o partinin siyasetinden? Beyin fırtınasıyla mı ülke yönetecekler? Aynı şekilde toplumsal örgüt de yönetilmez. Bu kurumlarla işbirliği yapılabilir elbette, ama yönetim bu kurumlara bırakılmamalı. Teknik beceri ve hizmet almak başka şey, kampanya konusunda masaya birlikte oturmak başka şey.

    Dijitallik, yeni medyayı geleneksel medyadan nasıl farklı kılar?

   Koray Löker:  Yeni medyanın en önemli özelliği dijitallik değil büyük olasılıkla. Dijital devrimi ve sonuçlarını yaşamaya CD-ROM'lar ile başladık ve aslında alıştık. Yeni medyanın asıl ayırt edici yanı ağlı-bağlı olması. Bunun ön şartı dijital olması denebilir belki, ama kütüphanelerde süreli yayın ciltlerinin bir optik disk ile değişmesindeki devrimden daha büyüğünü ancak koca bir ağın düğümlerine dönüşerek yaşadık. Geleneksel medyayı dönüşmek zorunda bırakan da zaten temel olarak bu oldu. Yani yeni medyayı başlıklara ayırmadan kendi özgün yanlarıyla koyarsak neleri değiştirdi diye sorabiliriz. Bir kere karşılıklılık çok önemli. Brecht'in radyo tezinde hayalini kurduğu şey bu. Herkes kendisi de yayıncı olabiliyor. Dahası anlık, anında gibi sözcük ve kavramlarla ilişkimiz dönüşüyor. Derrida'nın Bernard Stiegler ile televizyon üzerine uzun bir mülakatı var, orada canlı yayın gerçekten anında mı diye tartışmalarını hatırlayarak İnternet'in birçok açıdan televizyonu çok geride bıraktığını düşünüyorum. Dünya çapında anındalığı paylaşmaksa yepyeni felsefi çelişkiler, organizasyonel sorunlar getiriyor. Mesela İnternet üzerinde inşa edilen bir sivil toplum örgütü yeni dinamiklere açık dedik, bunu dünya çapında yaptığınızda asla değiştiremeyeceğiniz kadim bir coğrafi engel ortaya çıkıyor: saat farkı. Teknoloji ve doğanın sınırları üzerine sanal ama gerçek bir sorun.

  

Kamuoyu sessiz ve sözsüz!  

 

 Dijital aktivizm, denilince Türkiye nerede?

  

 Koray Löker:  Türkiye'de hak mücadeleleri temsiliyetle içiçe gelişmiş diye düşünüyorum. Doğrudan eylem, bireysel mücadeleler batı toplumlarındaki kadar yaygın ve etkin olmamış gibi görünüyor. Geçmişte de büyük örgütler daha ön planda, bugün de bu çok yıkılmış değil. Dijital aktivizmse daha çok bireyin eylem içindeki etkinliğini artıran bir yapı sunuyor. Dolayısıyla bu alanda hakim olan batı literatürüyle kıyaslamak çok anlamlı değil. Etkisine bakacak olursak, tersinden işleyerek bireyin eylemliliğini, eylemci kimliğini tanımlayan, güçlendiren bir deneyim olarak hayatımıza girdiğini söylemek abartı olmayacaktır diye tahmin ediyorum. 

 Mutlu Binark:  Türkiye’de hangi konularda ve koşullarda siber uzamdaki toplumsal-siyasal ve ekonomik taleplerle ortaya çıkan örgütlenmelerin katılımcılarını gerçekten siyasal yapmaya/müdahil olmaya dahil ettiği önemli bir sorun. Aniden gündeme gelen bir sorun, hegemonik söylem tarafından çok çabuk sorun kaynaklarının içi boşaltılarak, eksik-aşırı ve yanlış temsil pratikleri ile sorun odağı yer değiştirilerek, gündemden düşürülmekte. Bu dijital aktivizmin de bir dezavantajı. Çünkü siber uzamın örgütlenmesini gündelik yaşama taşımaya çalışırken, sorun odağı kaymış olabiliyor. 

  

 Örnek verebilir misiniz?   

