Olağanüstü hâl (OHAL) uygulaması kapsamında çıkarılan 686 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Kafkas Üniversitesi'ndeki görevinden ihraç edilen Prof. Dr. Cihangir İslam, "cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi"nin yüzde 51.4 "evet" oyu ile kabul edildiğinin açıklandığı halk oylamasına giden süreçte, iktidara yakın medyada ileri sürülen "AKP içinde 'gizli hayırcı'lar var" iddiasıyla başlayan, gazeteci Cem Küçük'ün "Artık AK Parti’nin bu radikal İslamcılarla da yollarını ayırması lazım" ifadesi ile başka bir boyut kazanan mahalledeki kavgayı "menfaat" ile ilişkilendirdi. "Gruplar arasındaki kavga menfaat kavgasından öte bir şey değil. Üzerinde çok fazla kafa yormak anlamlı gelmiyor" diyen Prof. İslam, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Biz tekkeye mürit aramıyoruz ki" şeklindeki sözleriyle de ilgili olarak "AK Parti içerisinde İslamcı yoktur. Girdiyse de o kimliğini bırakıp girmiş, oradaki ilişki biçimine ayak uydurmuştur. AK Parti’nin insana ve gruplara bakışı araçsaldır. İşine geleni kullanır, fonksiyonu bitince bir kenara koyar" yorumunda bulundu.
Prof. Dr. Cihangir İslam'ın Cumhuriyet gazetesinden Kemal Göktaş'a verdiği söyleşi şöyle:
- AKP muhafazakâr demokrat bir parti olduğunu söyleyerek ortaya çıktı. Ancak gelinen aşamada genel kanaat otoriter bir İslamcı parti olduğu yönünde. Siz AKP pratiğini ideolojik olarak nerede konumlandırırsınız?
Hatırlayınız, AK Parti 2001’de kurulurken görünür tek hedefi vardı: Millî Görüş kadrolarını rahmetli Erbakan’a rağmen peşine takıp çökmüş merkez sağın yerine oturmak. Hristiyan demokratlardan esinlenerek kendilerini ‘muhafazakâr demokrat’ olarak tanımlamışlar, Millî Görüş gömleğini çıkardıklarını ilan etmişlerdi. Batı’nın icazetinden öte, desteğini de alarak yola koyulmuşlardı. AK Parti tarihinin hiçbir döneminde İslamcı olmadı, şu anda da değil. Böyle bir niyetleri de olmadı. Bunu sadece siyasal, ilkesel ve ahlaki tutarsızlıkları açısından söylemiyorum. Seçtikleri yolun kalitatif özelliklerinin de, beyanlarının da, siyasetlerinin de hiçbir zaman bu minvalde olmadığını ifade ediyorum. AK Parti’yi eleştirenlerin bir kısmı belki bir taşla iki kuş vurma hevesiyle ancak büyük bir çoğunluğu -kibarca maddi bilgi hatası diyelim- bu nedenlerle AK Parti’yi İslamcı olarak görüyor veya görmek istiyor.
- Türkiye’de İslamcılığın milliyetçi devletçi bir damarı olduğu görüşünü kabul eder misiniz?
Mevcut haliyle AK Parti, Türkiye’deki her nevi İslami hassasiyete sahip kitlelerin önemli bir çoğunluğunu sağcılaştıran, milliyetçi, muhafazakâr bir siyasi partidir. Bu özellikleriyle Saadet Partisi’yle değil de MHP ile daha çok benzeşir. Türkiye birinci sağcılaştırma programını, çok partili siyasi hayata geçtiğinde yaşamıştır. Sağcılaşan kitleler devleti kendilerinin zannettiler. Bu politikayla hem devlet rahatladı, hem de NATO üyeliği son derece meşru bir yere oturdu halkın gözünde. Milli politikamız oldu. 27 Mayıs darbesi bildirisinde “NATO’ya ve CENTO’ya bağlıyız” vurgusu kuvvetlidir. AK Parti geldiği noktada küresel kapitalist sistemin taşıyıcısı konumunda, Bonapartist, otoriter, jakoben, milliyetçi, Makyavelist, sağcı bir partidir. İslam, hatta İslamcılık ile ilişkisi semboller üzerindendir ve araçsaldır. Adalet, hak, hukuk gibi kavramlarla; kucaklayıcılıkla alakası yoktur. Devletçi ideolojiler milliyetçilik olarak tezahür eder, şimdilerde AK Parti’de vücut bulmuştur. İslamcılık ise öncelikle bir itirazdır. Adaletsizliğe, haksızlığa karşı kucaklayıcı, hiçbir topluluğu dışlamayan, bir arada yaşamayı ön planda tutan, ontolojiler üzerinden değil prensipler üzerinden siyaset oluşturan bir isyan. Mesela Sayın Temel Karamollaoğlu’nun çizdiği tabloyu İslamcılığa daha yakın bulurum.
