Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Seyfettin Gürsel, TÜİK tarafından açıklanan büyüme oranlarını ve Türkiye'nin ekonomik durumunu değerlendirdi. "Baz etkisi nedeniyle yüzde 8’in üzerinde çıkabileceğini düşünüyordum. Ama çift haneli rakam sürpriz oldu" diyen Prof. Gürsel, "Milli gelirde (GSYH) esaslı artışlar gerçekleşse bile bu ilave mal ve hizmetlerden her vatandaşın aşağı yukarı eşit oranda yararlanacağının garantisi olmadığını bilmemiz gerekiyor" şeklinde konuştu. Gürsel, "Pasta büyüdü ama düşük gelirlilerin payı büyümedi. Avrupa’nın en eşitsiz ülkesiyiz" diye konuştu.
Büyümenin hayli dalgalı olduğunu, bunun da ülke için iyi olmadığını söyleyen Prof. Seyfettin Gürsel, milli gelirdeki artışa karşın, ücretlilerin gelirinde kayda değer bir iyileşme olmadığını dile getirdi. Gürsel ayrıca, "İşsizliğin azalmaya devam edebilmesi için ekonomik büyümenin en azından yüzde 5’in üzerinde seyretmesi gerekiyor" açıklamasında bulundu.
Cumhuriyet'ten Olcay Büyüktaş'ın sorularını yanıtlayan Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Seyfettin Gürsel'in açıklaması şöyle:
-Hocam, bugünlerde en çok hangi soruya muhatap oluyorsunuz?
Geçen hafta 3. Çeyrek GSYH yıllık artışı yüzde 11.1 olarak açıklandıktan kısa bir süre sonra bir arkadaşımdan bir telefon mesajı aldım. Uzun zamandır küçük sanayi işletmesini suyun üzerinde tutma gayretinde olan arkadaşım “Bu büyüme rakamı da nereden çıktı?” diye adeta benden hesap sordu. Aynı gün iktisatçı olmayan yakın çevremden de benzer sorulara muhatap oldum. Doğal olarak pek çok vatandaş gelirlerine ve yaşam koşullarına bakıp “milli gelir pastası bu kadar hızlı büyüyorsa bize düşen parça neden yerinde sayıyor” diye rakamları sorguluyordu. Bu arada sokaktaki vatandaşın TÜİK’in istatistiklerinin inandırıcılığına olan derin şüphesinin yeniden hortlamasına hiç girmeyeceğim. Sadece şu kadarını not etmek isterim: Geçen yıl büyüme oranı yüzde 3.2’te kaldığında TÜİK inandırıcı oluyor da neden şimdi olmasın.
-Bu yüksek büyüme nereden çıktı?
Açıkçası yüksek bir büyüme bekleniyordu. Şahsen baz etkisi nedeniyle yüzde 8’in üzerinde çıkabileceğini düşünüyordum. Ama çift haneli rakam sürpriz oldu. Bu sürprizde TÜİK’in yakın geçmişin büyüme rakamlarını sürekli revize etmesinin de payı var. Bu tür revizyonlar her ülkede yapılır ama sınırlıdır. Adettir, büyüme rakamları veriler eksiksiz olarak elde edilmeden açıklanır. Dolayısıyla zaman içinde sınırlı ölçüde revizyona tabi tutulurlar. Ancak yeni ulasal hesap yöntemine geçildiğinden beri TÜİK ciddi revizyonlar yaptı. Bu elbette kötü niyetten değil yeni hesap yöntemine ve geniş veri tabanına yeterince hâkim olamamaktan kaynaklanıyor. Malum geçen yıl 15 Temmuz darbe teşebbüsünün yarattığı travma nedeniyle ekonomide küçülme yaşanmıştı. Mevsim etkilerinden arındırılmış 3. çeyrekten 4. çeyreğe GSYH artışı bir önceki revizyonda yüzde 3.9 olarak görülüyordu. Dikkat buyurun: Bu yıllık büyüme değil çeyrekten çeyreğe büyüme ve çok yüksek bir oran. Geçen hafta açıklanan büyüme rakamlarında bu oran yüzde 4.9 (!) olarak revize edildi. 2017 1. çeyrek büyüme rakamı da yüzde 1.3’den 1.6’ya, 2. çeyrek büyüme rakamı da yüzde 2.1’den 2.2’ye revize edildi. Hal böyle olunca zaten baz etkisiyle yüksek beklenen 3. çeyrek yıllık büyüme rakamı iyice yüksek geldi. Bu yılın ilk yarısında yıllık büyümelerin revize edilerek yüzde 5.3 ve 5,’e yükseldiğini, 2017 büyüme oranının da yüzde 6.5 civarında beklendiğini söyleyebilirim.
