Kadına şiddeti “pandemi” olarak tanımlayan ODTÜ Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yakın Ertürk, “Devlet kadın ve çocuk hakları üzerinden siyasi pazarlık yapamaz. Türkiye şiddetle mücadelede neredeyse örnek gösterilecek bir ülke konumundayken, ne yazık ki, kadınlara karşı açık bir savaşın ilan edildiği bir ülke haline geldi" dedi.
Uzun yıllar Birleşmiş Milletler Kadına Yönelik Şiddet Özel Raportörlüğü görevini de yürüten Ertürk, kadınların haklarının gasp edilmesine yönelik hamlelerin "rejim değişikliği"ne işaret edebileceğine dikkati çekti. Ertürk, İstanbul Sözleşme'den çekilmesi halinde Türkiye'nin uluslararası sistemle bağını kopartmayı göze alması anlamına gelebileceğini ifade etti.
Bianet'te yer alan habere göre, BM kadına karşı şiddet raportörlüğü yaptığı dönem Türkiye'nin diğer pek çok ülkeye göre ümit verici durumda olduğunu belirten Ertüek, şunları kaydetti:
"Kadın hakları ihlalleri, şiddet, kalkınma hedefleri açısından kadınların çok geride olmaları gibi pek çok sorun vardı ama aynı zamanda güçlü ve aktif bir kadın hareketi vardı, hükûmetin de talepler karşısındaki tutumu olumluydu.
Hatırlayacağınız gibi 2005 yılında meclisde namus cinayetlerini araştırma komisyonu kurulmuştu. TBMM başkanı Arınç komisyon raporunu “Bugüne kadar yapılmış en önemli toplumsal araştırmadır” diyerek kabul etmişti.
Komisyon çalışmalarını takiben 2006/17 sayılı Başbakanlık genelgesiyle tüm kamu ya da özel kurum ve kuruluşlar kadına ve çocuğa yönelik şiddetin önlenmesi konusunda görevlendirildi. Raportörlük görevine geldiğim 2003 yılında yetkililerin ve siyasilerin genel olarak kadına şiddet konusunda reddedici bir tavır içinde oldukları düşünülürse üç yıllık bir süre içinde gelinen noktanın önemi yadsınamaz.
Genelge şöyle başlıyor: ‘Kadın ve çocuklara yönelik şiddetin ülkemizde de devam ediyor olması yeni ve acil önlemlerin alınmasını gerekli kılmaktadır.’ Recep Tayip Erdoğan imzasını taşıyan ve sorumlu kuruluşların ve bu kuruluşlarla işbirliği içerisinde hareket etmesi gereken kurumların ayrı ayrı belirtildiği genelgede Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkalığı öncelikli olarak ‘cinsiyet rol ve kalıplarını, ataerkil yapının yarattığı olumsuzlukları vurgulayan ahlaki söyleme sahip bir dil’ geliştirme yönünde görevlendirilmişlerdir. Ancak, kısa bir süre sonra ne genelgenin ruhu ne de hedeflerinden eser kaldı.Genelgede belirtilen görevler yerine getirilmediği gibi genelgenin bizzat mimarı, kadın erkek eşitliğini reddedici bir platforma doğru yönelmiştir. Türkiye şiddetle mücadelede neredeyse örnek gösterilecek bir ülke konumundayken, ne yazık ki, kadınlara karşı açık bir savaşın ilan edildiği bir ülke haline geldi.
Ertürk, Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmesi halinde neler yaşanabileceğini şöyle değerlendirdi:
"Sözleşmenin kaldırılmasının hem ulusal hem de uluslaraarası sonuçları olacağı muhakkak. Hukuki sonuçlarını hukukçular daha iyi değerlendirir ama siyasi bakımdan iç siyasette kutuplaşmayı ve toplumsal huzursuzluğu arttıracaktır.
Bugün sadece kadınları ilgilendiriyor gibi algılanan kadın hakları konusu, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması durumunda gerek sivil toplum bağlamında gerekse siyasi partiler bağlamında yeni dengelere ve ittifaklara yol açacaktır diye düşünüyorum, zira gerici tehditin topyekun bir sistem meselesi olduğu artık idrak edilmeye başlandı.
Siyasi iktidar hesabını iyi yapmak zorundadır, ülkeyi felakete sürükleme pahasına kendini kurtarmak için radikal bazı çevrelerin desteği için hak, hukuk ve demokrasinin altını mı oyacak, yoksa toplumu ileriye götürücü bir siyaset mi izlemeyi tercih edecek? Birinci seçenek, hem kadınlar hem ülke için tehlike yüklü ve iktidarın kendisi için son derece risklidir."
TIKLAYIN - 5 gündür kayıp olan Pınar Gültekin'in cansız bedeni bulundu