27 yıl çalıştığı Marmara Üniversitesi’ndeki görevinden şubat ayında KHK ile ihraç edilen Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, MHP lideri Devlet Bahçeli'nin önerdiği Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi için "Bu bir yanılsama" yorumunu yaptı. Kaboğlu sistem için, "Bir kez, anayasa hukukunda böyle bir kavram yok" dedi.
Kaboğlu'nun Cumhuriyet'te yer alan yazısı şöyle:
8 Ocak günlü basın toplantısında “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” kavramını tekrarlayarak kullanan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, anayasa, devlet ve milli duruş kavramları karşısındaki konumunu yeniden vurguladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2. dönem adaylığını açıkladığı konuşmasındaki şu dört öğe, doğruluk ve gerçeklik testinden geçirilmeli: 16 Nisan’da Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CBHS) kuruldu; 3 Kasım 2019 seçimleri CBHS kurallarına göre yapılacak; seçimlerden sonra da CBHS uygulanacak. Bu nedenle, muhalefet partilerinin kendilerini sisteme göre ayarlaması gerekir.” 16 Nisan halkoylaması ile “anayasa sayfası” kapandı; bu çerçevede seçime girecek olan muhalefet partileri, bu süreci kabul etmişlerdir. Devletin beka sorunu nedeniyle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın adaylığını destekliyorum. Bu destekle, yerli ve milli bir duruş sergiliyorum; muhalefet partileri bu özelliği temsil etmiyor.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, seçimler için en güçlü slogan olarak kullanılacak gibi; oysa bu bir yanılsama. Çünkü: Bir kez, anayasa hukukunda böyle bir kavram yok. Ama olsa da fark etmez. Çünkü hükümeti ortadan kaldırmak, 6771 sayılı kanunun öncelikli amacı idi. Cumhurbaşkanlığı ise örtülü bir biçimde kaldırıldı. “Cumhur” başkanlığı, “parti” (halkın bir kısmı) başkanlığına indirgendi. Uygulama ise bunu teyit etti. Ya sistem? “Eşgüdüm içerisinde bulunan kurumlar bütünü” şeklinde tanımlanan sistem ile 6771 sayılı kanun düzenlemesi arasında bir ilişki yok. Zira bu metnin özü, kurumlar eşgüdümünü değil, bütün kurumları bir kişinin güdümüne koyma hedefini yansıtıyor. Anayasal düzlemde hukuki öngörülebilirlik ve hukuki güvenlik ilkelerinin ikinci plana atılması da güdümlü yapıyı pekiştiriyor. Özetle hükümetin, cumhurbaşkanlığının ve sistemin olmadığı bir düzenlemeyi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak adlandırmak, tam bir yanılsama.
Oysa demokratik anayasal düzen, tek kişinin güdümünde değil, kurumlar arası eşgüdüm yoluyla kurulabilir ancak. Karşılaştırmalı anayasa hukuku ilkeleri gereği, OHAL yönetiminde anayasa değişikliğine sürekli itiraz edildiği halde, değişikliğin de ötesine geçilerek, “anayasal düzeni” ortadan kaldıran oylama sonucu üzerinde OHAL belirleyici oldu. 3 Kasım 2019 seçimleri ardından, 6771 sayılı metin, yürürlüğe (tümüyle) girecek. 16 Nisan oylaması, sadece bir anayasa oylaması değildi, aynı zamanda veya daha çok “kişi projesi” olarak nitelenen metin üzerinden kişinin oylaması söz konusu idi. Evetler için olduğu kadar hayırlar için de... Buna karşılık, 3 Kasım 2019’da, yalnızca “siyasal iktidar sahibi” oylanmayacak, daha çok “anayasa oylanacak”. Bu açık ancak fark şurada olacak: “Proje sahibi”, “iktidar için anayasa” diyecek, muhalifler ise “demokratik anayasa için iktidar” diyecek.
Bu nedenle, yasama ve Cumhurbaşkanı için yapılacak oylamada seçmenler, şu tercihle karşı karşıya: Yürütme (doğrudan)- yasama(dolaylı) ve yargı (güdümünde) yetkilerini kendisinde toplayan tek bir kişi yönetimi mi, yoksa yürütme/kural koyma (yasama), kuralları uygulama (yürütme) ve denetleme (yargı) erklerini, meclis, kurul ve özerk-bağımsız organlara bırakan bir hukuk devleti mi?
Ayrışma şurada: Tanzimat-Meşrutiyet-Cumhuriyet çizgisinde uzun bir evrimin sonucunda şekillenen erkler ayrılığını savunanlar mı ulusal kimlik yanlısı ve yurtsever? Yoksa, “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenir” (6771 sy. Kanun md.10/son) şeklindeki büyük sapmayı içselleştirenler mi yerli ve milli?
Oysa, siyasal ve anayasak tarihimiz, demokratik hukuk devletinin ortak kavramları ile örülü: Erkler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, anayasal denge ve denetim düzenekleri, yöneticilerin hesap verebilirliği (görev+yetki+sorumluluk), devletin insan hakları karşısındaki yükümlülükleri (saygı+koruma+geliştirme) vb.
16 Nisan’da oylanan metin de, devletin bekası adına gerekçelendirildi ve savunuldu. Buna karşın, yürürlüğe girişi 3 Kasım 2019 sonrasına bırakıldı. Eğer anayasa değişikliği devletin bekası için yapıldıysa neden metni bütün olarak yürürlüğe koyma yerine, cumhurbaşkanının partisinin başına geçmesi ve HSYK’yi yeniden yapılandırmasına öncelik verildi? Bu soru, kimin bekası sorusunun da yanıtı niteliğinde.
Anayasa değişikliği, Devlet Bahçeli’nin “Anayasa suçu işleniyor” beyanı üzerine yapıldı; ne var ki, bugün, Ekim 2016’ya göre anayasa ihlalleri dizisi daha belirgin hale gelmiş bulunuyor. Değişen ne? Anayasa suçuna karşı olan kişinin eleştirisi doğrultusunda değişiklik yapıldığı halde ihlal sürdüğüne göre, suça karşı çıkan kişi de “suç ortağı” olmuş durumda. Cumhurbaşkanlığına aday gösteren ve gösterilen arasında iki ortak payda daha var: Beka ve vuruş tarzı. Neyin bekası olduğu 16 Nisan’dan sonra görüldü: “Proje sahibi” ve partisinin. Aday ilan eden açısından da, devletin bekası adına, Bahçeli olanı ve partisini kurtarması öne çıkmıyor mu? Siyasal yarış yerine, muhalifler “dış güçlerle işbirlikçi” ilan edilerek belden aşağı vuruş alışkanlığı. Vuruş, üstelik, “devletin beka sorunu” denilerek, devlet olanakları ile yapılacak...