-İşsizlik ne durumda? Bir iniyor, bir çıkıyor.
2016’da düşen büyüme temposu işsizlikte şiddetli bir artışa neden olmuştu. Nisan döneminde 2 milyon 750 binlik işsizler ordusu aralık döneminde 3 milyon 600 bine yükseldi. Tarım dışı işsizlik oranı da bu dönemde yüzde 11.7’den 14.2’ye büyük bir sıçrama yaptı. Hatırlarsanız Nisan 2017’de çok kritik bir referandum yapılacaktı. İktidar doğal olarak müdahale etmek zorunda kaldı; ÖTV indirimleri, istihdama yönelik sigorta ve gelir vergisi teşvikleri gibi pek çok teşvik getirildi. Ama en önemlisi küçük işletmelere Hazine garantili 230 milyarlık kredi dağıtıldı. Kısacası kamu gaz pedalini kökledi, toplam tüketim ve yatırımlar da ivmelendi. Yüksek büyüme de istihdamı kamçıladı ve işsizlik ocak ayından itibaren azalmaya başladı. Ama artıştan önceki düzeyine de inemedi. Halen işsiz sayısı 3 milyon 300 binin üzerinde, tarım dışı işsizlik oranı da yüzde 12,7. İşsizliğin azalmaya devam edebilmesi için ekonomik büyümenin en azından yüzde 5’in üzerinde seyretmesi gerekiyor.
2018’e yönelik ekonomik büyüme tahminleri şimdilik yüzde 4-5 arasında geziniyor. Benim de tahminim bu yönde. Bu kriz demek değil ama büyüme yüzde 4 civarında kalırsa işsizlik yeniden artışa geçebilir. Böyle bir gelişmeye iktidarın nasıl bir tepki vereceğini, yani kamu musluklarını yeniden açıp açmayacağını kestirmek güç. Çünkü makro dengeler açısından bu değişikliğin bedeli olacaktır.
-Yoksullukta durum nedir?
Yoksulluğun bana göre nispeten güvenilir bir ölçütü olan Şiddetli Maddi Yoksunluk Gelir ve Yaşam Koşulları Aneketi’inde o yılın bilgisine dayandığından son ölçüm 2016 yılının. Bu ankette gelirin yanı sıra Avrupa İstatistik Enstitüsünün belirlediği temel ihtiyaçları karşılama kapasitesine yönelik sorular da soruluyor. 2014 yılında nüfusun yüzde 29.4’ü şiddetli maddi yoksunluktan muzdarip görünüyordu. 2016’da bu oran yüzde 32.9’a yükseldi. Kısacası son yıllarda yüksek ekonomik büyüme sosyal dengeleri gözeten bir büyüme olmaktan çıkmış görünüyor.
Geçen yıl TÜİK’in son revizyonundan sonra yıllık büyüme yüzde 3.2 oldu. Toplayın, ikiye bölün yaklaşık yüzde 5 eder. Bu büyüme oranı içerden ya da dışardan bir şok gelmedikçe Türkiye ekonomisinin kabaca potansiyel büyüme oranıdır. Ama büyümemiz şiddetle dalgalanmaktadır ve bu iyi bir şey değil. Büyümenin yeniden hız kesmesi kuvvetle muhtemel. İlk olarak dikkat çekilmesi gereken çeyrekten olgu çeyreğe büyümenin 3. çeyrekte yüzde 1.2 ile sınırlı kaldığı. Yıllık yüzde 11.1’lik büyüme bu rakamı gölgede bıraktı. Oysa büyümenin güncel temposunu bu rakam ifade ediyor. Önceki çeyreklerdeki büyüme oranları ile karşılaştırıldığında yavaşlama açıkça görülüyor. Ama daha da yavaşlayabilir. Bu olasılığın en önemli göstergesi kamu harcamalarıdır. Gaza basıldıktan sonra mali disiplin sarsılınca bu kez frene basıldı. 3. çeyrekte kamu harcamalarının önceki çeyreğe kıyasla yüzde 2.1 oranında azaldığı görülüyor.
