Prof. Cengiz Aktar: AKP'nin yeni Türkiye'si aslında Jön Türkiye

Prof. Cengiz Aktar: AKP'nin yeni Türkiye'si aslında Jön Türkiye

İstanbul politikalar merkezi kıdemli uzmanı Prof. Cengiz Aktar, AKP’nin toplumun, Kürtlerin ve mütedeyyinlerin elbirliğiyle kırdığı betonu tekrar eski haline getirmek istediğini düşünüyor. Aktar’a göre "Yeni Türkiye’ diye sunulan şeyin hiçbir özgünlüğü" yok.

Cengiz Aktar uzun yıllar Birleşmiş Milletler Örgütü’nde direktör olarak çalışmış bir isim. Hâlâ Taraf ve Today’s Zaman gazetelerinde haftalık yazılarına devam eden Aktar, "Gezi, yeni Türkiye’nin şahikasıydı. O yüzden kendi ‘yeni Türkiye’ iddiasını gündeme taşıyan Başbakan’ı rahatsız ediyor" ifadesini kullandı.

Zaman'dan Tuğba Kaplan'a konuşan Cengiz Aktar'ın açıklamalarından satrıbaşları şöyle:

Çok sık dile getirilen "yeni Türkiye" sizce tam olarak ne?

Kurucu İttihatçı Kemalist irade Mütedeyyinler ve Kürtlerin tarih sahnesine yeniden çıkmalarıyla zayıflamaya başladı. Bu aktörleşmeyle yeni Türkiye de doğmaya başladı. Bu iki aktörün ortaya çıkması, İttihatçı Kemalist tasavvurda başka yarılmalara yol açtı. Bu sayede Türkiye artık Ermenilerin başına geleni, Rumların bu ülkeden nasıl kovulduğunu da konuşuyor. Dolayısıyla ‘yeni Türkiye’ belki 200 yıldır  ‘Batılılaştırmayla’ birlikte dayatılan tasavvurların dağılmasıyla ortaya çıktı. Eski Türkiye tasavvuruna ‘beton’ diyorum ben. Homojen, türdeş herkesin birbirine benzediği farklılıkların törpülendiği son derece yapay bir tasavvurdu. Türk milleti diye tabir ettiğimiz kavram ve oluşum ‘yeni Türkiye’ ile birlikte çatırdayınca, yani o beton çatlayınca mozaikler ortaya çıktı.

Neydi o mozaikler?

Bunlar irili ufaklı kimlikler. Sünni Müslüman, Alevi Müslüman, Kürt, Çerkes ve bir dolu alt kimlik. Bastırılmış, yok farz edilmiş kimliklerin hepsi pıtrak gibi çıktı ortaya. Kimliklerin ortaya dökülmesi kötü bir şey değil. Ama buradan yola çıkarak toplumsal birlikteliği tarif edebilmemiz lazım. Bu, mozaiklerin ebrulaşmasıdır. Ancak hâlâ ebrulaşma aşamasındayız, henüz çıkmadı ortaya. O mozaiklerin en irisinin bir temsilcisinin tahakkümü var.

Kimi temsil ediyor o iri mozaik?

Adalet ve Kalkınma Partisi etrafında oluşmuş güç odağını. En güçlü mozaik o şimdi. Diğer mozaikleri ebrulaştırmak değil, kendi içinde eritmek istiyor. Bu ‘yeni Türkiye’ değil. AKP toplumun, Kürtlerin ve mütedeyyinlerin elbirliğiyle kırdığı betonu, tekrar eski haline çevirmek, yani betonlaştırmak istiyor. Bu yüzden, onlara jöntürkler, zikrettikleri yeni Türkiye anlayışlarına ise ‘Jön Türkiye’ diyorum.

Jöntürkler ne yapmıştı?

Toplumu türdeşleştirmek istediler. Yaptılar da. Onların zamanında korkunç bir türdeşleşme oldu. Hıristiyanların yok edilmesi, sürülmesi. O insanların topraklarından tart edilmesi jöntürklerle oldu. O sebeple AKP’nin zikrettiği ‘yeni Türkiye’ söylemine dikkat etmek lazım. Nasıl bir ‘yeni Türkiye?’ ‘Kimin yeni Türkiye’si? O sebeple 2002-2007 arasında geleceğini düşündüğümüz ‘yeni Türkiye’ artık eskide kaldı.

 

'Artık dindarlar laikleri anlamaz hale geldi'

 

O zaman bugünler AKP’nin yeni Türkiye’si…

Evet. Bu onların özgün yeni Türkiye’si. Oysa hiçbir özgünlüğü yok. Yaptıklarının aşağı yukarı hepsi Batı’nın birer kötü kopyası. Kendi başlarına istişare, denge, denetleme ve danışma olmadan alınan bir çok karar. Reddedene tekme tokat var, hukuk yok. Ama bu gidişat Türkiye’yi 21. yüzyıla taşımaz.

