T24 - Sabancı Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Tosun Terzioğlu yeni eğitim sistemi için "1+8+4" şeklinde yeni bir formül önerdi. Terzioğlu, "Son yıllarda kızların okullaşma oranı yüzde 80’lerden yüzde 98’e çıktı. Bu çok büyük bir başarı. Bunun için herkes çok çalıştı. Ama hükümet istemeseydi bu başarıya ulaşılamazdı” dedi.
Vatan gazetesinden Mine Şenocaklı'nın "Önemli olan kızların okuması, ister başörtülü ister başörtüsüz!" başlığıyla yayımlanan (27 Şubat 2012) Prof. Dr. Terzioğlu söyleşisi şöyle:
Farklı bir formül öneriyor Prof. Tosun Terzioğlu; 1+8+4! Yani okul öncesi bir yıl eğitim, sonra kesintisiz sekiz yıl ve dört yıl daha... 4+4+4 formülünün kızları okuldan alıp eve hapsedeceği eleştirilerine ise pek prim vermiyor. “Son yıllarda kızların okullaşma oranı yüzde 80’lerden yüzde 98’e çıktı. Bu çok büyük bir başarı. Bunun için herkes çok çalıştı. Ama hükümet istemeseydi bu başarıya ulaşılamazdı” diyor ve ekliyor; “Başörtülü ya da başörtüsüz önemli olan kızların okula gitmesi! Bir çocuğun okula gitmesi, öğrenmesi, dünyayı tanıması, arkadaşlar edinmesi, sosyalleşmesi, ne giydiğinden çok daha önemlidir! İlkokulda da başörtüsünün sorun olmaması gerekir!”
Eğitimle ilgili yeni yasa tasarısı tüm gündemi değiştirdi. 28 Şubat’tan sonra uygulamaya giren ve AK Parti hükümetleri tarafından da gayet başarıyla uygulanan sekiz yıllık kesintisiz eğitim yerine yeni bir formül ortalığı toz duman eden; 4+4+4! Aslında zorunlu eğitimi 12 yıla çıkarması konusunda kimsenin bir eleştirisi yok, eleştiri kesintili olmasına! Bir not; bu öneriyi ilk getiren hükümet de değil! İmam Hatip Liseleri Mezunlar Mensuplar Derneği (ÖNDER) Başkanı Hüseyin Korkut. Öneri sahibi ÖNDER, ama görünen o ki tüm AK Parti bu öneriyi sahipleniyor.
Tasarıyı eleştirenlerin başında gelenler ise manidar! Türkiye’nin en başarılı iş kadınları Ümit Boyner ve Güler Sabancı. Kesintili uygulamanın kızların eğitiminin dört yılda bitmesine sebep olacağından kaygılılar. Zira 12 yıl eğitim zorunlu olmasına zorunlu, ancak bir sorun var, ki onlar da buna vurgu yapıyor. Dördüncü sınıftan sonra, açık öğretim benzeri evden eğitim almaya olanak veriyor tasarı. Yine TÜSİAD’lı iş kadınlarına göre bu, kızların çocuk gelin ya da çocuk işçi olmasına yol açacak.
Mesele bununla kalmıyor. Geliyor dindar ailelerin kız çocuklarının başörtüleriyle okula gidip gitmeyeceğine... Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca, “Yasa teklifinin getirdiği açık öğretim imkanı karşısında ‘Bu uygulama kız çocuklarını bir sosyalleşme mekanı olan okuldan soyutlayıp, eve gönderiyor’ diyenler bir şartla haklı olabilirlerdi: O kız çocuklarının okul hayatına başörtüleriyle katılmaları ihtimalinde çıngar çıkarmayacak olsalardı” diye yazdı. Ve devamını şöyle getirdi; “O kız evdeyse sizin yüzünüzden!”
Mesele biraz karışık... Bu tartışmaları konu eğitim oldu mu ilk akla gelen isimlerden biriyle konuşmanın en doğrusu olacağını düşündüm ve TESEV, TÜSEV, AÇEV, Türkiye Zeka Vakfı, Eğitim Reformu Girişimi gibi pek çok sivil toplum kuruluşunun üyesi, Sabancı Üniversitesi Kurucu Rektörü, Türk Matematik Derneği eski Başkanı, TÜBİTAK eski Başkanı gibi pek çok unvanı taşıyan Prof. Tosun Terzioğlu’ndan bir randevu aldım. Beklediğimin aksine tasarıya yönelik bu endişeleri taşımıyordu Terzioğlu. Onun takıldığı noktalar daha çok eğitimin kalitesi ve mesleki yönlendirme yaşının 10’a indirilmesi üzerineydi...
