Anayasa Profesörü İbrahim Kaboğlu, partili cumhurbaşkanlığı sistemini öngören anayasa değişikliği teklifiyle ilgili olarak "Ne var ki, TBMM’de ikinci oylaması yapılmakta olan teklif, hangi ad altında olursa olsun, başkanlık sistemi veya rejimini öngörmüyor" dedi.
Kaboğlu, "Başkanlık rejimi için kullanılan dört ölçütün de dışında kaldığı gibi, yasama ve yürütme arasında denge ve denetim düzeneği öngörmüyor; yasama, normatif yetki konusunda genel yetkili organ olmaktan çıkarıyor; bağımsız bir yargının varlık koşullarını ortadan kaldırıyor. Özetle, erkler ayrılığı kaldırılıyor" ifadesini kullandı.
İbrahim Kaboğlu'nun "‘Kaya gibi’ parti, ‘sistem dışı’ anayasa..." başlığıyla yayımlanan (19 Ocak 2017) yazısı şöyle:
Sistem mi, rejim mi tartışması süredursun, aslında Başbakan Yıldırım’ın sözleri, süreci özetliyor: “Bizim grup kaya gibi.” Daha önce yazdığım gibi, yapılmakta olan, hem rejim hem de sistem değişikliği. Pek tartışılmayan konu ise, Teklif’in öngördüğü düzenlemenin yürürlüğe girmesi durumunda bunun bir sistem veya rejim olarak nitelenip nitelenemeyeceği. Neden? Çünkü çoğulcu siyasal rejimlerde ortak özellikler var: Erkler arası ilişkilerde denge ve denetim düzeneği, karşılıklılık ve öngörülebilirlik vb. Bu açıdan; Teklif metninin kabul edilmesi durumunda, bunun dörtlü ayrım içinde yer almayacağı açık: -Meclis Hükümeti, hiç değil: Sadece hükümetin kaldırılması ile yetinilmedi; Meclis’in kendisinin de işlevsiz kılınması için birçok düzenleme yapıldı. -Parlamenter rejim: ‘Kaya’ benzetmesi, yıkılması için seferberlik ilan edildiğinin göstergesi değil mi? -Yarı-başkanlık: Zaten daha baştan, “bize yarısı yetmez, tamını istiyoruz” dendi. -Başkanlık: “Evet biz tam başkanlık sistemi kuracağız; ama bunu Cumhurbaşkanlığı sistemi adı altında yapacağız” dediler.
Ne var ki, TBMM’de ikinci oylaması yapılmakta olan Teklif, hangi ad altında olursa olsun, başkanlık sistemi veya rejimini öngörmüyor. Kuşkusuz, yukarıda değinilen dört kategori, ülkeden ülkeye farklı düzenleme ve işleyiş tarzlarını beraberinde getirebilir; ama hepsi için geçerli ‘asgari müşterekler’ var. Eğer anayasal düzenleme, asgari standartlar dışında ise, bir niteleme arayışı anlamsız olup, seçmen iradesini saptırıcı ve etik olmayan bir davranış. Zaten, Teklif süreci, usul ve şekil bakımından sakat; OHAL ve açık oy nedeniyle.
Bu ortamda bile, kamuoyunu sürekli aldatma pişkinliği, süreci içerik olarak da sakatlıyor. Adı cumhurbaşkanlığı olsa da, Teklif metni, başkanlık rejimine yabancı; çünkü başkanlık rejimi için kullanılan dört ölçütün de dışında kaldığı gibi, yasama ve yürütme arasında denge ve denetim düzeneği öngörmüyor; yasama, normatif yetki konusunda genel yetkili organ olmaktan çıkarıyor; bağımsız bir yargının varlık koşullarını ortadan kaldırıyor. Özetle, erkler ayrılığı kaldırılıyor.
Politika belirleme-düzenleme ve yönetme yetkisi, parti başkanı olarak tek kişiye veriliyor. Erkler arası medeni işbirliği ve iş bölümü yerine, ‘parti başkanının hâkimiyeti’ öne çıkıyor. Nasıl bir politika belirlenecek, ne nasıl düzenlenecek ve kimlerle yönetilecek? Bu soruların yanıtını, geçerli oyların yarısından bir fazlasını alan kişinin eğilimleri verecek: -Bunlar hukuk ve kamu yararı dışı olabilir, -Parti beklentilerini karşılayabilir, -Ama ‘cumhur’ olarak bütün halkı temsil etmez. Bu nedenle, Cumhurbaşkanı unvan ve adı kullanılmaya devam edilse de, aslında, kral-hükümdar—sultan-cumhurbaşkanı adı verilen ‘devlet başkanlığı’ makamı lağvediliyor; yani ortadan kaldırılıyor. Teklif, ad olarak ‘Cumhurbaşkanı’ dese de, böyle bir makam ve kurum yok artık.
‘Kaya’ metaforu, temsilciler mekânı ile ilgili. Ya AK Partili seçmenler? AK Partili Cumhurbaşkanı, partili seçmenleri temsil edecek ve yönetimi ona göre oluşturacak; devleti de, parti beklentileri ve ideolojisi şekillendirecek. Fakat burada asıl sorun, toplumun ‘parti dışında kalan kesimleri’ veya toplum bütününe yönelik beklentilerin ne olacağı noktasında düğümlenmekte. Şu anda MEB nezdinde eğitimin içeriğine ilişkin olarak yürütülen değişiklikler, ‘global toplum’ projesi üzerine ne denli sabırsız olunduğunun bir işareti; üstelik, ‘bulanık suda balık avlama’ pişkinliği ile, tıpkı Anayasa için yapıldığı gibi. Yapılmak istenen şu, bir benzetme ile: İnsan hakları derslerini tartışırken AK Parti öncesi dönemde; “insan hakları başlığı altında bir ders okutmaktan çok, bütün dersleri insan hakları bakış açısıyla okutma gereği”ni dile getirirdik. Şimdi ise, “din dersi yetmez; imam hatipler yetmez; bütün eğitim sistemi din ve mezhep gereklerine dayandırılmalı” görüşü öne çıkıyor. Özetle, insan hakları biliminin gerekleri değil, ‘mutlak hakikat’ adına mezhep, tarikat ve cemaat beklenti ve dayatmaları doğrultusunda.
Kaya, toplum üzerine düşünce parçalanacak mı, yoksa bütün toplumu ezebilecek mi? Şu anda temsil mekânında bir kaya (AKP) ve kaya parçacığı (MHP) var… Bunların toplumsal karşılığı ne olacak? ‘Kaya gazı’ için denizaltında kayaları parçalanmamalı ekolojik denge adına. Bunun tam tersine, toplum, temsili mekânda oluşturulan kayaları parçalamak zorunda, çoğulcu toplum özelliğini korumak ve totalitarizme geçit vermemek için.