 Mutlu Binark:  Bunu Türkiye’de İnternet sansürü uygulaması olacak 22 Ağustos’daki test süreci ve 22 Kasım’daki genel uygulamaya ilişkin tartışmalarda görmek mümkün. 22 Şubat’ta BTK’nın sessiz sedasız kamuoyunu bilgilendirmeden yürürlüğe koyduğu 22 Ağustos’ta uygulanacağını duyurduğu “İnternet’in Güvenli Kullanımı Usul ve Esaslar” adlı kurul kararı, Türkiye’de hem yeni medya ortamlarında üretilen söz edimleriyle hem kamusal alanlarda yapılan protesto gösterileri ile oldukça yoğun bir tepki almıştı. Ancak, biliyorsunuz yazın, yine bu kurul 4 Ağustos’ta aynı konuda yeni bir kurul kararı taslağı hazırlayarak, bu sefer 22  Kasım tarihi ile Türkiye’de aile ve çocukların korunması adı altında/saikiyle “filtre uygulamasını” yürürlüğe sokacak. Buradaki söz oyununa özellikle dikkat çekeyim: “filtre” sözcüğü “liste” ile değişince, acaba BTK’nın hangi yetkinliğe sahip olduğu sorgulanır uzmanlarının yapacağı aileye uygun görülen erişim engelleri veya çocuklara uygun görülen erişilebilir yerler  acaba “sansür” ortadan mı kalkıyor? Bu noktada tam da “eksiltilmiş temsil” pratiğinden söz etmek mümkün. Buradaki bir diğer sorun da kamuoyunun sessiz ve sözsüz kalması.   

 Peki, ne yapmalı?

 Koray Löker:  Filtre uygulaması çok hızıl tepki gördü. Çünkü uzun zamandır akıl dışı biçimde dayatılan sansür uygulamalarına karşı zaten örgütlenilmişti. Temel muhalefeti bu örgütlenme üzerinden okumak mümkün, ancak bu yapıda gördüğüm ciddi bir tehlike var. Devletin bu alanda düzenleme yapmasına karşı çıkılırken, sanki bir şirketin bunu hizmet olarak sunması daha kabul edilebilirmiş gibi bir algı doğuyor. Karşı duruş, her şart altında filtrenin kabul edilemez olduğunu vurgulamak olmalı. Aile tipi İntenet diye bir şey olamaz. Aile tipi sokak diye bir şey var mı? Karşılık olarak televizyon, gazete gibi örnekleri vermek de elma ile armutu toplamak. İnternet erişimi sınırsız olur, canı isteyen kendi bilgisayarını çocuğuna belirli sınırlarla kullandırır. Bugün filtre seçimli olsun, onu da şirket koysun dendiğinde tekel durumundaki servis sağlayıcı “kullanıcı bunu istiyor” yanıltmasıyla tüm İnternet'i yine sansürlü verdiğinde nasıl itiraz edeceğiz? Bilgisayarına program kurup, kendi çocuğuna veremediği eğitimin yerini sansürün almasına izin veren ebeveynleri kendi haline bırakalım, İnternet sınırsız olmalıdır sloganından vazgeçmeyelim.  

 Mutlu Binark:  Kamuoyunun sürekli zihnini açık tutması gerekli. Bunun için yeni medya ortamındaki tepkiler, yaşama dahil edilmeli. Ara yüzeyde bu uygulamann sansür olduğunu söyleyen hak örgütlerinin, işçi sendiklarının, kamuoyunu yüzyüze de bu uygulama neden sansür, neden otokratik, neden toplumdaki farklı aile tiplerini ve çocuk tiplerini tektip kılmak isteyen yeni toplum tasarımının bir parçası/aracı olduğunu anlatmaları gerekli. Toplumsal-siyasal-kültürel ve ekonomik mücadelenin  sürekli her alanda verilmesi gerektiğini ve hegemonik söylemin o eksiltilmiş/aşırılaştırılmış ve yanlış temsil pratiklerini ters yüz etmeye karşı uyanık olmak zorunda olduğumuzu hep bilmemiz lazım.  İnternet’in güvenli kullanımı ancak eğitim yolu ile mümkün olacak