Peki hiç mi endişesi yoktu kızların okul dışında kalmasından, açık öğrenim sebebiyle? O ilk sekiz yılda açık öğrenime zaten karşı... Nihal Bengisu’nun yazısını hatırlattım... O da Bengisu ile hemfikir gibi; “Benim kızların okula gönderilmesi konusunda endişem yok. Son 5-6 yılda kızların okullaşma oranı yüzde 80’lerden yüzde 98’e yükseldi. Bu çok büyük başarı, bunun için herkes çok çalıştı, ama hükümet istemeseydi bu başarıya ulaşılamazdı. İnsanlar kız çocuklarını okutmak istiyor, bu yüzden bu formülle kızların eve alınacaklarına dair bir endişem yok” dedi.
Ben yine ısrarla “Peki ya başörtüsü?” dedim. Hiç önemsemedi; “Bir çocuğun okula gitmesi, öğrenmesi, dünyayı tanıması, arkadaşlar edinmesi, sosyalleşmesi ne giydiğinden çok daha önemlidir! İlkokulda da başörtüsünün sorun olmaması gerekir. Bu ülkede kadınların yüzde 60’ı başını örtüyor. Ve bu kadınların yüzde 95’i laiklikten yana. Bunu unutmayalım...”
Hocam 4+4+4 yasa teklifi ne getiriyor, ne götürüyor?
Bir kere bu hükümetin önerisi değil. Milletvekillerinin ya da hükümet içindeki grupların hazırladığı bir teklif değil. Ayrıca hükümet programında da böyle bir şey yok. Bu ilginç. Oysa eğitimde ciddi değişiklikler yapmak, uzun, ciddi bir planlamayı ve toplumda bir uzlaşı yaratmayı gerektiriyor. Bana ve birçok insana göre, Türkiye gibi hızla değişen ve 2023’te dünyanın ilk 10 ekonomisi içine girmeye çalışan dinamik bir ülkede eğitim fevkalade önemli. Türkiye, öyle petrol gibi müthiş bir doğal kaynağı, zenginliği olan bir ülke değil. Ama bizim genç bir nüfusumuz var. Genç nüfusumuzu iyi eğitebilirsek, o bizim en büyük zenginliğimiz olur. Bunu yapamazsak da 2023 hedeflerine ulaşabilmemiz hayal olur. Dolayısıyla eğitimde yapılacak herhangi bir ciddi değişikliğin toplumda tartışılması, bir uzlaşı sağlanması gerekir. Nasıl ki bugün yeni anayasa için mümkün olduğu kadar değişik görüşler toplansın ve uzlaşmaya varılsın istiyoruz, eğitimde de aynı şey olmalı. Tabii ki uzlaşmaya varmanın yanı sıra, bunun ciddi olarak planlamasının yapılması da gerekir. Bugün eğitim zorunlu olarak 8 yıl. Bunu bırakın 12 yıla çıkarmayı, 9’a, 10’a çıkardığınız zaman eğitime devamın oranı yüzde 56’ya düşüyor. Bu oranı yüzde 100’e çıkardığımız zaman acaba kaç derslik, kaç öğretmen daha lazım? Bunlar için kaynağı nereden bulacağız? Bunları bugünden yarına yapabilmemiz çok zor. Bunların planlanması, bunlar için kaynak ayrılması gerekiyor.
Yani çok da planlamadan ortaya atılmış bir kanun teklifi var?
Evet. Kaldı ki başka bir şey daha var; sekiz yıllık kesintisiz ilköğretimde öğrencilerin eğitime katılım oranı yüzde 98’lere varıyor. Kızlar da dahil. Bu kesin bir başarıdır ve bu başarıda hemen herkesin payı var. Geçmiş hükümetlerin de çok büyük payı var gerçekten, ama şimdiki hükümetin de payı çok büyük. 5-6 yıl önce kızların ilköğretime katılma oranı yüzde 80’lerdeydi. Ondan sonra “Haydi kızlar okula!” kampanyaları, kızlarını okula yollayan velilere para yardımı yapılması, yer yer valilerin bu işe önayak olması gibi gayet ciddi çalışmalarla biz ilköğretim okullarına devamı dünyadaki en iyi ülkelerin standardına getirdik. Bu çok ciddi bir başarı. Şimdi bu başarıyı perçinlememiz gerekiyor.
Şimdi tartışma tam da burada çıkıyor. O kız çocuklarına ne olacak, acaba kızlar evlerine geri mi gönderiliyor endişeleri var...
