Eski İstanbul Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Tamer Dodurka, Tekirdağ Belediyesi’ne bağlı Çorlu mezbahasında pilot uygulamanın yapıldığı "acısız" kesim kesimhaneyi anlattı. Kesimhaneyi ziyaret eden kasaplara değinen Prof. Dodurga, "Önce bir anlam veremediler. Ancak hayvanın kesilirken bağırıp çağırmadığını, acı içinde kıvranmadığını, çırpınarak etrafı kan içinde bırakmadığını görünce, 'Neden şimdiye kadar uygulamadık?' dediler. Hatta, 'Yıllarca hayvanlara boş yere acı çektirmişiz' diyenleri bile biliyorum" diye konuştu.
Tamer Dodurka'nın Hürriyet gazetesinden Ayşe Arman'a verdiği söyleşi şöyle:
- Hocam, nedir bu hayvanlarla alıp veremediğimiz?
Sormayın! İnsan-hayvan ilişkilerinde, hayvanı bir türlü doğru yere oturtamıyoruz! 19’uncu yüzyıldan önce durum daha da vahimdi. “Bilim insana aittir. Hayvanda kullanılması günahtır!” safsatasıyla, veteriner fakülteleri bile açılamıyordu. ‘Sığır vebası’ denilen bulaşıcı ve öldürücü bir hastalık sığırları telef edince, mecburen Fransa’da ilk fakülte açıldı. Ama hayvana bakış son derece kötüydü. Descartes’a göre hayvanlar acı çekmezdi, Aristo’ya göreyse, hayvanlar ve köleler, akılsız, ilkel ve aşağılık varlıklardı. Bu nedenle onlara her şey yapılabilirdi. Ama sonra medeniyet geliştikçe ‘hayvan refahı’ kavramı gündeme geldi. Ve 1997’de Avrupa Birliği’nin bir bildirgesiyle tarımda kullanılan hayvanlar, ‘mal’ olmaktan çıkarılıp, ‘hissedebilen varlıklar’ olarak kabul gördü...
- Bu ne anlama geliyor?
Yani “O da bir canlı, hissediyor. Ona bir müdahale yaparken düşün” diyor, “Acı çektirme!” diyor. Bu tabii çoğu insanın işine gelmedi. Nasıl olsa, “Onlar [Çözüm: Acısız kesim] düşünemez, acı çekmez, farkına varmaz” diyerek onları istediğimiz şekilde kullanıyorduk. Örneğin bağırta bağırta kesiyorduk, üzerlerinde deneyler yapıyorduk, kabuklu hayvanları canlı canlı kaynar sulara atıyorduk. Kısacası, “Başka canlılara acı çektirme hakkımız var mı?” gibi bir soru dahi sormuyorduk. Onlara işkence çektirirken, insani değerlerimizi sorgulamıyorduk bile...
- Biz, hayvanların ‘aptal’ olduklarını mı düşünüyoruz?
Ne yazık ki öyle! Oysa hepsi yaşadıkları ortamda kendi sorunlarını çözecek zekâya sahipler. Öyle olmasaydı, nesillerini bugünlere kadar devam ettiremezlerdi. Tamam onlar, bizim karşılaştığımız problemleri çözemeyebilirler ama biz de onların problemlerini çözmede yetersiz kalabiliyoruz. Hisleri bizden çok daha gelişmiş durumda, mesela depremi önceden hissedebiliyorlar.
- Acıyı ne kadar hissediyorlar?
Dibine kadar! Hayvan, mezbahadan içeriye girer girmez korku ve acının kokusunu hissediyor. En küçük seslere bile tepki veriyor. İçeriye girsin diye zorlanırken, kapılar açılıp kapanırken yaşadığı korku gözlerinden okunabiliyor. Ondan sonra, sıra kesime geliyor. Kesim acısını da, beyin ölümleri gerçekleşene kadar hissetmeye devam ediyorlar. Bu da ne yazık ki dakikalarca sürüyor. Zaten mesele de bu...
- Biz yıllardır bu zavallı hayvanlara n’apıyoruz?