- AKP’li yazarlar, AKP’nin ilk döneminin aslında bir takıyye dönemi olduğunu itiraf ediyor. AKP toplumu ve demokratları da aldatmış mı oldu?
AK Parti söylediklerini yapıyor. AK Parti o günlerde verdiği bütün mesajlarda “sistemin sağ partisi” olmaya soyunduğunu açıkça beyan etmişti. Küresel kapitalist sistemle hiçbir temel sorunu olmadığını, reel siyaset yapacaklarını defalarca söylemişlerdi. İsimlerine bakıyorum, dikkat ederseniz “adalet” sözcüğünü anmaktan kaçınıyorlar; “kalkınma” konusunu sık sık gündeme getiriyorlar. İcraatta geçmiş sağ partilerden bir farkları yok.
- AKP’nin ilk döneminden itibaren demokrasi ve laiklik konularında Kemalistlerin uyarılarının liberal hegemonik söylemin alayına, hatta aşağılamasına maruz kaldığını görmüştük. Oysa bugün Kemalistler demokratik hakların savunulmasında birçok kesimin önünde görünüyor. Demokrat Müslümanların Kemalistlerle ilişkilerini yeniden tanımlayacakları bir zemin oluştu mu sizce?
AK Parti sistemin yapısal sorunlarına eğildiği dönemlerde sadece liberallerin değil daha geniş kesimlerin desteğini aldı. Çözüm sürecinde de öyle. AK Parti’yi parti olarak hiç desteklemedim ama kişisel olarak demokratikleşme çalışmalarını ve çözüm sürecini kayıtsız şartsız desteklemiştim. Eğer kandırdılarsa ben veya bir başkası bunu nasıl bilebilirdi ki? Kemalistler hangi gerekçelerle desteklemediler bu girişimleri? Belli grupların Sayın Erdoğan ve AK Partililerin, daha özel tanımla Anadolu Müslüman ahalisinin ontolojilerine yönelik saldırıları o dönemde de devam etti. Evde kliması olmayan, bunalıp da sahillere inen ve mangal yapan dar gelir grubuna dahil insanların “kısa kıllı bacakları” ‘eleştiri’ konusu yapıldı. Şimdi daha açık konuşayım, Kemalistlerin de kimlikler üzerinden ve kendi ideolojilerini mutlaklaştırarak yaptıkları muhalefet sübjektifliği bir yana, her defasında AK Parti’nin siyaseten işine yaradı. Laiklik ile ifade edilen “devletin resmi dini, ideolojisi olmaması yanında her inanç ve ideoloji grubuna eşit mesafede olması mı?” yoksa “devletin ve onun ideolojik aygıtlarının her türlü kutsalın kökünü kazımayı kendine misyon edinmesi mi?” Birinci tanıma yaklaştıkça “mutlaklaştırma”nın önüne geçilir ki Türkiye’de halkın büyük bir çoğunluğu bu anlayıştadır. Demokrasi ise insanların veya grupların birbiri üzerinde tahakküm kurmalarını önlemeye yöneliktir. Kemalistler ne kadar etkilendi bilmek zor ama özellikle referandum sürecinde halkın yine kamplaştırılmaya zorlandığını gördük. Kampların dışına çıkanlar, birbirinden habersiz insanlar benzer saiklerle ‘hayır’da toplandılar. Bu, gelecek açısından ümit vaat ediyor. Türkiye’de insanlar kendi kimlik ve ideolojilerini bu prensiplerle buluşturabildiklerinde sorunu büyük ölçüde çözmüş oluruz.