Öyle bir kuşku, endişe taşıdıklarını biliyorum bazı insanların. Ama düşünürseniz, bu kızların ilköğretime katılmasında hep beraber çalıştık, bir yere geldik. Burada hükümetin payı hiçbir şekilde küçümsenmemeli. Gerçekten hükümet istemeseydi, sivil toplum ve medya istediği kadar uğraşsın, bu başarıyı elde etmek çok zor olurdu. İmkansız olurdu açıkçası. Bunu başardık. Bu çok büyük bir başarı. Bundan sonra yapılması gereken, özellikle ilköğretimden başlayarak kaliteyi yükseltmekti. Çünkü, evet okullaşma oranında çok başarılı olduk. Ama kalitede henüz o başarıyı yakalamış değiliz. 2023 hedefleri olan bir ülkeye yakışmayan sonuçlarımız var.
Ümit Boyner de, Güler Sabancı da 8 yıllık kesintisiz eğitimin kaldırılmasına karşı çıktı. “Çocuk gelinleri artırır, kaygılıyız” diye...
Ben başkasının niyetini okuyamam. Bu teklifi yapanlar niye yaptı, onu bilemem. Onların niyetini de okuyamam. Ama benim anlamakta zorluk çektiğim şey; bu hükümet içindeki bakanlar, milletvekilleri değişse de sonuçta hükümet aynı hükümet. Ve bu teklif o hükümetin son yıllarda eğitimdeki başarısına gölge düşürüyor. Oysa gerçekten de kızların okullaşma oranı yüzde 80’lerden yüzde 98’lere çıktı. Bu büyük bir başarı.
“AK Parti döneminde ulaşılmış bir başarı bu üstelik” diyorsunuz...
Evet. AK Parti’ye rağmen değil, hep beraber yapıldı. Ama hükümet olmadan, olamayacak bir başarıydı bu. Bundan sonra yapılacak şey, kalitenin yükselmesiydi. Ama biz bu formülle ilk 4’ten sonra 10 yaşında meslek seçimine yönlendiriyoruz çocuğu. Oysa bu 15-16 yaşından önce olmamalı. Çıraklık yaşını 11’e indiriyoruz...
Çıraklık yaşının 11’e indirilmesi konusunda endişelisiniz peki ya kızların eve dönmesi konusu?
Benim o kadar endişem yok. İşte söylüyorum, nereden nereye geldik, kızların okula gitmesini toplum benimsedi. Ama bu konuda ciddi, samimi olarak endişe taşıyanlar olduğunu biliyorum.
Peki sizin hiç mi endişeniz yok?
Benim kişisel olarak bir endişem yok. Çünkü bir eğilim gözüküyor. Biz kızlarda okullaşma oranında kısa bir sürede yüzde 80-85’lerden yüzde 98’lere geldik. Bu silah zoruyla olmadı. Teşvikle, çalışmayla oldu. Ama bundan da geriye gitme yolunun açılmasının anlamını ben çözemiyorum.
Yani geriye gitmenin yolu açılabilir?
Bilmiyorum. Bunu bugünden söylemenin imkanı yok. Ama şu var tabii; eğitim kesintisiz 8 yıl olmalı, ilk dört yıldan sonra evden açık öğretimle eğitime katılabilme, çok istisna durumlarda olur.
Milli Eğitim Bakanı Dinçer de, açık öğretimin istisna olacağını söyledi...
Ama dediğim gibi bu tasarı Ömer Dinçer’in, AK Parti’nin tasarısı değil ki!
Tamam ama tasarıyı da sahiplendiler... Aksi halde eleştirilere yanıt verip, bu kadar savunurlar mıydı?
Dediğim gibi eğitimde böyle temel bir değişikliği, çok stratejik önemi olan bir konudaki temel değişiklik öneren bir kanunu hükümet sunmuyor. Bu bana garip geliyor. Çünkü bunun için müthiş bir kaynak ayırmak lazım, şunu yapmak lazım, bunu yapmak lazım. Bunun için Milli Eğitim Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ne düşünüyor, bütün bunlar incelenmiş mi bilmiyorum.
“28 Şubat’ta imam hatip okullarının önünü kesmek için 8 yıllık kesintisiz eğitim getirildi. Şimdi de imam hatiplerin önü açılsın diye 4+4+4 sistemi getirilmek isteniyor!” deniyor. Ne diyorsunuz?