Acısız kesme imkânımız varken, hatta dinimiz de bunu öneriyorken, sırf önyargılar nedeniyle, onları insanlık dışı yöntemlerle kesiyoruz!
- Klasik kesim yöntemiyle onlara işkence mi çektiriyoruz?
Evet maalesef! Ve biz bunu yıllardır milyonlarca hayvana yaptık, yapıyoruz. Hayvan, önce bir bacağından zincirlenerek asılıyor, sonra boynunun [Çözüm: Acısız kesim] altındaki sinir boydan boya kesiliyor. Derken deri altı dokuları, kaslar, sinirler, damarlar ve gırtlak kesiliyor. Bu acı da tarif edilebilir cinsten bir şey değil! Gerçek bir vahşet! Bunların ardından aniden kan boşalınca, ciddi bir biçimde kan basıncı düşüyor. Dokulara oksijen gidemiyor ve hayvan bunun da acısını yaşıyor. Ardından soluma refleksiyle boynundan akan kanı da ciğerlerine doğru çekip ciğerlerini yakıyor ve üstüne bir de boğulma hissi yaşıyor...
- Of ki ne offf! Ama klasik kesimin acı vermediğini iddia edenler var...
Kendilerini kandırıyorlar. Hayvan bağırmayı kısa sürede kestiği ve hareketsiz kaldığı için acı duymadığını iddia ediyorlar. Oysa, acı duyusunun ortadan kalkması için hayvanın hareketsiz kalması değil, bilincin tam olarak kaybolması gerekir. Yani boynun kesilmesi ve bilincin kaybedilmesi arasında geçen sürede acı duyumu aralıksız devam ediyor. Hele ki sığır ve danalarda kesilmeden sonra bilinç kaybı ve beyin ölümü yavaş oluyor. Boğaz kesildikten sonra kan akarken beyin işlevleri devam ediyor. Yani hayvanın bağırmaması ya da hareketsiz kalması acı çekmediğini göstermiyor...
- Hayvanın kesim sonrası, epey bir süre hâlâ acı çektiği nasıl ispatlanabilir?
Beyin elektrosu çeken EEG cihazıyla çok rahat ispatlanabilir. Hayvan hareketsiz kaldıktan sonra yapılan EEG çekimleri, beyin ölümü olana dek hâlâ acı çektiğinin kanıtı...
- Peki siz ne öneriyorsunuz?
Tabii ki acısız kesimi! Bayıltarak kesmeyi. Hayvanın ölümü yine kesilme neticesi oluşan kan kaybından olacak, yine kanı boşaltılacak ama hayvan acı çekmeyecek...
- Diyanet “Bayıltarak kesim yapılmasında dini açıdan bir sakınca yoktur!” fetvası verdi yıllar önce ama hâlâ bir gıdım ilerleme yok... Neden?
Doğru, 2004’te Diyanet İşleri Başkanlığı “İslam’ın istediği koşullar yerine getirildiği takdirde, acısız kesimin dinen sakıncası olmadığına dair bir görüş belirtmişti. Birçok din adamı da acısız kesimin hiçbir mahzuru olmadığını açıkladı. Ama bu yasal bir zemine oturtulamadı. O günden beri de bir gelişme yok. Ben bu modern dünyada, hâlâ acı veren kesim yöntemlerinde ısrarcı olmanın günah olduğunu düşünüyorum. Dahası İslam dini, hayvanların acısız kesilmesini emrediyor. Belli bir yöntemi zorunlu kılmıyor. Hatta bildiğim kadarıyla ‘bıçak’ ismi bile geçmiyor. Yine de eskiden acısız kesim için en iyi alet keskin bir bıçak iken, artık kullanılabilecek acı vermeyen modern cihazlar var. Eskiden deveye binmek caizdi, şimdi birçok Müslüman daha modern diye Mercedes ile geziyor!
- Sizce insanlar, yanlış inanışlardan dolayı acısız kesime kaygıyla mı bakıyorlar?
