Prof. Hakan Gürvit anlattı; Gülmen ve Özakça'nın açlık grevinde neler olabilir, hayati tehlikeler ne, olası bir sonlandırma nasıl olmalı?

Prof. Hakan Gürvit anlattı; Gülmen ve Özakça'nın açlık grevinde neler olabilir, hayati tehlikeler ne, olası bir sonlandırma nasıl olmalı?

15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminin ardından ilan edilen olağanüstü hâl (OHAL) uygulaması kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile yaklaşık 200 bin kişi kamu görevinden ihraç edildi. Aralarında akademisyenlerin de bulunduğu çok sayıda kişi, darbe girişimiyle ilgileri bulunmadığı halde cezalandırıldıkları düşüncesiyle bu süre zarfında ya intihar etti ya da intihar teşebbüsünde bulundu.

Yaşananlar, "FETÖ' soruşturmaları mağduriyet de yaratıyor" tartışmalarına yol açtı. Söz konusu ihraçlarla ilgili olarak ilk etapta "At izi, it izine karıştı" diyen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, daha sonra "Acırsanız, acınacak hale gelirsiniz" açıklamasını yaptı.

İhraç edilen binlerce eğitimcinin arasında, akademisyen Nuriye Gülmen ve sınıf öğretmeni Semih Özakça da vardı. Gülmen ile Özakça, "İşimizi geri istiyoruz" diyerek başlattıkları açlık grevinin 76'ncı gününde tutuklandı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun "terör örgütüne üye olduklarını" iddia ettiği, ancak sabıka kayıtları bulunmayan iki eğitimci, cezaevinden gönderdikleri mesajlarda kendilerine B1 vitamini yerine, B1 de içeren "Benexol" verildiğini söylediler. 

Gülmen ve Özakça'nın B1 vitaminine erişimlerinde yaşadıkları zorluk, kamuoyunda "Wernicke - Korsakoff hastalığı görülebilir" endişesine yol açtı. Türkiye'nin açlık grevleri tarihinde sıkça rastlanan hastalık, özellikle cezaevi mahkûmlarında görülüyor. Wernicke - Korsakoff, beraberinde hafıza kaybı, yürüme işlevinin yitirilmesi gibi ciddi sorunları beraberinde getiriyor.

Prof. Dr. İbrahim Hakan Gürvit...İstanbul Tabip Odası (İTO), 1996 yılında yapılan açlık grevinin 63'üncü gününde Bayrampaşa Cezaevi'ne girdiğinde, heyette yer alan isimlerden biri de, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İbrahim Hakan Gürvit'ti. O dönem yaptığı çalışmalarla açlık grevi ve sonrasında B1 vitamini kullanımının hayatî önemine dikkati çeken Gürvit, "açlık grevinde tıbbi uzman" olarak da anılıyor.

Gülmen ve Özakça'nın bugün (7 Haziran 2017) 91'inci gününe giren açlık grevleriyle yeniden gündeme gelen Wernicke- Korsakoff hakkında bilgi almak için kapısını çaldığımız Hakan Gürvit, mahkûmlara ilk kez "B1 vitamini kullanmayı düşünmez misiniz" diye sorduğunda karşılaştığı tepkiyi şöyle anlatıyor: "Ciddi şekilde azarlandığımı hatırlıyorum; 'Dışarıda zaten bize gizli gizli yiyorlar diyorlar doktor, sen ne dediğinin farkında mısın, bize nasıl hap yutturmaya kalkarsın?' diye."

Wernicke Korsakoff'un "kronikleştiği" hastalarda iyileşmenin mümkün olmadığını kaydeden Gürvit, "Benim B1 vitamini kullanımını tavsiye etmemin tek nedeni, bu berbat hastalığın oluşmasını engellemekti. Açlık grevlerinin sürelerini de dramatik bir şekilde uzatacağını hiç tahmin etmiyordum" diyor.

Avukat Behiç Aşçı'nın F tipi cezaevlerinde yaşanan tecrit ve izolasyon uygulamalarına son verilmesi amacıyla başlattığı açlık grevinin 293 gün sürdüğünü hatırlatan Gürvit, yine B1 vitamini kullanımının önemine vurgu yaparak "Günlük aldığı şeker, tuz ve sıvının yanında farklı olarak sadece B1 vitamini kullandı ve sağlıkla bitirdi" ifadesini kullanıyor; Gülmen ve Özakça'nın devam eden açlık grevlerinin de, B1 vitamini kullanımı ile birlikte 200'lü günleri bulabileceğini söylüyor.