AKP’nin yeni Türkiye’sinde CHP nerede duruyor?

Başbakan, ne zaman doğru bir iş yapsa, İttihatçı Kemalist tasavvurun tabularını yıkıyor. Yıktıkça parlıyor. Şimdi arada yine doğru şeyler yapıyor. Ama eskiden daha sık tabu yıkıyordu. Oysa daha yıkılacak çok tabu var. Başbakan’ın sürekli CHP’den bahsetmesi kolaycılık. CHP’yi tenkit etmek, CHP’ye vurmak çok kolay. CHP bugün hâlâ siyaseten iktidarın beslenebileceği bir yer olarak duruyor. Buna mukabil Gezi, CHP’nin fersah fersah ilerisinde. Toplumun yeni cevvaliyetini, canlılığını, farklılığını ifade eden ve cisimleştiren bir yerde. O yüzden Gezi’yi tartışma kuralları dâhilinde, saygıyla, muhatap kabul etmek kolay değil. Başbakan da bunu yapamıyor. Onun yerine çizip atıyor. Çapulcu, Gezici, serseri ya da ayyaş diyor.

“AKP’nin iktidarı boyunca maneviyat arttı, din daha özgür yaşanıyor. Ekonomik bir refah oldu.” tezinin hiç mi gerçeklik payı yok?

Türkiye’de, bu topraklarda 1923’ten bu yana sert Batılılaştırmanın, radikal kararların alındığı dönemden beri, hiç bu kadar maneviyat konuşulmadı. Türkiye’de laikler dinin ne olduğunu keşfetti. Dolayısıyla laiklerin dini anlamaları süreci sağlıklı bir süreçti. İnsanların dinlerini yaşamasını çağ dışı bir şey olarak algılıyorlardı, bu değişti. Toplumun laik seküler kısmı diğerlerini anlamak üzere yola çıktı. Ama bu sefer iş tersine döndü, dindarlar, mütedeyyinler laikleri anlamaz hale geldi. Belki çok ezildikleri ve çektikleri için olabilir ama bu geçerli bir argüman değil.

Bu değişime örnek verecek olursak...

Bunun en tipik örneği içki meselesi. Üzerinde gereğinden fazla durulan ve abartılan bir mesele haline geldi. Türkiye’de bir alkolizm sorunu mu var? Yok. Türkiye’de alkol kullanım oranı yüzde 15. Yoktan sorun var ediliyor. Bunun dışında, bahsedilen bu maneviyata rağmen, maneviyatın tam aksi olan ahlaksızlığın diz boyu olduğu işler ortaya çıkmaya başladı. Bir taraftan maneviyatın bu kadar çok konuşulduğu, diğer taraftan bu denli maddiyatçı olunan, bu dünya ve nimetlerinden faydalanmak için ahlakın dahi göz ardı edildiği bir dönemdeyiz. Bu meselenin AKP’nin temsil ettiği siyasanın özünün aman aman sofistike, üzerinde çok düşünülmüş bir şey olmadığını gösteriyor bir kere.

Sonuç olarak AKP bugün topluma ne diyor?

Tüket ve sus diyor. “Sana AVM yapıyorum, yollar yapıyorum, iş sahibisin, araba alıyorsun. TOKİ binalarını ülkenin her yerine dikiyorum ev sahibi oluyorsun. Kes sesini, tüket.” diyor.

O zaman, Kızılay İstanbul Şube Başkanı İlhami Yıldırım’ın sözleri, iktidar zihniyetinin bir tezahürü…

Kesinlikle. Neydi o cümle? “Ya bu ülkede eşek gibi yaşayacaksınız ya da def olup gideceksiniz” şeklindeydi. Açık açık söyledi. İnsanları bir hayvanla özdeşleştirerek, sesinizi kesip yaşayacaksınız dedi. Yani vermediği zaman hamdedeceksin, verdiği zaman şükredeceksin mantığı. Bu yaklaşım Türkiye gibi son 10-15 yılda iyice kabuğunu yırtmış, epey kısmını da AKP sayesinde yırtmış bir ülkede oluyor. Oysa Türkiye’yi tekrar bir deli gömleğine sokması mümkün değil. Dolayısıyla burada zaman, insan, canlar, doğa kaybediliyor. Bunun bedelini hep toplumca ödüyoruz. Ama iktidar hırsı, dünyevî çıkarlar gözlerini büründüğünden hiçbir şey göremiyorlar.