Frene basılmaya devam edilecekse yüksek büyümenin ardındaki önemli bir etken bu kez büyümeyi aşağıya çekecek demektir. Bir diğer olumsuzluk net ihracatın büyümeye katkısında. Yüksek büyümeye ithalattan daha hızlı artan ihracat önemli ölçüde katkıda bulunmuşken, yılın 2. çeyreğinden itibaren katkının negatife döndüğü görülüyor. Son altı ayda çeyreklik ihracat artışı önce yüzde 0.6’ya düştü, ardın da yüzde 0,6 azaldı. Bu dönemde çeyreklik ithalat artışları yüzde 4.6 ve 3.9 oldu. Son açıklanan ekim dış ticaret miktar rakamları da bu gidişi teyit ediyor.
-Peki, bu büyüme kime, nasıl yansıyor ya da yansımalı?
Milli gelirde (GSYH) esaslı artışlar gerçekleşse bile bu ilave mal ve hizmetlerden her vatandaşın aşağı yukarı eşit oranda yararlanacağının garantisi olmadığını bilmemiz gerekiyor. Yüksek ekonomik büyüme ya da kişi başı ortalama reel gelir artışı kimi zaman öyle koşullarda ortaya çıkabilir ki, gelir eşitsizliği pekâlâ artıyor olabilir. Türkiye’ye gelince... TÜİK 2006 yılından bu yana ‘Gelir ve Yaşam Koşulları Anketi’ verisi ile gelir eşitsizliğinin popüler ölçütü olan Gini katsayısını ve Şiddetli Maddi Yoksunluk endeksini hesaplıyor. En son 2016 anketinin sonucu yayımlandı. Ancak anket yapılan hanelere haliyle bir yıl önceki gelirleri soruluyor.
Yani en son 2015 gelir verisi elimizde. 2005’ten 2013’e kadar, küresel kriz dönemi hariç, Gini 0.428’den 0.391’e kadar düzenli gerilemişti. Gini katsayısındaki gerilme bu yıllarda kişi başı ortalama gelir artışlarının, düşük gelirli kesimlerin pasta dilimini arttırdığını gösteriyor. Ama ardından Gini artmaya başladı ve 2015 yılında 0.404’e yükseldi. Pasta büyüdü ama düşük gelirlilerin payı büyümedi. Avrupa’nın en eşitsiz ülkesiyiz.
-Son olarak dövizde ve enflasyonda baş döndüren gelişmeleri sormak istiyorum. Cumhurbaşkanı Merkez Bankası’na faizleri düşürün diyor, onlar da inadına yükseltiyor. Bu işin sonu nereye varacak?
Haklısınız, kasımdayıllık enflasyon yüzde 13’e dayandı, Türk Lirası da beklenmedik şiddette değer kaybına uğradı. 3.50’lerde seyreden dolar kuru 3.90’ı aştı. Kurdaki hızlı artışın nedeni, jeo-politik riskler ve belirsizlikler bir yana esas Merkez Bankası’nın enflasyon tahminlerinden sürekli büyük çapta yanılmasından kaynaklandı. Artık kimse Merkez Bankası’ne inanmıyor. Buna Cumhurbaşkanı da dahil ama “beni dinlemiyorsunuz, faizleri indirseniz böyle olmaz” iddiasında. Sadece piyasa aktörlerinin değil ekonomiden sorumlu bakanların ve Merkez Bankası yönetiminin de bu iddiaya katılmadıkları belli. Ama Merkez üzerindeki baskı nedeniyle gereken faiz artırımına da gidemiyor.
Son PPK toplantısında “ne şiş yansın ne kebap” tadında fonlama faizinde 0.5 puanlık artış yaptılar. Yatırımcılar 1 puan artış bekliyordu. Bu koşullarda enflasyonda sert ve kalıcı bir düşüş beklenmiyor. Önümüzdeki iki ay baz etkisiyle bir gerileme olacak ama sonra ne olacağı belli değil. Çift haneli enflasyon iyice katılaştı. Banka faizleri yüksek düzeylerini uzun süre koruyacak. Yüksek faizler ve belirsizlik tüketici ve yatırımcı davranışlarını olumsuz etkilemeye devam edecek. Son aylarda gerek tüketici güveninde gerek reel kesim güvenindeki sürekli düşüşler bu yüksek enflasyon-yüksek faiz ortamının bir yansıması olarak değerlendirilmeli. Kısacası, faiz politikası hususunda bu kadar tezat varken ne kur ne de fiyat istikrarı sağlanır.