Gürvit, Wernicke- Korsakoff'un, özellikle 2000'li yıllardan sonra sağlık personelinin bilgisizliği nedeniyle meydana geldiğini belirtiyor. "Tıbbi cehalet malpraktis olarak adlandırılan bir suçtur" diyen Gürvit, sözlerine "Artık sağlık ekibinin tiamin içermeyen şekerli sıvıları damardan vermemeleri gerektiğini bilmeleri gerekir. Bilindiği halde yapılıyorsa bu bir insanlık suçudur" diye devam ediyor.  12 Eylül 1980 darbesi sürecinde açlık grevinde olan çok sayıda mahkûmun "zorla besleme" nedeniyle öldüğünü kaydeden Gürvit, şu bilgileri veriyor: "Zorla besleme' demek ağzını zorla açıp içeri besin boşaltmak demek değil, irade beyanının hilafına damardan sıvı takmak yeniden beslemektir. Sıvının içinde B1 vitamini yoksa hasta Wernicke Korsakoff ile uyanır. Varsa, sağlıklı bir şekilde devam eder."

Gürvit, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça'nın B1 vitamini kullanmamaları durumunda yaşanacakları "Günler içinde şuur kaybı gelişecektir. Şuur kaybı gelişince ne yapılacağına bakmak gerekiyor. Kendi hâline bırakılırsa sağ kalma ihtimali yok gibidir. B1 vitamini olmadan müdahale edilirse Wernicke -Korsakoff ile uyanır. B1 vitamini ile müdahale edilirse büyük ihtimalle sağlam uyanır. Ama kendi iradesi dışında artık açlık grevi sonlandırılmış olur" diye özetliyor. 

73 yaşındaki Kemal Gün'ün, Tunceli'de askerî operasyonda hayatını kaybeden oğlunun cenazesini alabilmek için sürdürdüğü 90 günlük açlık grevini yakından takip ettiğini ifade eden Gürvit, "Denetim altında yeniden beslenmesi hiç zor olmadı, ama bu konuda uzmanların titiz bakımı elbette ki gerekiyor. Çünkü ufak elektrolit dengesizlikleri ölümcül olabilir" uyarısında bulunuyor. 

Gürvit, "Siz açlık grevine müdahale eder miydiniz" sorumuza, "Ben daima kendimi iradeyle bağımlı hissettim. Gözümün önünde, basit bir şekilde düzelteceğimden emin olduğum gencecik insanlar öldü. Bu çok acı bir şey. Ama benim düşüncem, irade beyanıyla uyumlu davranmak" yanıtını veriyor.

Prof. Dr. İbrahim Hakan Gürvit'in T24'ün sorularına verdiği cevaplar şöyle: 

- Siz hangi açlık grevlerinde, nasıl rol aldınız?

Biraz tarih öncesi... Pekâlâ, ilk önce ben nasıl oldu da açlık grevlerinde yer aldım? 1986’nın ocak ayında nöroloji ihtisasına başladım. Daha birinci yılımda ilk hastalarımdan ikisi 1981 açlık grevlerine katılmış iki ayrı vakaydı. Wernicke-Korsakoff sendromu (WKS) çok eski bir tanı. Türkiye’de çok fazla bilindik bir tanı değildi. Batılılar hep alkolizm zemininde görüyorlar bu hastalığı. Dolayısıyla iki vakadan biri olan genç kadın, beyincik hasarına bağlı dengesizliğiyle doğal olarak multipl skleroz (MS) tanısı almıştı. Oysa ayırt edici özelliği bir ölüm orucuna katılmış olmasıydı.  Ve bilincinin kapanmasıyla sonlandırılan ölüm orucundan sonra, komadan uyandığında kendini bu halde bulmuş olmasıydı. 

Bu öykü MS hastalığı için hiç uyumlu değil. Ama nedensel bir ilişki olabilir mi diye düşününce gördük ki bir tek alkolizm zemininde olmuyor WKS. Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan başlayarak tutukluluk koşullarında, toplama kamplarında ve hapishanelerde uzun açlığın sonlandırılmasıyla ilintili olarak bildirilmiş. O zamana kadar gerek İnsan Hakları Vakfı’nın, gerekse tabip odalarının başlıca gündemi bizim alanımızda işkencenin nörolojik sonuçlarıydı. Ama ikinci bir tema olarak da, bu iki vaka dolayısı ile işkence dışı bir konu olarak açlık grevlerinin tıbbi, özellikle de nörolojik sonuçları da gündeme dahil oldu. Tesadüfen bu vakaları gören ben olduğumdan bu konuda ekspermiş gibi davranmak bana düştü. İHV ve İTO'nun düzenlediği çeşitli toplantılarda bu konu üzerine görüş bildirmek bana düşer oldu.. Tek bir vakayla tıpta uzman olunmaz ama... İşte böyle uygunsuz bir ün düşmüş oldu bana. Tatsız bir ün düşmüş oldu. Dolayısıyla 1996 yılında İTO, bir komisyon olarak açlık grevlerinin 63’üncü gününde Bayrampaşa Cezaevi’ne girdiğinde “açlık grevi uzmanı” olarak da beni aldılar yanlarına.  Oradaki son ölümlerden biri benim yanımda oldu, ürkekçe kalp masajı yapmaya çalıştığımı hatırlarım. Benim için çok talihsiz, kötü bir deneyimdir. İyi yanı ise sağlıkçılar ve grevciler dâhil hepimize WKS'yi yeniden öğretmesi oldu. 69’uncu günde bitti o açlık grevleri. Ondan sonra bir öğrencim, uzmanlık tezini Bayrampaşa’daki açlık grevi katılımcıları ve bunlar arasındaki Wernicke-Korsakoff sonlanımı sıklığı konusunda bir uzmanlık tezi yapmayı seçti. 