Futbol ve basket maçlarında slogan atmayı anlıyorum. Ama ben eğitimde slogan atamam. Slogan atılmasını da doğru bulmuyorum. “Haydi kızlar eve!” gibi... Hükümet, sivil toplum ve medya, elbirliğiyle okula gitme oranını yüzde 80’lerden yüzde 90’lara çıkardık. Bu bütün dünyada bir başarı olarak alkışlanıyor değil mi? Şimdi birden bunun yüzde 80’e geri dönmesini ben ihtimal olarak görmüyorum. Ama burada yapılmak istenen şeyler arasında “İlk dört yıldan sonra açık öğretim, isterse çocuk okula gitmesin” gibi tasarılar beraberinde bazı insanlarda bu endişeyi getiriyor. O endişelerin de ciddi olduğunu kabul ediyorum.
Başbakan’ın dindar gençlik yetiştirmek istiyoruz söyleminin hemen arkasından bu yasa teklifi açıklanınca ister istemez böyle endişeler doğdu...
O açıklamadan sonra benzer bir açıklamayı Başbakanımız AK Parti İstanbul İl Gençlik Kongresi’ne sinevizyonla katıldığında da yaptı. Orada istediği gençlik hakkında kullandığı sıfatlardan sadece biri dindardı. “Bilgili, dünyayla rekabet edebilen, modern, dindar bir gençlik yaratmak istiyoruz” dedi... Orada bir tek dindar öne çıktı. Çünkü biz Türkiye’de dinle bilimi çarpıştırmak istiyoruz. Ve bunu yıllardan beri yapıyoruz. Bu çok yanlış. Mesela bir bilim adamı dindar olabilir, ateist olabilir, ama gene de iyi bir bilim adamıdır. Dinle bilimin illa birbiriyle çatışmasına, çekişmesine hiç ama hiç gerek yoktur. Bunlar birçok ülkenin felsefi olarak 19. yüzyılda çözdüğü şeylerdir. Tekrar onu gündeme getirip, bir genç dindar olursa bilim öğrenemez veya modern olamaz veya modern olursa, bilim öğrenirse dindar olamaz düşüncelerinden ayrılmamız lazım. Onlar raf ömrünü çoktan çoktan geçmiş düşünce kalıpları. Başbakan dindar dedi, bilgili dedi, modern dedi, dünyaya uyum sağlayabilen dedi, bütün bunların içersinde biz sakıncalı olarak sadece dindarı mı görüyoruz?
Aslında kindar da dedi ama açıkçası basın bile sansürledi o sözünü...
Zaman zaman kendimizi şuna çok kaptırırız; “Türkiye bir uçurumun kenarında.” 70 yaşındayım, kendimi bildim bileli bu söylemi çok duydum. Ama Türkiye bu uçurumdan aşağıya hiçbir zaman düşmedi. Böyle bir şey yok. Kendi toplumumuzdan, yan yana yaşadığımız insanlardan devamlı bir endişe ve korku içersinde olmayalım. Türkiye’de aşağı yukarı son 15 yıldır üniversiteler tarafından çok ciddi araştırmalar yapılıyor, “İnsanlar ne düşünüyor, he hissediyor?” diye. Bu araştırmaları okuduğumuz zaman, bize giydirilmek istenen düşünce kalıplarının hiç ama hiç doğru olmadığını görüyoruz. Evet, Türk toplumu çoğunlukla dindar, ama aynı zamanda zengin olmak, daha iyi yaşamak istiyor, çocuğunun daha iyi eğitim almasını istiyor, dünyayla daha da bütünleşmek istiyor, insanlarımız için bunlar birbiriyle çelişen şeyler değil.
Peki çocuğun eğitimi konusunda aile mi söz sahibi olmalı, devlet mi?
Bu gerçekten zor bir soru. Her devlet bu konuya karışır. Bizdeki din bilgisi ve ahlak kültürü dersi gibi Avrupa’nın birçok ülkesinde de benzer dersler var. Mesela Almanya’da bu dersler zorunlu olarak üç şekilde veriliyor; Katolik ağırlıklı, Protestan ağırlıklı ve tamamen felsefi. Seçimi aile yapıyor çocuğu için. Almanya’da şimdi bu tartışılıyor. “Ailenin böyle bir seçim yapmaya ne hakkı var?” diye... Devletler tabii ki eğitimde rol oynayacak. Ama diğer taraftan ne olursa olsun, ailenin de rolünü unutmamak lazım. Hele erken yaşlarda çocuk öğrendiği pek çok şeyi zaten annesinden, babasından, kardeşlerinden, teyzesinden, amcasından öğreniyor. Kaldı ki artık çağımızda birçok çocuk okuldan önce okuma yazma da öğreniyor. İletişim girdi işin içine. Ama okulun bambaşka bir işlevi var. Hele ilköğretim okulunun. Çocuk ilk defa yakın çevresinin dışında akranlarıyla tanışıyor ve sosyalleşmeye orada başlıyor. Çevresini, kendi yaşındaki başka insanları, onların ailelerini tanıyor. Bu müthiş bir kazanç. Ufkunu genişletebiliyor. İster uzaktan eğitimle olsun, ister sınıfta olsun hiçbir dersle kazandırılamaz bu.