- Adalet talebiyle kitleleri örgütleyen İslamcılığın pratiği tezat oldu. İslamcılık sosyal adaleti sağlayabilir mi?
İslamcılık konusunda herkes farklı şeyler anlıyor. AK Parti’nin eleştirilere muhatap olan tarafı yani adaletsizlik, lidere mutlak bağlılık, mutlak itaat, ekonomik adaletsizlik, nepotizm, menfaatçilik İslamın ilkelerine bağlı olduklarından kaynaklanmıyor, bu ilkeleri terk etmelerinden kaynaklanıyor. Miras bırakmadan ölmüş bir peygamberin takipçisi olmak iddiası saray kültürüyle, şaşaayla, emperyal heveslerle, burjuvamilyarder oluşturmakla bağdaşır mı? Erbakan’ın 11 aylık pratiği bunu mu yaptı? İşe dar gelir gruplarından başladı, hortumları kesti, havuz sistemi ile halkın buharlaştırılıp cebe indirilen paralarını korudu. Hemen yatırıma ve üretime yöneldi. Sayın Temel Karamollaoğlu ne diyor? Biz “sosyal demokrat” görüşe yakınız diyor. Paylaşım dediğimiz şey ekonomik anlamda adaleti, eşitliği, eşitlenmeyi hedef alan bir tutumdur. Bir fikir ve uygulama açısından bunun köklerini sınıfları reddeden, insanların eşitliğini, bunun için gönüllü olarak dönüştürmeyi öneren ve temele koyan vahiy dinlerinde bulursunuz. Sosyalizm düşüncesinin köklerini vahiy dinlerinde bulursunuz. AK Parti iktidarı bunları hedef almadı; küresel kapitalizmi Türkiye’ye taşıdı. Yola çıktıkları söylemle kıyaslarsak tutarlılar ancak İslamın ilkeleriyle tutarsızlığa düştüler. 15 yılda çoğalan bir kalem de dolar milyarderleri.
- YSK’nin verilerini kabul edersek, hayır oyları yüzde 49’a yakın çıktı. Sizce bu neyi ifade ediyor?
Referandumda İslami kesimden önemli bir kitle ‘hayır’ verdi. AK Parti cenahının “hayırcılar birbiri ile alakasız gruplar” tespiti doğru ve gücü buradan gelir. Bu insanlar kutuplaşmaya, kabile asabiyetine başkaldırmış, prensiplere bağlanmaya çalışan insanlardır ki yeni bir kutuplaşmaya düşmeden bir arada yaşamanın asgari müştereklerini ayakta tutmaları gerekiyor. Hayır veren kesim değerler skalasını yükseltmiştir. Bu çok umut vericidir.
- 2019 ya da daha önce yapılacak bir başkanlık seçiminde nasıl bir yöntem izlenmeli?
16 Nisan’dan sonra yürürlüğe giren değişiklikler problemleri büyüterek sistemi tıkama potansiyeline sahip. Toplum-iktidar dengesini toplum aleyhine bozdu. Kişilerden bağımsız olarak bu sistem suiistimale açık. Yüzde 49 alan ‘hayır’ kesiminin yapabileceği en önemli şey sadece bu değişiklikleri kaldırmak değil baştan sona bir anayasa çalışması ile 2019’da sistem kurucu bir çalışmanın içine girmesidir. Bu kesimin kutuplaşmadan, cepheleşmeden, kimliklerini koruyarak ortak bir çözüm çalışmasına girmesi ve bunu göstermesi buraya katılımları arttıracaktır. Ancak AK Parti baskın bir seçime gidebilir. Hem böyle bir organizasyonun önünü kesmek hem de AK Parti içerisindeki kadroları ‘sağlamlaştırmak’ yönünden bakılınca şartlar bunu gösteriyor.
