Cumhuriyet yazarı Prof. Dr. Ahmet İnsel, 16 Nisan'da yapılacak halk oylamasının ardından 'erken seçim' konusunun 'doğal olarak' gündeme gelebileceğini iddia etti. "Seçim sisteminin değişmesiyle, bu çok partililiğin de iki partiye hızla dönüşeceğini anayasa değişikliğini destekleyenler söylüyor" diyen İnsel, "Tayyip Erdoğan, gönlünden geçen yönetim tarzını, rejim biçimini açıklıkla dile getiriyor" ifadesini kullandı.
Ahmet İnsel'in "Tek Adam ve Tek Parti güzellemesinde saflar değişti" başlığıyla yayımlanan (11 Nisan 2017) yazısı şöyle:
Tayyip Erdoğan, önerdiği rejim değişikliğini anlatmayı değil, sanki pazar günü genel seçim yapılacak ve siyasi partiler yarışıyormuş gibi, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nu mutebersizleştirmeyi öne çıkarıyor. Bunun için bulduğu yöntem, CHP’nin sahiplendiği tarihsel geçmişe atıfta bulunmak. Bunu yaparken Erdoğan-Bahçeli blokunun önerdiği “Türk tipi başkanlık sistemi”nin temel nitelikleriyle ilgili kafasından geçenleri ele veriyor. Bunlar arasında en anlamlı olanı, tek adam yönetimi ve fiilen tek parti rejimi gibi çalışacak olan siyasal sistem. Tayyip Erdoğan son haftalarda tek adam yönetimi ve partili cumhurbaşkanı konularında ilginç açılımlarda bulundu. Atatürk döneminin de tek adam dönemi olduğunu hatırlattı ve “İkide bir tek adam diyorsun, o zaman Gazi Mustafa Kemal’e hakaret ediyorsun” diyerek, tek adam rejiminin gereğinde iyi ve arzulanabilir bir rejim olduğunu ima etti. Erdoğan’ın tek adam fikrini birdenbire ve Mustafa Kemal’i siper alarak savunması, sadece bir referandum kampanyası taktiği değil. “Bizden olursa, neden tek adam olmasın” fikrinden güç alıyor. Burada “biz”, siyasal bir aidiyet görünümünde, kültürel, etnik ve dini bir kimlik aidiyetini ifade ediyor. Böyle bir yaklaşımın sadece AKP ve MHP saflarında değil, bugün muhalefet saflarında da yaygın olduğunu biliyoruz. Zaten bu nedenle Erdoğan’ın bu tespitine “hayır” cephesinin ana mecralarından cılız itirazlar geliyor. Tayyip Erdoğan bu görüşünü, Mustafa Kemal ve İnönü’nün de partili cumhurbaşkanı olduğunu hatırlatarak tamamlıyor. Atatürk ve İnönü, hem cumhurbaşkanı hem de parti genel başkanıydı. Bu tek parti rejimine özgü bir uygulamaydı. Çok partili hayata geçtikten sonra, 1950’de Demokrat Parti seçimleri kazanıp, Celal Bayar cumhurbaşkanı seçilince, partisinin genel başkanlığından ayrıldı ama parti üyeliği devam etti. Demokrat Parti’nin genel başkanı Başbakan Adnan Menderes oldu. Ama Tayyip Erdoğan, iki başlılık gerekçesiyle, DP pratiğine de itibar etmeyip muhtemelen parti genel başkanı olacak bir cumhurbaşbakanı modeli öneriyor. Muhtemelen diyoruz, çünkü bu modelde bütün icraat yetkilerini elinde toplamış bir partili başkan karşısında, iktidar partisinin farklı bir genel başkanı olursa, bu kişinin işlevi meclis grup başkanlığı yapmakla sınırlı olacaktır. Şimdiki meclisin de değil, yetkileri iyice kırpılmış bir cüce mecliste çoğunluk partisinin grup başkanlığına bu genel başkanlık indirgenecektir. Genel başkanın kendi parti örgütü üzerinde hiçbir ağırlığının kalmaması anlamına gelir. Bu da, Tayyip Erdoğan açısından en büyük tehlikedir. Dolayısıyla AKP’nin reisi, muhtemelen resmen, gene partinin genel başkanı olacaktır. Bunu 16 Nisan’da evet çıkarsa, belki hemen yapmayacak ama gelecek cumhurbaşkanı seçimi kampanyasını kendisi şahsen ve resmen yönetip, seçildikten sonra genel başkan olacaktır. 16 Nisan’da anayasa değişikliği kabul edilirse, görünüşte çok partili ama resmen tek adamlı bir rejimin kuruluş hazırlıkları başlayacak. Bunun Kasım 2019’a kadar uzaması zor. Erken seçim “doğal olarak” gündeme gelebilir. Seçim sisteminin eğişmesiyle, bu çok partililiğin de iki partiye hızla dönüşeceğini anayasa değişikliğini destekleyenler söylüyor. Tayyip Erdoğan, gönlünden geçen yönetim tarzını, rejim biçimini açıklıkla dile getiriyor. 16 Nisan oylaması, anayasa değişikliğine yönelik bir halkoylamasından çok, bir plebisit olsa da sonuçta evet oyu verecek olanlar, Erdoğan’a tam da bunları söyledikleri için evet oyu verecekler. Erdoğan’ın şahsıyla getirilen anayasa değişikliğini birbirinden ayırmak mümkün değil. Tek adam ve tek parti güzellemesinde tarihi safların büyük ölçüde değiştiğini görüyoruz. Bu nedenle 16 Nisan’ın, sadece Erdoğan’ın değil, kim olursa olsun hiç kimsenin tek adamlığını bu toplumun yarıdan fazlasının artık kabul etmediğinin vurgulandığı bir demokratik uyanış anı olmasını diliyorum.