Sonuçta devlet mi aile mi derken bu bir karışımdır diyorsunuz?
Evet. Çünkü hiçbirini silip atamazsınız, “Eğitime sadece aile karışır” diyemezsiniz. “Sadece devlet karışır” hiç diyemezsiniz, o insanlık dışı bir şey. Zaman zaman bizim müthiş yanılgılarımız var. Mesela deniyor ki, “Şu kadar matematikçi yetiştiriyoruz. Ama bizim o kadar matematikçiye ihtiyacımız var mı?” İnsan gücü planlaması Sovyetler Birliği ile battı. Bunu unutalım. Eğer bir genç bilinçli bir şekilde bir şey okumak istiyorsa bırakınız okusun. Ha, matematik okuduktan sonra matematikçi mi olur, medyada mı çalışır, inşaatçı mı olur bilmiyorum. Belki matematikte çalışır, belki de öğretmen olur. Ama gencin istediği şey hepsinden daha önemlidir.
-Peki hocam sizce ilkokula başörtülü de gidebilir mi çocuklar?
Tabii. Neden gitmesinler?
-Bu bir sorun oluşturmaz mı?
Neden oluştursun? Aklı açıksa, öğrenmek istiyorsa, okula devam etmek istiyorsa, neden olmasın! Sorun ne bilmiyorum ki!
- Ama bütün endişe de bu yüzden hocam? O çocuk başörtüyü kendi iradesiyle mi takacak? Ailesi istedi diye mi? Mesleki yönlendirme olmasın diyorsunuz mesela... Tabii başörtüsü serbest bırakılsa sorun da kalmayacak diye düşünenler de var.
İşte dedim; çocuğun okula gitmesi, öğrenmesi, dünyayı tanıması, arkadaşlar edinmesi, ne giydiğinden çok daha önemli.
Peki diyelim ki başörtüsü serbest oldu. Bu Türkiye’nin genel gidişatında bir değişikliğe yol açmaz mı?
Şimdi başörtüsü mü bir şeyin göstergesi, başörtülü eğitim olduğu için mi Türkiye değişecek? Yapılan araştırmalara göre Türkiye’de kadınların yüzde 62’si evinin dışında başını örtüyor. Eskiden yüzde 70’di bu. Şimdi azaldı. Kadınların yüzde 62’si, “Başörtüsü örtüyorum” diyor. Ne yapalım? Şimdi bu yüzde 60 küsur kadın laikliğe karşı mı sizce?
- Elbette hayır...
Bakın, aynı araştırmada direkt olarak “Laik misiniz?” diye değil de, cumhuriyetin temel kazanımları diyebileceğimiz belli konularda başka sorular soruluyor. Mesela, “Kadın ve erkeğin şahitliği mahkemede eşit midir? Kadın ve erkek mirastan eşit haklarla faydalanabilirler mi?” gibi... Bunların yüzdesi kaç biliyor musunuz? Yüzde 95. Evet, Türk kadınlarının yüzde 60 küsuru başını örtüyor ama yüzde 95’i de bu sorulara “Evet” diyor. Kusura bakmayın ama laiklikle dinin hiç ilgisi yok. Laiklik siyasi bir şey. Bilimle hiç ilgisi yok. Dediğim gibi gayet dindar matematikçiler de var değişik dinlerde, ben ateistim diyen matematikçiler de var... Başörtüsünün sorun olmaması gerekiyor. Biz görüntülere takıyoruz.
- Habire başörtüsü diyorum ama Eğitim Reformu Girişimi de “Kesintili eğitim kız çocuklarının okuldan alınması riskini artıracak” diyor. Siz de Eğitim Reformu Girişimi Yürütme Kurulu Üyesi olduğunuzu söylediniz... Onların görüşlerine katılmıyor musunuz?
Katılmıyorum demiyorum. Bu endişeleri samimi olarak taşıyan insanlar var Türkiye’de diyorum. Ama ben endişe taşımıyorum.