 

'Gezi, yeni Türkiye’nin şahikasıydı'

 

Neden Başbakan Gezi’ye bu kadar muhalif, ürküyor ve rahatsız oluyor biliyor musunuz? Çünkü yeni Türkiye’nin esas temsilcisi Gezi. Hâlâ da öyle. Bir yeni Türkiye arayacaksak, bunu Gezi’de aramalıyız. Çünkü orada herkes vardı. Orada bütün farklılıklar vardı ve birbirlerine saygı duyuyorlardı. Türkiye’de unutulan kavramlardan biri saygı. Aynı şekilde ayıp ve günah da öyle. Bunların yerini nefis, kibir ve nobranlık aldı. Dolayısıyla Gezi, çok dar sınırlı olmamasına ve uzun sürmemesine rağmen Gezi, yeni Türkiye’nin şahikasıydı. O yüzden kendi ‘yeni Türkiye’ iddiasını gündeme taşıyan Başbakan’ı rahatsız ediyor.

 

'Başbakan, Köln mitinginde Avrupalı değil, üçüncü dünya ülkesi lideri gibiydi'

 

Avrupa Parlamentosu seçimlerinin sonucunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu seçimlerin sonucu sürpriz değil, doğrusu bekleniyordu. Yanlış tahliller yapılıyor. Avrupa kuşkuculuğun, aşırı sağın, ki bu aşırı sağ İslamfobdur, bunlar yeni değil. Avrupa muazzam bir kimlik krizinde. Ben bunun Müslümanlıkla eşit seviyede yaşamanın zorluğundan kaynaklandığını düşünüyorum. Hıristiyanlar özellikle Batı Avrupa, hiçbir zaman Müslümanlarla eşit seviyede yaşamamış ve yaşamak istememiştir. Üstelik Rönesans’tan beri Müslümanlığı bir kenara koymuş, kendi tasavvur kaynaklarında bile Müslümanlığın olmadığını savunmuştur. Ta Petrark’tan bu yana. Ama ilişki hiyerarşiktir. Kolonilerdeki Müslümanlardır, oryantalizmdir. Ama şimdi devran döndü. Müslümanlar da kudretlendi. Türkiye, bunun taşıyıcısıydı. Ama 2001-2007 arasındaki gerçek yeni Türkiye. Avrupa’nın kendine gelebilmesi, kimlik sorununu çözebilmesi için mükemmel bir imkândı. Avrupa da, Türkiye de bu fırsatı kaçırdı. Türkiye, AB sayesinde gerçekleştirdiği reformlarla bugünkü halini aldı. Ondan sonra ‘Aaa ben neymişim ya!’ demeye başladı, aşırı bir özgüvenle sahneye çıktı ve ona buna ağabeylik yapmaya, beğenmemeye başladı. Bunun feriştahı 24 Mayıs’taki Köln mitingidir. Başbakan o mitingte Avrupalı bir lider olarak değil, üçüncü dünya ülkesi lideri gibi konuştu.

Peki Avrupa faşistleşiyor mu?

Avrupa’daki aşırı uçlar ve karşıtlar, bu ikisi birbirine karıştırılmamalı. Avrupa karşıtları, krizden beslenen, Avrupa’nın içtimaî, iktisadî ve siyasî sorunlarından beslenen partiler. Avrupa’nın sorunları bitmedi. Bunlar artık doymuş ekonomiler. Bunların yüzde 3-4 büyümesi mümkün değil. Bu büyümeler önemli de değil. Avrupalının ürettiği malı aynı kalitede Hindistan ve Çin üretiyor, henüz Türkiye üretemiyor ama. Dolayısıyla Avrupa’nın standartlarını düşürmesi gerekiyor. Ya da diğerleriyle eşitlemesi gerekiyor. Anadolu’da güzel bir tabir vardır; attan inip eşeğe binmek. Avrupa, şu an bunu yaşıyor. Bu da devam ettiği sürece daha böyle birçok parti çıkacak. Bunu büyütmemek lazım. Avrupa’nın faşistleştiği falan yok. Avrupa bu ideolojilerle nasıl mücadele edileceğini iyi biliyor. Bir de bu partilerin hiçbirinin Avrupa politikaları yoktur. Bunların oyun alanı Avrupa değil, kendi çöplükleridir. Fransa’da yaşayan Müslümanların zor zamanlar yaşamaya devam edeceklerini söylemek mümkün. Korkunun da ecele faydası yok. Er veya geç Avrupalı İslam diniyle eşit seviyede yaşamaya alışacak. Yaşamaya başlayanlar var. Fransa en son alışacaklardan biri. Türkiye’nin AB üyeliğinin işlevselliği tam da burada yatıyordu. O fırsat kaçırıldı. Dolayısıyla biz dönüp kendimize bakalım. Avrupa’da aşırı sağ güçleniyor ama faşistleşmiyor. Ama Avrupa’dan bakınca Türkiye’nin faşistleşme eğiliminde bir ülke olduğu görülüyor.