"Dışarıda zaten bize 'gizli gizli yiyorlar' diyorlar doktor, ne dediğinin farkında mısın?"

Bir yıl boyunca Adalet Bakanlığı’nın izniyle bir ekiple Bayrampaşa Cezaevi’ne girmeyi ve katılımcıları nörolojik açıdan izlemeyi sürdürdük. Böylece Bayrampaşa Cezaevi’ndeki siyasi tutuklular arasında B1 vitamininin kullanımının önemi kabullenilir oldu. Çünkü ben, 60’ncı gününde girip de “B1 vitamini kullanmayı düşünmez misiniz” dediğimde ciddi şekilde azarlandığımı hatırlıyorum; “Dışarıda zaten bize gizli gizli yiyorlar diyorlar doktor, sen ne dediğinin farkında mısın, bize nasıl hap yutturmaya kalkarsın” diye.  

Bu algı topyekûn değişti. Dolayısıyla 2000 açlık grevleri başladığında bizim Tabip Odası olarak empoze etmemize gerek kalmadan katılımcılar B1 vitamini kullanacaklarını ifade ettiler. Benim B1 vitamini kullanılmasının tavsiye etmemin tek nedeni bu berbat hastalığın oluşmasını engellemekti. Açlık grevlerinin sürelerini de dramatik bir şekilde uzatacağını hiç tahmin etmiyordum doğrusu. Dolayısıyla 96’ya kadar olan bütün deneyim, 60’lı 70’li günler arasında ölümlerin kümelenmesi, 70 günün üzerine çıkmanın tüm dünyada da çok ender görülür bir durum olması iken 2000’li yıllarda 60-70 günlük açlık grevi çok kısa bir süre haline geldi.

- Behiç Aşçı örneği gibi...

Evet, yani bırakın 2’ye katlanmayı, süre 3’e, 4’e katlandı. 180, 240 gün yapanlar oldu. Yeni pratikteki tek anlamlı farklılık gerçekten katılımcıların, ya sürekli ya açlık grevinin bir süreci boyunca B1 vitamini de kullanmaları oldu.

- Behiç Aşçı’nın açlık grevi 293 gün sürdü ve en az hasarla atlattı diyebiliriz. Bunu sağlayan tek başına B1 vitamini miydi, başka etkenler var mıydı?

Hayır, Behiç Aşçı bilinen standart prosedürlere uygun bir açlık grevi yaptı. Günlük aldığı şeker, tuz ve sıvının yanında farklı olarak sadece B1 vitamini kullandı. 290 küsur güne kadar sürdü ve sağlıkla bitirdi. Şimdi sağlıklı bir insan kendisi.

- Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın da 290 günleri geçebileceğini düşünüyor musunuz?

Bu örneklere bakılacak olursa tabii ki. Bireysel nüanslar, maruz kalınan koşullar, birtakım genetik yatkınlık özellikleri bu süreyi oynatıyor olabilir. Ama 100 küsurlu günler, 200 küsurlu günler B1 vitamini ile birlikte telaffuz edilebiliyor. B1’siz dünya literatüründe böyle bir şey yoktur. Dediğim gibi, insan bedeni bir fizik problemi çözmek değil. Bireysel nüanslar çok fazla rol oynuyor. Behiç Aşçı örneğinden bahsettik, 290 gün aç kalıp şu anda sapasağlam, sıhhatli olan bir erkekten söz ediyoruz. Dolayısıyla gün sayısı değil bizi tıbben karamsarlığa düşürecek, ürkütecek şeyler.  Açlık grevinin sürdürülüş koşullarının optimum olup olmaması ve elbette ki B1 vitamininin önemi... 

- Sizin de tanıklık ettiğiniz açlık grevlerine nasıl müdahale edildi? İnsanlarda nasıl hasarlar kaldı? 

96’dan önce çok müphem, çok muğlak bir bilgi vardı açlık grevlerinin sağlık sonuçları üzerine. “Olsa olsa” şeklinde sağduyulu cevaplar vermeye çalışırdı açlık grevlerinin tıbbi sonuçları hakkında görüşleri sorulan “uzmanlar.” Onlar da birtakım organların küçüleceği yönündeydi ki bunların içinde beyin de vardı. "Beyin küçülür, karaciğer küçülür, böbrek küçülür." Hayır, öyle bir şey olmuyor. Beyin küçülmüyor, böbrek küçülmüyor, karaciğer küçülmüyor. Beyin bütünlüğünde küçülmüyor.