Aynen öyle! Bir taraftan yasal zorunluluk gerekiyor. Bir taraftan da insanları eğitmek gerekiyor. Yoksa 100 yıl geçse de hayvanlara karşı işlediğimiz bu günaha son veremeyiz. 2011’de hayvan refahıyla ilgili yönetmelik hazırlanırken, taslakta bu konu da gündeme getirilmişti. Hatta zamanın Bakanı Mehdi Eker’in sözü vardı. Ama yönetmelik yayımlandığında, ne olduysa oldu ve bu maddeler yer almadı. Oysa Tarım Bakanlığı, “Dinen sakıncası yoksa, bizce de sakınca yok” deyip topu Diyanet’e atmıştı. Fakat Diyanet, üzerine herhangi bir şey yapmadı...
- Şu an durum ne?
Herkes dinen sakıncası olmadığını biliyor ama topu birbirine atıyor! Ve hayvanlar yok yere eziyet çekmeye devam ediyor! Sizinle de 2010’da bu konuda bir röportaj yaptık. Ama değişen bir şey yok. Mezbahalar, dört duvarı kapalı alanlar. Ne yazık ki oradan yükselen çığlıklar Ankara’ya ulaşamıyor! Zaten bu acının farkına varılsaydı, bugün hâlâ bunları konuşuyor olmazdık...
- Bayıltarak kesmek, hayvanların acılarını biraz olsun dindirmek mi?
Elbette! Hayvana uygulanan bayıltma yöntemi, saliseler içerisinde devreye giriyor ve hayvan, kafasına giren milin farkına bile varamadan bilincini kaybediyor. Böylece kesimin her aşaması, acısız şekilde devam ediyor.
- Ağrısız kesimin İslam’a ters düştüğünü söyleyen var mı?
Önyargıyla yaklaşıp, günah olduğunu söyleyen var. Ama kimse, ağrısız kesimin neresinin İslam’a ters olduğunu açıklayamıyor. Ters yanı yok çünkü. Tek kaygı ya bayıltma işlemi sırasında hayvan ölürse, acaba ‘leş’ olur mu? Biz bayıltma işleminde ölen hayvana rastlamadık.
- Siz, ağrısız kesimi bu ülkeye yerleştirmek için ne kadar uğraştınız?
Bu konuyu ilk defa gündeme getiren veteriner fakültelerinde gıda konusunda çalışan hocalarımız. Onlardan öğrendiklerimizle yola çıktık ve konunun takipçisi olduk. Bu konuyu ön plana alan bir dernek kurduk. Yurtdışındaki derneklerle birlikte çalıştık. Konuyu medyaya taşıdık. Bakanlıktaki meslektaşlarla irtibat kurduk. 2011’de çıkması gereken hayvan refahı yönetmeliğinde bu konuya yer verilsin istedik. Rahmetli Yaşar Nuri Hoca, İlahiyat Fakültesi Dekanı ve din adamlarıyla birlikte İstanbul’da bir toplantı düzenledik. Makaleler yazdık, konferanslar verdik. Dernek üyelerimizle ve yine uzman bir hocamızla beraber Diyanet İşleri Başkanlığı’nı ziyaret ettik. Din İşleri Yüksek Kurulu üyeleri ve Ankara civarındaki tüm müftülerimiz oradaydı. Anlatılanlardan sonra hiçbir din adamı bu işlemin dinen sakıncalı olduğunu iddia etmedi. Sadece “Bu konunun vatandaşa duyurulması Diyanet’in işi değil” diye duyurulma isteğimize olumsuz yaklaştılar. Sonuçta meramımızı ne topluma anlatabildik ne de yönetmeliklerde yer almasını sağlayabildik. Bu hayvanların tüm vebali bu konuya kayıtsız kalan sivil ya da resmi kurum yöneticilerinindir.
- Hayvanseverler sizin yanınızda ama değil mi?
İnanır mısınız, bazı hayvan severlerden bile tepki aldık. Onlar da, “Acısız bile olsa, herhangi bir kesim yöntemini savunmak hayvanın kesilmesini/ölümünü onaylamak anlamına geliyor” dediler! Bizim, hayvanların kesimine engel olabilmemiz mümkün değil. Et yiyen bir milletiz. Ama madem bu hayvanlar kesilecekler, bari acı çekmesinler! Mesele şu: Toplum, yeterince onaylamadığı takdirde, bu hayvanlar bağırtıla bağırtıla kesilmeye devam edecekler!