  

 Filtreler aracılığı ile sansürlenen İnternet, “Güvenli” olarak sunuluyor ama…   

 Mutlu Binark:  Öncelikle şunu net olarak belirtmeliyim:  22 Kasım’da tüm Türkiye’de BTK’nın yetki aşımı ile hukuk dışı bir şekilde  uygulayacağı “Güvenli İnternet Hizmetine İlişkin Usul ve Esaslar Taslağı”nda söz oyunları ile kamuoyu yanıltılmaktadır. Anakım  medyanında desteği ile ailenin ve çocukların korunması şeklinde kurulan ahlaki paniğini besleyen siyasi irade ve onun uygulayıcı aktörü BTK bürokratları “Güvenli İnternet Hizmeti” adı altında Türkiye’deki kullanıcılara sansür uygulamasını meşrulaştırmaktadır.

 Kamuoyuna sunulan aslında bir tektipleştirme kararıdır. Filtreler devlet adına BTK tarafından, göstermelik bir kurula –adı Güvenli İnternet Hizmeti Çalışma Kurulu olarak tanımlanan-danışılarak hazırlanması öngörülmektedir. 4 Ağustos’taki yeni düzenlemede Madde 10'da “Güvenli İnternet Hizmeti Çalışma Kurulu” oluşturulmuş durumdadır. Ancak bu kurul göstermelik bir kuruldur. Aileler için sakıncalı, çocuklar için uygun İnternet sitelerinin neler olacağına son kertede sadece BTK karar vermiş olacak. Güvenli İnternet Hizmeti Çalışma Kurulu’nun göstermelik olduğu madde 4/3.fıkrasında açıkça ortaya konmuştur. “Güvenli İnternet Hizmeti çalışma Kurulu’nun tespit ettiği ilkeler çerçevesinde, Güvenli İnternet Hizmetinin sunumu kapsamında kullanılacak listeler Kurum –yani BTK-tarafından belirlenir” denilmektedir. BTK, burada ailelere erişimin yasaklanacağı ve çocuklara erişimin uygun olacağı filtreleri belirlemekte tek ve muktedir kurumdur yine! Çalışma Kurulunun danışma rolü aynı maddenin 5.fıkrası ç bendinde açıkça ortaya konmuştur. Kurum isterse Kurula danışacaktır. 

 

 İnternet’in güvenli kullanımını nasıl sağlarız?   

 Mutlu Binark:  İletişim bilimci olarak, İnternet’in güvenli kullanımının ancak eğitim yolu ile mümkün olacağının altını çizmek isterim. Avrupa Konseyi de çocukların ve gençlerin İnternet ortamını güvenli kullanmasının ancak dijital okuryazarlık becerilerinin arttırılması ile olanaklı olduğunun altını çizmektedir. Türkiye’de farklı bölgelere, cinsiyete, sınıfsal konuma ve yaş gruplarına göre İnternet kullanımı eşitsizliğinin ve sayısal uçurumun olduğu aşikardır. DPT Bilgi Toplumu Raporu-2010 ve TUİK 2011 verilerine bakıldığında dijital uçurum ve erişim eşitsizlikleri iyice ortaya çıkar.  Türkiye’de İnternet’te yaşanan sorunlar dijital okuryazarlık, beceri ve nitelikli kullanım eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Temmuz 2011’de yayınlanan İnternette İfade özgürlüğü adlı kapsamlı raporunda Türkiye’ye de özel yer vermiş, hiçbir şekilde devlet eliyle filtreyi önermemektedir. Ailelerin bireysel seçişleriyle pazarda mevcut gönüllü filtre uygulamalarının kullanılmasını önermektedir,-ki bu tür yazılımlar da halen Türkiye'de yazılım endüstrisinde mevcuttur. Hatta ironik bir durumdan bahsedeyim: Pazarda hakim paya sahip TTNET’in ailelere yönelik koruma paketi ücretsizdir ve TTNET 22 Ağustos’ta başlayan İHS lere yönelik BTK’nun vereceği listeleri –pardon filtreleri!- yaşama geçirme işlemi için uygun görülen 3 aylık test süreci için açıklama yaparak,  uygulamaya verdiği desteği göstermiştir. Aslında bu da yeni medya endüstrisinin siyasi erkle her zaman kolaylıkla eklemlenme ve işbirliği/güç birliği yapma konumuna işaret etmektedir. Bu ironik durum, STÖ’lerin ve aktivistlerin yeni medya ortamını kullanırken bu küresel ağın tarafsız, ekonomi politik ve siyasi güç ilişkilerinden yalıtık olmadığını hep zihinlerinde tutmaları gerektiğine işaret eder.