"Neden açlık değil, açlığın sonlandırılış biçimi"

- Nasıl hasarlar kalıyor peki bunlar olmuyorsa?

WKS'ye neden olan, kendileri çok küçük boyutlu beyin yapıları küçülüyor. Hastalığın, bellek bozukluklarına neden olan Korsakoff bileşeni beyinde hipotalamus denilen küçük bir yapının çok küçücük bileşenleri, “mememsi cisimcikler” olarak Türkçeleştirilebilecek corpora mamillare. Beynin orta hattında bulunan sağlı sollu küçük yapılar bunlar. Bir MR görüntülemede, kesit oraya rastlamazsa, radyolog özellikle onu aramak için bakmıyorsa görülecek bir şey değildir. Wernicke bileşeninin yaptığı beyincik hasarı da beyinciğin tümünü değil, çıkış noktalarını hasarlar sadece. Dolayısıyla tecrübesiz bir göz, Wernicke-Korsakoff’lu beyin MR’ını “normal” diye yorumlayabilir.

Açlığın kendisinin buna neden olduğu da hakim düşünceydi. Hayır, açlığın hiç de kendisinin değil, açlığın belli bir şekilde sonlandırma biçiminin buna neden olduğu ortaya çıktı. O belli sonlandırma biçimi de açlık grevi bittikten sonra ya da bitmeden katılımcının şuuru kapandığında damardan takılan şeker içeren sıvılar. Çok kullanılan serumlardan bir tanesi olan dekstroz da, işte böylesi şeker içeren bir sıvıdır.

Wernicke-Korsakoff’un ortaya çıkış süreci

- Niye normalde dekstroz bağlanan kişide bu olmuyor da açlık grevine katılan kişide oluyor?

Çünkü açlık boyunca katılımcı alması gereken tiamini, yani B1 vitaminini almadığından bedeninde tümden tükendiği için... Oysa ki, bir organizma şekerle karşılaştığında bu şekeri enerjiye dönüştürmek için metabolize etme zorunluluğunda. Bu metabolizma temel olarak tiamin gerektiriyor. Yokluğunda metabolize edilmeyen şeker beynin o iki kritik bölgesini hasarlıyor. Hasarlayınca da Wernicke-Korsakoff hastalığı ortaya çıkıyor.

- Alkolizmle ilişkilendirildiğini söylemiştiniz...

Alkolün direkt etkisi değil hiçbir zaman. Alkoliklerde olan beslenme alışkanlığının son derece bozulması. Giderek neredeyse yiyecekler değil, bütün enerji ihtiyacının alkolden alınıp benzer bir mekanizmayla tiaminin tükenmesi ve günün birinde alkoliğin aniden bilincinin bulanması.

- Beslenme alışkanlığından konu açılmışken... 1996’da yapılan ölüm orucuna katılanlardan biri de Mehmet Gürel’di. “34. günden sonra bilincini yitirenler oldu. ‘Ben niye ölmedim’ diye düşündüm. Zengin bir aileden geliyorum. İyi bakıldım. Zaten mücadeleye de 40’ımdan sonra başladım. O bakımdan daha sağlıklıydım. Diğer arkadaşlar daha küçük yaşlardan itibaren zor koşullarda yaşadılar, beslenemediler” demişti. Beslenme farklılıkları, Wernicke Korsakoff’un ortaya çıkışında bir etken mi?

Çok makul gelmiyor bana. Zannetmiyorum, çünkü beslenmenin kalitesinden ve niteliğinden bağımsız olarak karbonhidrat ve dolayısıyla şeker içeren maddeler tiamin ile yani B1 ile metabolize edilmeliler ki bedene yararlı hale gelsinler. Dolayısıyla tahıllarda da zengin bir biçimde bulunan tiamini edinmek açısından yoksul ve zengin farkı olacağını zannetmiyorum.

"Tiamin ile birlikte yapılan  açlık grevlerinde süreler çok uzadı"

- Nuriye Gülmen ve Semih Özakça açlık grevlerinin 76’ncı gününde tutuklandılar. Bu süre zarfında neler oldu, vücutları hasar gördü mü, ‘kritik günler’ hangileri?