- Sizce bu yöntem diğer belediyelerde de yaygınlaşır mı?
Bir kez bu yöntemi gözleriyle görseler, kendi belediyelerinde de uygulayacaklarına inanıyorum. Ama toplumda İslamiyet’le alakası olmayan önyargılar nedeniyle, acısız kesime tedirgin yaklaşılıyor. Bu da siyaset makamında olan belediye başkanları için önemli bir engel. Ama kimse unutmasın, o acı içinde kıvranan hayvanların vebali, o tür kesime izin verenlerin üzerinedir. Bunu anlamaları için iki kesim arasındaki farkı bir kere izlemeleri yeterli...
- Burası neresi?
Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi’nin modernleştirerek hizmete açtığı Çorlu mezbahası.
- Burada acısız kesim mi yapılıyor?
Temel olarak klasik kesim yapılıyor. Ama vatandaşa, acısız kesim alternatifi de sunuluyor. Onay alınırsa bu yöntem uygulanıyor.
- Türkiye’deki pilot mezbahalardan biri mi burası?
Evet. Biz başka hiçbir mezbahada acısız kesim yönteminin uygulandığını duymadık. Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi’nin üçü özel firma, dördü ise bizzat büyükşehir belediyesince işletilen yedi mezbahasından sadece Çorlu mezbahasında bu yöntem var. Pilot olduğunu söyleyebiliriz; çünkü buradaki deneyimlerimizi hem kendimizi geliştirmek için kullanacağız hem de bu yöntemi kullanmak isteyen diğer belediyelerle paylaşacağız.
- Bayıltma işlemi küçükbaşlarda ve büyükbaşlarda aynı mı?
Yok hayır. Küçükbaş hayvanlarda elektroşok yöntemi kullanılıyor. Büyükbaş hayvanlardaysa mil yöntemi. Hayvanın, alnına, hava basıncıyla çalışan bir sistem sayesinde bir mil girip çıkıyor. Bu işlem, hayvanda hayati fonksiyonlarına etki etmeden, yani onu öldürmeden bilinç kaybına neden oluyor. Hemen ardından, bıçakla boğazı kesiliyor ve kanı akıtılıyor.
- Hayvanın acı çekmediği ne malum?
Klasik yöntemden farkı da bu zaten. Bu yöntem, saliseler içinde bilinç kaybına yol açtığı için hayvan hiçbir acı duymuyor. Beyinde acı duymaya ilişkin merkezler var. Bunlar, bilinç kaybıyla beraber kapanıyorlar ve hayvanın acı duyması artık mümkün olmuyor. Zaten beyin elektrosuyla yapılan çalışmalarda bu yöntemin uygulandığı hayvanda acıya ilişkin belirtilerin kaybolduğu ispatlanıyor. Klasik yöntemde ise, hayvanın başı gövdeden ayrıldığı halde, beyin halen fonksiyonlarına devam ettiği için, kesim sırasındaki acıyı hissetmeye devam ediyor. Beyin elektrosu alındığında dışarıdan gelen seslere dahi beynin hâlâ tepki vermeye devam ettiği net olarak gözleniyor. Beyin ölümü şekillenene kadar acı duyumu sürüp gidiyor...
- Tepkiler nasıl?
Gayet olumlu. Kesim seçime bağlı, ama genelde insanlar “Acısız kesim olsun!” diyorlar.
- Kasaplar nasıl karşıladılar?
Önce bir anlam veremediler. Ancak hayvanın kesilirken bağırıp çağırmadığını, acı içinde kıvranmadığını, çırpınarak etrafı kan içinde bırakmadığını görünce, “Neden şimdiye kadar uygulamadık?” dediler. Hatta, “Yıllarca hayvanlara boş yere acı çektirmişiz” diyenleri bile biliyorum.