- KHK ile ihraç edilmenizin nedenini tahmin ediyor musunuz? Bu sadece Barış İçin Akademisyenler bildirisine destek vermek için attığınız imzayla açıklanabilir mi?
Kişisel durumumla ilgili çok fazla konuşmak istemiyorum. Ancak bu benim dördüncü atılışım. Üçünü 90’lı yıllarda yaşadım, dördüncüsü AK Parti’ye nasip oldu. Rabia yani. Çok daha kötü durumda olan insanlar var. İkinci bildiriyi imzalamam nedeniyle hakkımda bir yıldır soruşturma yürütülüyordu. Gerçek nedeni hiçbirimiz bilmiyoruz. Çünkü yüzümüze okunan ya da yazılı gönderilen bir infaz hükmü yok. Duruma baktığınızda her şey olabiliyor bu işlerde, bir rektörün husumetinden tutun da Saray’a kadar uzanan bir zincir. Yılmak yok; mücadeleye devam.
- İslam ve demokrasi konusu, siyasal İslamcıların pratiği nedeniyle bir dönem önce olduğu gibi umutla konuşulan bir mesele olmaktan çıktı. Bu ilişkiyi tamir etmenin bir yolu var mı?
İslam perspektifinde bir yönetimi meşru kılan şey sadece hak ve özgürlüklere saygılı olması değil, sadece halkın rızasını alması da değil bu ikisini birlikte alarak yönetmesidir. Bu ilkeler son derece açıktır. Referandumda İslami kesimden yükselen muhalefet buraya vurgudur. Analizin ve eleştirinin çok zayıf olduğu bir ortak tarihimiz ve ortak kültürümüz var. Bu İslamın değil tarihin getirdiği bir yüktür ve kültürel anlamda, halkın çoğunluğu için söylüyorum, yine İslamın kodları ile kültür içerisinden aşılabilir. Burada çok önemli olmakla birlikte tek sorun AK Parti’nin demokrasiden uzaklaşması demek zor. Çeşitli yoğunluklarda tecrübe ettiğimiz altı darbe veya girişimden beşi Kemalist ruh taşıyor. Demokrasi ile toplum olarak sıkıntımız var.
- AKP kimilerinin iddia ettiği gibi İslamcılarla yollarını ayırabilir mi?
AK Parti içerisinde İslamcı yoktur. Girdiyse de o kimliğini bırakıp girmiş, oradaki ilişki biçimine ayak uydurmuştur. AK Parti’nin insana ve gruplara bakışı araçsaldır. İşine geleni kullanır, fonksiyonu bitince bir kenara koyar. Gruplar arasındaki kavga menfaat kavgasından öte bir şey değil. Üzerinde çok fazla kafa yormak anlamlı gelmiyor.
- 15 Temmuz darbe girişiminin İslamcı cenahtaki etkisi ne oldu?
Bir Saray’dan görülen 15 Temmuz var ve olup bitenin detaylarıyla ilgili bilgimiz yok. Kilit isimlerin çağrılıp dinlenmediği bir komisyon çalışması var ki ciddiyetten uzak. Ben sokağın 15 Temmuz’u ile ilgileniyorum. Her görüşten insanın sokağa çıktığı, infial uyandıran bir girişime karşı toplu bir direniş. 250 insanımızı kaybettik. 2 bin 500 yaralı veya sakatlanan insanımız var. 40 bin kişi hapiste, 150 bin kişi işini kaybetti. Nedenini bilmiyoruz. Darbeye karışanları kenarda tutarsak, alt kademe çalışanların, yönetim üzerinde etkisi olmayan insanların işlerini kaybetmeleri bir trajedi. Çok acı hikâyeler var. 37 intihar var bu insanlar içerisinde. Yüzlerce gazeteci içeride. Birçok basın yayın organı kapatıldı. Şirketlere el konuyor. Hapse atılan insanların kişisel mallarına el konuyor. Bir korku beldesi. Ha bir de Kavurmacı olayı. Etkisi bu. Yapılmak istenen de herhalde bu.