Spesifik bilgim sınırlı olmakla birlikte Gülmen ve Özakça'nın dışarıdayken belli bir oranda B1 ile birlikte açlık grevlerini sürdürdüklerini tahmin ediyorum. Şimdilerde işittiğim kadarıyla içeride bu kullanımın en azından optimal dozda olması için otoriteyi ikna etmek zorundalar. Bu olmamalı. “Kritik günler” bilgisi 2000’li yıllar öncesindeki grevler için geçerli bir bilgidir. Tiamin kullanılmayan dönemde bilinç bulanıklığı kırklı günlerde başlar ve altmışlı günlerde zirveye çıkardı, paralel olarak da ölümler elbette. Tiamin ile birlikte yapılan açlık grevlerinde süreler çok uzadı ve bireysel değişkenliklerin araları çok açıldı. Yüzlü günlerden üç yüzlü günlerin başlarına kadar değişebilir dolayısıyla.

- Sizin bir öngörünüz var mı? Şu an bu oluyordur, sonlanmazsa ileride şu olabilir gibi, kesin bir kanı olmasa da...

Diyelim ki optimal koşullar sağlandı tutukluluk dönemlerinde, B1 vitaminini kullanmaya devam ediyorlar. Sonlandırma kararı almazlarsa veya zorla müdahale edilmezse muhtemelen uzayacaktır açlık grevlerinin süresi. Fakat 2000’li yıllarda öyle gruplar gördük ki, aldıkları kararlar gereği B1 kullanımını kestiler. Şuur bulanıklıkları daha erken dönemde gelişti. Şuur bulanıklığı otorite için kritik bir noktadır. O zaman tutukevinden hastaneye sevk edilir veya. Tutukevi sağlık birimlerinde müdahil olunur bu grevcilere. O müdahil olmanın içeriği çok kritik. Hemen daima dekstroz içerikli sıvının damardan verilmesi suretiyle yapılan müdahaledir. O şekerli sıvının içine B1 vitamini konulmadığı taktirde Wernicke – Korsakoff’un gelişmesi kuşkusuzdur. Konulduğu taktirde de bunun önleneceği...

- Nuriye Gülmen ve Semih Özakça da B1 vitaminini almayı kestiler diyelim... 

B1 vitamini almıyorlarsa ve müdahale de edilmiyorsa günler içinde şuur kaybı gelişecektir. Şuur kaybı gelişince ne yapılacağına bakmak gerekiyor. Kendi haline bırakılırsa sağ kalma ihtimali yok gibidir. B1 vitamini olmadan müdahale edilirse Wernicke Korsakoff ile uyanır. B1 vitamini ile müdahale edilirse büyük ihtimalle sağlam uyanır. Ama kendi iradesi dışında artık açlık grevi sonlandırılmış olur.

- Birçok açlık grevi eylemini gözlemlediniz. Şu an devlet refleksi nasıl gelişiyor sizce? Eskiden nasıldı?

12 Eylül’ün o vahşi koşullarında açlık grevinden ölenlerin tümünün “zorla besleme”den öldüklerini söyleyebiliriz. Benim ilk vakam son derecede “şanslı” bir şekilde kurtulmuş biriydi. Ölmemiş ama hatalı müdahale sonucu Wernicke –Korsakoff olmuştu. Muhtemeldir ki otorite kritik olarak düşündüğü bilinç bulanıklığının kendi gözleri önünde, kendi denetiminde olması için Gülmen ve Özakça'yı tutukladı ki "iyi niyetle" düşündüğümüzde ölüm olmasın ve umarım WKS bilgisine yeterince haizdirler ki ölümü engellemek için yapacakları müdahele WKS ile sonuçlanmasın.

- Zorla besleme konusunu biraz açar mısınız? Mesela Özgül/Türkiye davası vardı. Cezaevindeyken açlık grevine başlamıştı. Daha sonra bir hastane koğuşuna gönderildi. Tedaviyi reddetti. Sağlığının kötüye gittiği gerekçesi ile doktorlar daha sonra tedavi uygulamaya karar verdi. Özgül, kendi isteği dışında “tıbbi müdahale yapıldığı” için şikâyetçi oldu. AİHM kararında ise “tıbbi müdahale”nin gerekli olduğu görüşüne yer veriliyor. Zorla beslemenin dışında bir “tıbbi müdahale” var mı? 

“Zorla besleme" demek ağzını zorla açıp içeri besin boşaltmak demek değil. İrade beyanının hilafına damardan sıvı takmak, yeniden beslemek. Sıvının içinde B1 vitamini yoksa hasta Wernicke Korsakoff’ ile uyanır. Varsa, sağlıklı bir şekilde devam eder. 

"Yaşamlarını, eskisi gibi sürdüremiyorlar"

- Wernicke Korsakoff gelişirse, yani tıbbi terimler dışında soruyorum, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça hayata nasıl devam edecek?

Son derece kalitesiz devam edecek. Gerek 96’da gerek 2000’den arta kalan düzinelerce Wernicke Korsakoff’lu var dışarıda. Kendi dayanışma dernekleri var. Yani bu insanlar tıbbi teknik terimle bunamış değiller, ama Alzheimer bunamasına benzeyen belki onu da aşan bir bellek bozuklukları var. Halk arasında “bunama eşittir unutkanlık” zannedilir ama öyle değildir. Unutkanlığı da içeren birçok zihinsel işlevin bozulması ve bu yüzden de günlük işlevselliğin sürdürülememesi anlamına geliyor. Wernicke-Korsakoff’lular sadece ağır bir unutkanlık taşıyorlar ama bu yüzden yaşamlarını ömürleri boyunca öncesi düzeyinde sürdüremiyorlar.