 

 Peki, İnternet ortamının giderek büyük medya şirketlerinin denetimi altına alınması bizleri nasıl etkileyecek?

    Koray Löker:  Büyük medya şirketlerinin bir şey denetleyebileceği yok, ama dev şirketlerin İnternet'i tarif eder hale gelmesi gibi bir sıkıntı var bana göre. Birçok insan İnternet'ten Facebook'u anlıyor ve bu ona yetiyor. Bu birkaç yıl önce kullandığı servis sağlayıcının ya da tercih ettiği e-posta hizmeti sağlayıcısının sayfası, portalıydı, Facebook hepsini bastırdı. İçeriğe erişim tamamen aramaya dönüştü ve Google bu alanda tek hale geldi. Eskiden Yahoo! Gibi, kataloglama yapan arama motorları vardı. İnternet için çok iyi bir yöntem değildi, ama Google'ın yaptığını da rekabet içinde yapmak güç. Sonuç yeni tekeller yaratmaya vardı. Bugün bu kadar büyük bir araç ve kültürü bir avuç ulusötesi şirketin belirlemesi ihtimali elbette korkunç, ama marjinalize olmadan ne yapılabilir diye düşündüğümde çok iyimser de olamıyorum.

 Sorunun bir ayağı da İnternet'e erişim… Servis sağlayıcı firmalar da gitgide tekelleşiyor. Rekabet artıyor gibi görünmekle birlikte uygulama ve düzenlemeler çeşitliliğe yönelik olmuyor. Bu konuda dünyanın epey gerisindeyiz ve kültürel olarak dezavantajlı durumdayız. Türkiye'de radyo kültürü de yok. Amerika kıtasının hem kuzeyinde, hem güneyinde topluluk radyoları kavramı çok yaygın ve bunun uzantısı olarak İnternet erişimine yönelik de alternatif yöntemler deneniyor. Komşuluk esaslı küçük ağlar oluşturup, bunları bir araya getirerek ticari olmayan bir İnternet inşa etmeye çalışanlar var. Epey de kalabalıklar. Türkiye'de fiilen tek bir şirket var. Diğerleri bile ondan hizmet alıyor.

  

Kamuoyuna sunulan aslında bir tektipleştirme kararıdır…

  

 Son olarak,Türkiye gözetim altında yorumlarını nasıl değerlendirdiğinizi merak ediyorum…

  Mutlu Binark:  Türkiye’de dijital gözetimin boyutlarının giderek artacağına ilişkin gözlemlerimi ve kaygılarımı paylaşmak isterim. Gerek e- devlet uygulaması, gerek e-kimlik uygulaması, gerekse İnternet’te içerik takibini olanaklı kılan DPI uygulaması özel yaşamın gizliliği, kişisel verilerin güvenliği gibi yeni sorunların gündeme gelmesine ve STÖ’lerin bu konuda siyasal geliştirmesini zorunlu kılacak. Kafka’nın Dava’sında, Zamyatin’in Biz’inde, Orwell’in 1984’ünde, ya da The Conversation, Minority Report, The Enemy of the State, Gattaca gibi filmlerde anlatılan kahramanların başına gelen/örülen kötülüklerin hiçte uzak olmayan gelecekte-çok yakın zamanlarda- tüm dünyada insanların başlarına gelme olasılığı çok yüksek…Türkiye’de de özellikle DPI konusunda siyasi iradenin uygulayıcı aktörlerinin sessiz sedasız yaptığı çalışmaları açığa çıkartmak ve yurttaşları “doğru” bir şekilde bilgilendirmek gerekli.