Prof. İbrahim Kaboğlu'nun yeni kitabı raflarda: 15 Temmuz Anayasası

Prof. İbrahim Kaboğlu'nun yeni kitabı raflarda: 15 Temmuz Anayasası

Anayasa profesörü İbrahim Kaboğlu'nun, Türkiye'de parlamenter sistemi sona erdirerek "partili cumhurbaşkanlığı" sistemini getiren anayasa değişikliğini incelediği kitabı, "15 Temmuz Anayasası" adıyla raflardaki yerini aldı.Tekin Yayınevi'nden çıkan kitabında Kaboğlu, 16 Nisan'da halk oylamasına sunulan anayasa değişikliği teklifinin, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişiminin bir ürünü olduğunu savunuyor.

"AKP'nin ne pahasına olursa olsun, sayısal çoğunluğunu kaybetmek istemediği" görüşünü dile getiren Kaboğlu, "partinin bu amaçla büyük ve bedeli ağır operasyonları göze alabildiğini" söylüyor. Kaboğlu, bahsini geçirdiği operasyonları da şöyle sıralıyor:

-İlki, 7 Haziran 2015 - 1 Kasım 2015 operasyonu oldu (yaklaşık yüzde 10 oy kayması). -İkincisi, '15 Temmuz Anayasası' için gerçekleştirdiği operasyon oldu (taban desteğinin yüzde 25'ten yüzde 50'ye çıkarılması). -Üçüncüsü ve sonuncusu ise, 16 Nisan 2017- 3 Kasım 2019, yani 'geçiş dönemi operasyonu' olacak.

Bu yönde yapılacak muhtemel bir operasyonun "anayasal ve siyasal kaos" tehlikesini de beraberinde getireceğini iddia eden Kaboğlu, "Kaousu önlemenin başlıca yolu, 'demokrasi - anayasa diyalektiği'nden geçmekte" önerisinde bulunuyor. 

Darbe girişiminin ardından ilan edilen olağanüstü hâl (OHAL) uygulamasıyla ilgili olarak "Gerek var mıydı? Tartışılabilir; çünkü bir anayasal yol. Hatta sıkıyönetim bile ilan edilebilirdi" görüşünü dile getiren Kaboğlu, ardından şu ifadeleri kullanıyor:

"Tartışma götürmeyen ise OHAL uygulamasının 'hukuk rejimi' olmaktan uzaklaşmış olduğu. Özellikle, 21 Temmuz'dan başlayarak son bir ayda çıkarılan beş OHAL KHK'sı, konu, amaç ve zaman bakımından 'OHAL amacı dışında onlarca düzenleme' içeriyor."

OHAL uygulaması kapsamında çıkarılan 686 sayılı kanun hükmünde kararname (KHK) ile Marmara Üniversitesi'ndeki görevinden ihraç edilen Kaboğlu, yıllarca din özgürlüğünün kötüye kullanılmasına ve dinin siyasete alet edilmesine karşı mücadele edenlerin 'FETÖ'cüler ile 'aynı torba'ya konulmuş olmasının başlı başına aşağılayıcı bir muamele olduğunu kaydediyor. Kaboğlu, Başbakan Binali Yıldırım'ın "Hatalı işlem olabilir. Önümüze gelen binlerce listeyi kontrol edip, doğru yanlış yapıldığını bilemeyiz. Böyle mekanizma yok, ancak bunlar olduktan sonra haberlerde çıkıyor, ondan sonra haberimiz oluyor. Haksızlıklar varsa düzelecek" ifadesini de eleştiriyor. 

Yıldırım'ın, söz konusu açıklamasıyla ihraçların anayasaya aykırı olduğunu itiraf ettiğini iddia eden Kaboğlu, "Başbakan, bir tür 'Kandırıldık' dese de 'görev + yetki + sorumluluk ilkelerinin birlikteliği gereği Başbakan ve Bakanlar Kurulu sorumludur" diye yazıyor.

16 Nisan'da yapılan halk oylaması ile kabul edilen anayasa değişikliği teklifinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) görev süresinin dört yıldan beş yıla çıkarıldığını hatırlatan Kaboğlu, "Beş yıllık yasama seçimi dönemi, 2007 değişikliği ile dört yıla indirildi. 1981 Anayasası, 1961 Anayasası'nda dört yıl olarak belirlenen süreyi beş yıla çıkarmıştı. Ne var ki 1982 uygulamasında tek parti çoğunluk dönemlerinde bile, TBMM beş yılı tamamlayamadı" diyor. 

Seçim döneminin yeniden beş yıla çıkarılması için henüz haklı bir gerekçenin ortaya konmadığını savunan Kaboğlu, "Oysa siyasal gerçeklikten kopuk ve demokrasiden uzaklaştırıcı böyle bir geriye dönüş yerine, TBMM'yi işlevsel kılıcı ve demokratikleştirici önlemlerin gündeme gelmesi beklenirdi" görüşünü dile getiriyor. 

Kaboğlu, "beş yılın sakıncalarını" ise şöyle anlatıyor:

"Çünkü TBMM içinde muhalefet hakkının kısıtlı olduğu, TBMM üzerinde yargısal denetiminin çok sınırlı kaldığı bir anayasal düzende, halkın daha sık aralıklarla sandık başına gidebilmesi, 'siyasal denetim' olarak görülmeli. Üstelik bir tür 'sandık fetişizimi' yapılan bir ülkede, kendisi adına kural koyacak organı seçecek olan halkı sandıktan uzak tutmak, temsilî demokrasi anlayışına bile ters düşer. Cumhurbaşkanının seçim dönemi ile TBMM'nin seçim dönemini eşitlemek de parlamenter rejim mantığı ile bağdaşmaz. Türkiye'nin siyasal gerçekliği ile örtüşmez. Sonuç olarak, 'mini anayasa', kavram olarak kulağa hoş gelse de ancak anayasal düzeni demokratikleştirici düzenlemeler içermesi ölçüsünde savunulabilir."

Kaboğlu, yüzde 51.4 "evet" oyuyla kabul edilen anayasa değişikliği teklifinin Türkiye'yi 'anayasasız döneme' sürüklenme tehlikesi ile karşı karşıya bıraktığını savunuyor. 

"Anayasasızlaştırma süreci"nin, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun yerine Binali Yıldırım'ın getirilmesiyle başladığını öne süren Kaboğlu, sacayağının ise MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin "Cumhurbaşkanının söylem, işlem ve eylemleri anayasa dışı olup, bu duruma son vermek gerekir" demesi ile oluştuğunu belirtiyor. "Bu sözlerin AKP çevrelerinde okunması, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın beklentisi doğrultusunda bir anayasa değişikliğine başlanması şeklinde oldu" ifadesini kullanan Kaboğlu, "Anayasa değişikliği de usul yönünden ve içinde bulunulan koşullar bakımından , geniş anlamında, anayasa dışı yol ve yöntemlerle kotarıldı" değerlendirmesinde bulunuyor. 

Kaboğlu, Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK), Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'da geçersiz sayılan mühürsüz pusula ve zarfların son anda geçerli sayılması yolundaki kararını da eleştiriyor. Kaboğlu, "16 Nisan halk oylamasında, YSK'nın çok tartışmalı ve meşru olmayan  kararına göre 'evet' kazandı; ama anayasa üzerine bir toplumsal duyarlılık ve sorumluluk da yarattı" diyor. 

Kitabın tanıtım resepsiyonu, bugün (31 Mayıs 2017) Taksim Hill Otel'de yapılacak.