- Bu durumda olanlar günlük hayatlarında neleri yapmaya devam edebilirler, neleri yapamazlar?

Yani unutkanlığın derecesine göre yeni günlük olayların hafızaya kaydedilmesi büyük ölçüde bozulmuş oluyor. Dolayısıyla bu insanlar izledikleri aktüaliteyi daha sonra hatırlamıyorlar. Yine unutkanlığın şiddetine paralel olarak hak ettikleri, aldıkları eğitimlerin düzeyinde iş tutamıyorlar. Büyük ölçüde işsiz kalmış veya düşük işlerde çalışıyor oluyorlar, bu grevlerden 20 yıl sonra dahi. Çok basit, bir rutinin tekrarlandığı işlerde çalışabiliyorlar. Ya bir yüksek okul öğrencisiyken tutuklanmışlar, sonra açlık grevi yapmışlar; ya da bir meslek sahibi olup sonra açlık grevi yapmışlar oysa ki... Wernicke bileşeninin ağırlığına paralel olarak da bir dengesiz yürümeye sahipler. Bunlardan bazıları o kadar ağır ki tekerlekli sandalyeye bağımlı hale geliyor. Bazıları bastonla yürüyebilir durumdalar. Demek ki yürüyüşlerindeki ve belleklerindeki bozukluk kalıyor başlıca miras olarak.

- Semih Özakça’nın mesajlarından şunu görüyoruz. B1 vitamini verilmiyor, B kompleks veriliyor. Bunlar B1 vitamininin ne kadarını karşılıyor, yeterli mi?

Hangi B kompleks olduğuna bağlı. Örneğin Bemiks isimli hapta çok düşük düzeyde B1 var. 25 miligram topu topu. Hiç olmazsa asgari 200-250 miligram, tercihen 500 miligram alabilmeleri lazım günde. Bu Benexol ise, bunun içinde B1 ve B6 vitaminleri var. B1 250 miligram. Yeterli demektir. Yani bizim alışkanlığımız, ki bu gerçek bir bilimsel gözleme dayanmıyor, bir pratik bir nedenle günde 2 tane Benexol kullanmaktır. Ama günde bir tane kullanılsa da eminim yeterli olacaktır. Ama bu Bemiks ise, günde 10 tane kullanmak gerekiyor. Bu yüzden sağlanan preprattaki B1 miktarını bilmek gerekiyor.

- Wernicke Korsakoff’ta tanı koyma işlemi nasıl oluyor? Mesela hastanın şuur bozukluğu ilerlediyse...

Bir açlık grevcisinde şuurun bulanmasının en önemli nedenlerinden biri Wernicke Koması’dır. Wernicke hastalığının tanısını koymak kolay bir şey. Eğer hasta bilinci kapanmadan birkaç dakika, birkaç saat sağlık ekibinin önündeyse dengesizliği ve çift görmesi başlamıştır zaten. Öyle uzun süre aç kalmış birinde, damarına serum bağlandıktan sonra başlayan çift görme, dengesizlik, kafa karışıklığı daima Wernicke’ye bağlıdır. Ama bunlar olmadan, bunlar fark edilmeden komaya girdiyse işler zorlaşır. Onun içindir ki batı toplumlarında evsizler, koma halinde acil kliniklerine getirilirlerse, oradaki acil ekipleri iyi bilgiyle donandıkları için bir serum bağlamadan önce hemen B1 yaparlar “Bu bir Wernicke olabilir” diye.

- Tedavisi ne kadar sürüyor peki? Bu tedavinin başarılı olmasının koşulu ne?

Hastaya, tanı konur konmaz damardan B1 vitamini verilerek tedavi ediliyor. Gelişiminden ne kadar az süre geçtiyse o kadar fazla düzelir aslında. Dakikalar, saatlerde tamamen düzelir. 96 tecrübesi bize bunu söylüyor.  69’uncu günde, gece yarısı açlık grevleri kesildiğinde grevciler ambulanslarla hastanelere sevk edildiler, benim hastaneme de. Hastaneye nakillerin büyük bir bölümü tiamin unutularak, bir serum bağlanmış şekilde oldu. Hastaneye nakil süresi, cezaevinden hastaneye ne kadar olmuştur? Bayrampaşalıların çoğu bize geldiler, İstanbul Tıp Fakültesi’ne. Ümraniye’nin çoğu Haydarpaşa’ya gittiler. Herhalde Ümraniye’den Haydarpaşa’ya gitmek daha uzun sürmüştür.  Cezaevinde serumun takılması ve sonradan acile varış 1,5-2 saat diyelim en fazla. Ama kayda değer sayıda Wernicke- Korsakoff gelişmişti bu kadar kısa süre içinde dahi. Biz gelir gelmez tiamin verdik ama en hızlı verdiğimize 2 saat sonra vermişizdir. Bunların bir bölümü yüz güldürücü düzeldiler, bir bölümü az sekelli düzeldiler. Bir bölümü de ağır sekelli düzeldiler. Bu yüzden tedaviye cevapta hızın çok önemli olduğunu söyleyebiliriz, fakat başka faktörler de etkili olsa gerek. Gün geçtiyse, haftalar geçtiyse belli şiddetlerde sekel kalacağı kesin. Acil müdahale birkaç gün sürer. Birkaç gün sonra artık günlük ağızdan B1 vitamini almaya başlayabilir hasta. Bu bilgiyle donanmışsa sağlık personeli, çok kolay tedavisi olan, çok yüz güldürücü düzelen bir şekilde düzelir. Ama donanmamışsa veya kötü niyetliyse çok ağır hasta edebilir kendi elleriyle. 

"Tiaminsiz müdahale, insanlık suçudur"

- Yani Wernicke - Korsakoff açlık grevinden değil, sağlık personelinin müdahaledeki yetersizliğinden kaynaklanıyor diyebilir miyiz?

Daha önce nasıl Wernicke Korsakoff oluyordu bu insanlar? İşte o açlık grevini sonlandırma işleminden dolayı. Bunu yapan sağlık personelinin bilgisizliğinden. Bakın bilgisizlik bir özür değildir. Tıbbi cehalet malpraktis olarak adlandırılan bir suçtur. Artık sağlık ekibinin tiamin içermeyen şekerli sıvıları damardan vermemeleri gerektiğini bilmeleri gerekir. Bilindiği halde yapılıyorsa bu bir insanlık suçudur.

Aynı şey şimdi için de geçerli. Söz konusu iki grevci içeride ya da dışarıda açlık grevlerini sonlandırma iradesini beyan ettikleri zaman, sağlık ekibinin bu bilgiyle donanmış olması lazım. Bu çok kritik bir şey çünkü. Aksi halde ömür boyu çekecekleri çok erken dönemde müdahil olunup da tiamin verilmediği taktirde ömür boyu üzerlerinde kalacak bir hastalığı sunmuş oluyorlar. Bunu iyi bilmeli herkes. Bu grevcilerin göze aldıkları bir sağlık sonucu değil. Bizzat sağlık ekibinin bilgisizliğinden kaynaklanan çok rahatlıkla engellenecek bir şey.

- Açlık grevlerine müdahale mevzuata 2004’te girdi. Türk Tabipleri Birliği de daha önceleri çok kez açlık grevlerinde zorla müdahaleye karşı açıklamalarda bulunsa da buna karşı durulamadı. Şu an da herhangi bir açıklama yapmış değiller...

Türk Tabipleri Birliği olsun, İstanbul Tabip Odası olsun açlık grevleri uyarılarını daima dikkate alır. Hatta Dünya Tabipler Birliği’nin bu deneyimlerle birlikte öncü kuruluşlarından biri sayılır. Onun için 2004’te spesifik şekilde ne olduğunu hatırlamıyorum, şimdi de seyirci kaldıklarını düşünmüyorum açıkçası. Sevgili dostum, Türk Tabipleri Birliği Başkanı Raşit Tükel’e sorulabilir bunlar.

“Hekim, iradeye uymak zorunda”

- Diyelim ki bir müdahale kararı alındı ve bir doktor görevlendirildi. Bu doktor, “Tamam müdahale ediyorum” dediğinde nelerle karşılaşacak, “Hayır, etmiyorum” dediğinde nelerle karşılaşacak?

Yine Dünya Tabipler Birliği’nin ilgili kararları, özellikle Tokyo ve Malta deklarasyonları, soru işareti bırakmayacak şekilde açıktır. Aslında bu, yalnız açlık grevlerinde değil, bütün sonunda bilincin ve muhakemenin bozulabileceği hastalıklar için geçerlidir. Henüz daha muhakeme korunurken bir iradede bulunmuşsa kişi, o iradesine uymak zorundadır hekim de. Sadece açlık grevlerinde de değil, örneğin Alzheimer hastalığı tanısı konuldu bir kişiye. Tanıyı erken dönemde aldı, muhakemesi sağlam, diyor ki “İleri evrede olduğumda ben, artık muhakememi korumadığım koşulda zorla beslenerek hayatımın uzatılmasını istemiyorum.” Artık bu haftalar sonra gelecek bir durum değil, yıllar yıllar sonra gerçekleşecek bir şey. Ama hekim yıllar önce verilen bu talimata uymak zorundadır.

“İrade beyanı yoksa hekim, en iyi uygulamayı yapmalı”

- Peki bir talimat verilmediyse... Yani açlık grevi sürüyor, doktor görevli ama komaya girdi kişi. O zaman ne olacak?

İşte o zaman böyle bir talimat yoksa. Böyle irade beyanı yoksa hekim vicdanıyla baş başadır. O zaman en iyi uygulamayı yapmakla mükelleftir.

"Benim düşüncem,  irade beyanıyla uyumlu davranmak"

- Siz müdahale eder miydiniz açlık grevine?

Ben daima kendimi iradeyle bağımlı hissettim. Yani, ne yapalım ki benim için çok tatsız tecrübelerdi üst üste. Gözümün önünde, basit bir şekilde düzelteceğimden emin olduğum gencecik insanlar öldü. Bu çok acı bir şey. Ama benim düşüncem, irade beyanıyla uyumlu davranmak.

- Bu tavır; önceden engelleyici bir beyan yoksa bilinci bulanan veya komaya giren kişiye tıbbi müdahalede bulunacağınız anlamına mı geliyor?

Evet, bulunurdum

- Wernicke-Korsakoff hastalığında cezaevi koşulları ne kadar etkili?

Koşuldan koşula değişir aslında. 2000’li yıllara kadar bu eylem zaten cezaevinde yapılan bir pratikti. 2000’li yıllar, ilk kez dışarıda da uygulandı. Daha sonra dışarıda uygulama, olağan bir durum olmaya başladı. Cezaevinde uygulanan zamanı hatırladığımızda, koğuşlarda grevcilerin birbiriyle dayanışarak sürdürdükleri eylem, hücrede tek başına yapılana göre çok daha "kaliteli."

- Tekin Yıldız davası vardı. Ona da Wernicke- Korsakoff tanısı konuluyor cezaevindeyken, tedbir kararıyla serbest bırakılıyor ancak daha sonra, sağlığında hiçbir iyileşme olmamışken, yeniden cezaevine dönmesine karar verilmişti...

2000'li yıllardan sonra alışılagelen kötü uygulamalardan biri de buydu. 2001 açlık grevlerinin nasıl bittiği hatırlanırsa... Birdenbire 96'da bir türlü kabul ettiremediğimiz bu tanıyı, adli tıp kurulları kitlesel bir şekilde koyar oldu. Daha önce çok ağır hastalarıma "numara yapıyor" dendiğini hatırlarım. Bu kez gerçekten Wernicke Korsakoff gelişsin veya gelişmesin grevciler bu tanıyla salıverildi. Sonra 6'şar ay arayla durumları tekrar değerlendirildi. Yanlış hatırlamıyorsam birinci yıllarından itibaren "İyileştiler" denilerek yeniden tutuklandılar. O zamana kadar açlık grevleri bitmişti zaten. Bitirilmesi başarılmış oldu böylece. 

Bir yıl sonra tekrar tutuklanmaya başlandılar. Bunların içerisinde benim 96 yılından ağır sekelle kalmış, 2001'e katılmamış hastalarım da vardı. Daha önce de söylediğim gibi WKS yerleşmiş, kronikleşmişse iyileşmez.

- Açlık grevini sonlandırma kararı almaları durumunda neler yapılacak? 

Açlık grevlerini sonlandırdıklarındaki duruma bağlı bu aslında. Kemal Gün'ü yakından izleme imkânı buldum. 70'li yaşlarında, 90 gün açlık grevi sürdürdü. Eski yıllarda düşünülür bir şey değildi bu. Ama Kemal Bey o ağır halsizliği, ayakta durmasını güçleştiren, bacaklardaki kas zaafı dışında, şuuru, zihni gayet yerinde bir kişiydi. Nitekim denetim altında yeniden beslenmesi hiç zor olmadı. Ama tabii ki bu konuda uzmanların titiz bakımı elbette ki gerekiyor. Çünkü ufak elektrolit dengesizlikleri, ölümcül olabilir pekâlâ. 

- Açlık grevi esnasında yaşadıkları semptomların, tedavi edilmesine karşın yeniden tekrarlanması mümkün mü?

Hayır, ama burada da yüzde yüz geçerli bir reçete yok. Beslenme uzmanı klinisyenler artık yeterli bir tecrübe biriktirdiler. Ama, en erken dönemde olabileceklerden sonra, günler, haftalar geçtikçe yeni, olumsuz bir şey beklemiyoruz açıkçası.

- Peki siz endişeli misiniz?

Olmam mı, tabii ki. Dediğim gibi, benim kişisel tecrübem, siyasal duyarlılıklarımın ötesinde büyük ölçüde tesadüflerin sonucu. Bunlarla birlikte yine tecrübe ve duyarlılıklarım ötesinde bütün meslek hayatımda beni en fazla üzen, en fazla sarsan durumdur.